Çok sevdiğim ve 2008 yılı Ekim ayında kaybettiğim babam Mustafa Güner aramızdan ayrılalı tam 11 yıl, canım annemin ise 30 yıl olmuş.
Günler, haftalar, aylar, yıllar öyle hızlı geçiyor ki, siz bile inanamıyorsunuz.
Babamın vefatının 11’nci yıldönümü öncesi Pazar günü annemle birlikte yattığı Aşıkpaşa Mezarlığı’na giderek ziyaret ettim, dua okudum, onlarla yaşadığım iyi-kötü günler gözlerimin önünden bir film şeridi gibi aktı, gitti!...
Babamın yıllarca gözü gibi bakıp büyüttüğü ağaçlarına bakıyorum, anılarım o güzelim ağaçları diktiği günlere gidiyor.
1989 yılında annemi kaybettikten sonra vefat ettiği 2008 yılına kadar benim evimde kalan babam, ilerleyen yaşına rağmen haftanın üç günü sabah namazında kalkıp, kolunun altında götürdüğü hortumla Aşıkpaşa Mezarlığı’na diktiği ve sulayarak büyüttüğü o güzelim ağaçlar ne yazık ki babamın sulayıp baktığı yıllardaki gibi gür değil, büyümüyor, yerinde sayıyor. Hatta bir-ikisi de kurudu!
Babama gecenin karanlığında, sabahın ilk ışıklarında mezarlığa gidip, ağaç sulamasına kızardım, “yapma!” derdim.
Sonra baktım ki olmayacak, annemin mezarına yakınına bir çeşme yaptırdım ve babamın ağaç sulama işini kolaylaştırdım.
Ben onu Pazar günleri sabah kahvaltısından sonra mezarlığa götürüp bırakır, pazar ve market alışverişinden sonra geri alırdım. Babam 2-3 saat annemin mezarının çevresine diktiği ağaçları sular, budar, bakar, kim bilir annemle de sohbet ederdi.
Babam haftada bir gün sulamayı azsınmış olacak ki, yine bildiğini yapar, benden habersiz gizli gizli mezarlığa gider, sulamaya devam ederdi.
Tabi kalp hastası olan babama bu nedenle kızardım, o da, “Oğlum ben büyüteyim, ben ölünce kimse gelip sulamaz. Hiç olmazsa büyüdüğünü, bir daha kurumayacağını gözlerimle göreyim” derdi.
“Yok, olur mu baba, biz sular, bakarız!” dediğimde güler, geçer, adeta bugünleri görmüşçesine.
Babama zaman zaman “Biz gelir sularız!” demiştim. Senede 3-5 kere, ya da bayram arifelerinde sulamakla olmuyormuş demek ki. Şimdi bakıyorum babamın diktiği o güzelim ağaçlar tek tek kuruyor, babamın bizlere emanet ettiği ağaçlarını sulayıp bakamadığımız için üzülüyor, iç çekiyorum. Ne diyeyim baba, affet bizi!..
Evet, babamı 11 yıl önce bugün 85 yaşında kaybettim.
Çocukluğu ve gençliği yokluk ve sıkıntılarla geçmiş, ömrünün büyük bir bölümünü çok, ama çok çalışarak geçirmiş biriydi benim babam.
Her türlü zorluğa rağmen, beş çocuk büyütmüş, yuvalarını kurmuş hem de bir memur maaşıyla.
Bizleri hayata kazandırmış, yılmadan, yorulmadan çalışmış, harama el uzatmamış, bizlere haram yedirmemiş, alın teri ve dürüstlüğüyle bu dünyaya veda etmiş benim babam…
Akranları azalsa da dostları, arkadaşları hep babamın “iyi bir adam” olduğunu anlatırlar. Ben de babamla gurur duyarım.
Benim üç çocuğum da babamla birlikte büyüdü. Onları elinden tutup marketlere götürür, bir dediklerini iki etmezdi. Dedelerinin vefatından en büyük üzüntüyü de onlar yaşadı.
Çocuklarımla zaman zaman eskileri konuştuğumuzda babamın yokluğunu hala hissettiğimizi daha iyi anlıyoruz.
Bugün 86 yaşında olan Ali Amcam, her sohbette babamın adı geçtiğinde gözleri dolar, “Ben ağabeyimi değil, arkadaşımı kaybettim” der ve kendisinin kafa kâğıdının da eskidiğini ifade eder.
Ben babadan yana şanslıydım. Gerek benim babam, gerekse eşimin babası da çalışkan, dürüst, yalan ve dolanı sevmeyen mert adamlardı.
14 yıl önce babam gibi Ekim ayında kaybettiğim kayınpederim Talat Ünal ile babam bir araya geldiklerinde yaptıkları sohbetleri hiç unutamam. Hatta bir defasında ikisinin sohbetini kamera ile çekmiştim. Hala zaman zaman izler, o günleri hatırlarım.
Gönlü zengin dürüst, haksızlıktan, yalandan, dolandan, riyadan uzak iki mert insanın yokluğunu hala yüreklerimizde hissederiz.
Ah babasızlık ah!...
Tabi baba olmak sadece lafla olmuyor. Dağ gibi yüreği, evlat sevgisi olmalı.
Baba sadece dünyaya çocuk getirmekle olmuyor. Onları büyütüp, okutup yazdırıp, topluma hayırlı bir fert yetiştirmekle oluyor.
Şunu herkes bilmeli baba evladına kızıyorsa, nefret ettiğinden değil, iyiliği için. Bu nedenle çocuklara şunları hatırlatmak isterim.
Baban sana baskı uyguladığında, sana iyilik dilediğini bil
Baban sessiz duruyorsa, senin geleceğini düşündüğünü bil.
Sana ekonomik destek verdiğinde, kendisini mahrum ettiğini bil.
Onun iç çektiğini gördüğünde, sebebinin sen olduğunu bil.
Sana güldüğünde, onu mutlu edenin sen olduğunu bil.
Onu sert gördüğünde, tavsiyelerine uymadığı bil.
Sesini ona yükselttiğinde, onu öldürdüğünü bil.
İşte ben iki babamı kaybetmiş birisi olarak, şimdi bir baba olarak çok iyi anlıyorum ki baba demek ata demek, emek demek.
Çocukluğumuzda kimsenin aklına gelmezdi, insanın babası ölür mü hiç?
Babamın öldüğü gece birlikte yürüyerek, koluma girerek gitmiştik Kırşehir Devlet Hastanesi’ne. O beni bıraktı, ben yalnız döndüm eve. Yüreğime bir şey oturdu, yutkundum, gözyaşlarımı tutamadım. Bugün aradan yıllar geçse de o yüreğime oturan şeyi bir türlü kaldıramadım.
Büyüdüğümü anladım o gece.
Baktım koca ev, odası, yatağı bomboş, torunları ağlıyor, kızım Neslihan’ın yastığının altında babamın fotoğrafı, ağlayarak uyuya kalmış.
Evet, o günden bugüne gölgesiz kaldık sanki.
Biliyorsunuz ya baban varken her zemin sağlam, her fırtınaya karşı gelebiliyorsun. Çünkü o var, onun gölgesine sığınsan her şey geçip gider tıpkı fırtınalar gibi…
İnsanın babası ölür mü derdim kendi kendime.
Toprak atarken anladım, insan gölgesiz de kalabilirmiş.
Bugün gölgesiz kaldık, içimiz buruk, özlemimiz artsa da hayat devam ediyor, hem de o kadar acımasız ki!..
Kırşehir’de Belediye hoparlöründen yine vefat edenler tek tek duyuruluyor. Camilerde salalar veriliyor bilmem kaç kişi vefat edip bu yalandan dünyadan ayrılıp, hak dünyaya göçüyor.
Annesini 57 yaşında kaybetmiş birisi olarak ben de bugün 56 yaşındayım. Allah bilir ama, yavaş yavaş sıra bizlere de geliyor.
Anne ve baba olarak geride hoş bir seda bırakıp, iyi anılmaktan başka bir istek ve beklentim yok bu dünyadan.
Kimseyi kırmadan, kimseyi üzmeden göçüp gitmek herkese nasip olur inşallah.
Bugün yıllar geçse de dürüstlüğü, çalışkanlığı ve mertliği ile unutulmayan babamı vefatının 11. yılında, kayınbabamı 14. ölüm yıldönümünde rahmetle, şükranla ve özlemle anıyorum.

