Uzak bir ormanda, ağaç yapraklarından torbalar ören iyi yürekli bir terzi kuşu yaşarmış. Diğer hayvanlar onu çok severmiş. Ama bir gün kaybolmuş ve bir daha izine rastlayan olmamış. Ormanda gezintiye çıktığım bir gün hasretten yüreği parçalanmış bir Serçe Kuşu’nun inleyişlerini duydum.
Bulmak kolay olmadı ama sesin geldiği istikameti takip ederek kuşun yanına kadar varabildim. Beni görmüyordu. Dilinde dudağında o sevgilinin adı vardı. Sadece onu sayıklıyordu. Öyle bir sayıklıyordu ki ormandaki her şey ona kilitlenmişti, ona ağlıyordu. Belli ki aşka düşmüştü, aşka kaptırmıştı gönlünü. Onun feryat çığlıkları karşısında ruhum parçalandı, yürüyecek halim, adım atacak takatim kalmadı. Dizlerimin üzerine çöküp onunla ağlamaya, sinemi dövmeye başladım.
Yusuf ile Züleyha'nın, Mecnun ile Leylâ'nın, Ferhat ile Şirin’in kokusu vardı havada. Şöyle feryat ediyordu Terzi Kuşu’nun hasretinden takati kesilmiş Serçe Kuşu:
"O Yâr'dan bir haber verin öleyim vallah, öleyim billâh!"
O gün bugündür bir daha kendime gelemedim. Ben de onun derdine, onun hasretine düştüm. Baktığım her yerde, duyduğum her seste Serçe Kuşunu aradım. Gecem gündüzüm Serçe Kuşu oldu. Yar hasretiyle feryat edip duruyordu çünkü..
Aylar yıllar geldi geçti. Ne Terzi kuşu geldi, ne de Serçe Kuşu’nun feryatları kesildi. Aşk böyle bir şeymiş! Ne zaman bırakır geriye, ne de akıl bırakır başta. Ne var, ne yok hep sevgili, hep sevgilinin ok gibi sineyi delip geçen kâkülleri, hasret ve özlem dolu inleyişleri!
Serçe Kuşu artık bir âşıktı, aşka düşmüştü, sevgilinin özlemiyle gözüne uyku girmeyen bir deli divaneydi! Ne gecesi vardı, ne gündüzü; ne aklı vardı, ne kararı; ne kendisi vardı ne de sevgilisi! Bu aşka düşmüş haliyle mutluydu! Ne bu halin geçmesini istiyordu, ne de feryad û figanından bir lahza dahi olsun geri kalmak istiyordu. Onun en büyük mutluluk kaynağı feryatları olmuştu!
Eşrefoğlu Rûmî, “Aşk ile geçen bir anımı aşksızın bin yılına değişmem” der.
Aşkta fena bulmak, aşkta yok olmak aşığın en büyük teselli kaynağı, en büyük mutluluk sermayesidir! Yıllar sonra anladım bunu. Ne kadar çok feryat, o kadar çok mutluluk ve huzur!
Onun inleyişleri, feryad û figanı, susmak, yorulmak bilmeyen dudakları mutluluk şarabıdır! Aşığın kitabında hasret ve özlem ateşi vuslat sevincinden önce gelir. Âşık yanmayı, ahu enini vuslata tercih eder. Alakasız gibi görünse de Dostoyevski’nin şu tespiti meramımızı izaha kâfidir:
“Emin olun, Kristof Kolomb Amerika’yı keşfettikten sonra değil, keşfetmek üzereyken mutluydu.” (Budala)
Serçe Kuşu’nun Terzi Kuşu’na olan aşkı benim uyanışıma vesile oldu. Kemâl yolunda acılara takılıp kalmamayı, iğnenin ucunda saklı şifayı öğretti! İğnenin ucundaki acıda saklı şifayı göremeyen bu yolda nasipsizdir.
Bu yolun yakıtı, öğreticisi aşktır. Aşk bir muallim, tüm insanlık talebedir. Bu mektebin mezunlarının nazarında ağza helva verenle, enseye tokat atan aynıdır. Bunun ayrımına varamayan milyon yıl bu mektepte kalsa da mezun olamaz. Merkep gelmiş, merkep gider. Mevlana Hazretlerinin “Aşksız baş kuyruktan geridedir!” sözü buna mütealliktir.
Serçe Kuşu ile tanıştıktan sonra fahri olarak da olsa bu mektebin bir müdavimi olduk. Günden güne bir haller oldu bize. Aşkın bir nasip işi olduğunu, isteğe bağlı olmadığını, herkesin bu mektebe kabul edilemeyeceğini, aşktan nasibi olanların meydanlarda pek görünmediğini, sırların içinde sırların “sır” olduğunu anladık.
Yıllarca Serçe Kuşu ile teşrik-i mesai içinde oldum. Onunla söyleştim, onunla yazıştım. Merakım hep galip geldi. Hep onun hasretini çektiği Terzi Kuşu’nun özlemiyle dolup taştım. Onun nerde olduğunu, nasıl olduğunu, neye benzediğini merak edip durdum. Bu hasret öyle büyüdü ki sonunda Serçe Kuşu’nun yerini, Terzi Kuşunun aldığını gördüm. Dilimde, dudağımda artık hep Terzi Kuşu vardı. Sahi nasıldı Terzi Kuşu? Neye benziyordu? Kâkülleri, al yanakları, sinemi al kanlara boyayan bakışları nasıldı?
Ah Terzi Kuşu? Nerdesin şimdi? Hangi dağın ardında, hangi ummanın damlasında, hangi sinenin kıskacında sırlandın? Gel! Gel artık. Gel bitir şu canlara tak eden ayrılığı, bitir, ne olur! Dayanacak gücümüz, sabrımız, kararımız kalmadı bizim!
Son bir kez olsun Terzi Kuşu’nun halinden haber almak için Serçe’nin makamına gittim. Fakat ne serçe vardı, ne de üzerine konduğu dal. Her şey bir rüya gibi sırra kadem basmıştı. Bir daha ikisinden de bir haber alamadım. Ne Serçe Kuşu’ndan, ne de Terzi Kuşu’ndan… İçim dışım yangın yeri oldu. Bu yangından bana arta kalan tek şey onlardan yadigâr aşk kokusunun sindiği mısralar oldu. O mısralarla avunup durum yıllarca. Tek tesellim, tek mutluluk kaynağım aşk kokulu bu mısralar oldu.
Benim için ağladığını duydum Yollar uzak gelemedim sevdiğim. Hasretinden yanar yürek eridim Yollar uzak gelemedim sevdiğim.
Ben bir deli divaneyim bu yerde Yanar yürek hasretinle her yerde Ben bir kulum dayanamam bu yerde Yollar uzak gelemedim sevdiğim.
Bir insanın sabrı taşar bir zaman Gelse Hekim ile Lokman o zaman Kan kusarsa çare bulmaz bir zaman Yollar uzak gelemedim sevdiğim.
Şansıma mı yoksa asra kızayım Ben derdimi hangi dille yazayım Gücüm yok ki sana hemen varayım Yollar uzak gelemedim Sevdiğim.