***

Allah Mehmetçiğimizi muzaffer eylesin…

Türkiye olarak yıllardır terörle mücadele edip binlerce şehit verdik. Dış güçlerin kuklası olan PKK ülkemizde silinmek üzere iken başta ABD olmak üzere pek çok ülkenin desteği ile Kuzey Irak ve Suriye’deki PKK, diğer adıyla PYD sınırımızda bir terör devleti kurmak için burada konuşlandırılmış durumda.
Türkiye’nin bütün uyarılarına ve tepkilerine rağmen PYD silahlandırıldı ve Türkiye sonunda kendi göbeğini kendisi kesmek üzere Çarşamba günü Fırat’ın Doğusuna harekâta başladı.
Elbette ülkemizi yönetenler ile hiçbir Türk halkı ülkemizin Suriye sınırında kurulmak istenen bir terör devletine müsaade edemez. Nitekim de Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın emri ile Ordumuz Fırat’ın Doğusuna girdi.
Türkiye Cumhuriyeti, bu harekâtla bekasını ve milli varlığını tehdit eden hain ve bölücü örgütlerin yuvalandığı ve saklandığı Fırat’ın doğusunu da terörden arındıracaktır. Hem sınırını güvenli hale getirecek, hem de bölgeyi huzura ve istikrara kavuşturacak bu harekâtın başarılı olacağına yürekten inanıyoruz.
Türk Silahlı Kuvvetlerimizin terör örgütlerine yönelik başlatmış olduğu Barış Pınarı Harekâtı’nı destekliyor ve ordumuza başarılar diliyor, kahraman askerlerimizin sağ salim ailelerine, yuvalarına dönmelerini temenni ediyoruz.
Kahraman Mehmetçiklerimizin, Fırat’ın Doğusuna girip, terör koridorunu yıkıp, yerle bir edeceğine yürekten inanıyoruz. Çünkü yüce Türk Milleti ve ordusu, nice kahramanlık destanları yazmıştır, yazmaya da devam edecektir.
Allah Mehmetçiğimizi korusun ve muzaffer eylesin.

Biraz da gülelim!

Bugün yarın!

Birini döven bir adam hakimin karşısına çıkarılmış.
Hakim sormuş:
- Nerede yaşıyorsun?
- Orda burda......
- Ne iş yaparsın?
- Onu bunu...
- Barda dövdüğün adamı önceden tanıyor musun?
- Şöyle, böyle...
- Ne demek yani nerden tanıyorsun?
- Ordan burdan...
Hakim artık dayanamamış:
- Anlaşıldı, götürün bu adamı tıkın içeri!..
İki jandarma adamın koluna girmiş götürürlerken adam hakime seslenmiş:
- Heeeey! Bi dakika!.. Ne zaman çıkacam ben burdan!..
Hakim de ona seslenmiş:
- BUGÜN YARIN!...

***

Sevdiğim bir söz

"Ya sırtımıza alıp taşıyoruz, ya ayağımızın altına alıp çiğniyoruz; öğrenemedik bir türlü yan yana yürümeyi." (Ömer Hayyam)