2016 yılının ilk yarısını doldurduğumuz şu günlerde Kırşehir ve yurdumuz adeta bir motorlu araç panayırını andırmaktadır. İş öyle bir boyuta geldi ki yol kenarları, kaldırımlar, ara sokaklar sanki birer araç parkı olmuş, insanlar bunların arasından geçmek için akla karayı seçmektedir.

2016 yılının ilk yarısını doldurduğumuz şu günlerde Kırşehir ve yurdumuz adeta bir motorlu araç panayırını andırmaktadır. İş öyle bir boyuta geldi ki yol kenarları, kaldırımlar, ara sokaklar sanki birer araç parkı olmuş, insanlar bunların arasından geçmek için akla karayı seçmektedir.
Ellili yıllarda yurdumuzda motorlu araç sayısı parmakla gösterilecek kadar azdı. Araç sahibi olan kişiler bunları sürecek şoför bulmakta zorlanıyorlardı. O yıllarda şoför adayları usta şoför nezaretinde muavin gitmekle mesleği öğreniyor, yaşı ehliyet almaya reşit olunca da belediye müracaat ediyorlardı.
Belirlenen imtihan gününde adaylar belediyenin usta şoförlerince imtihan edilirdi. İmtihana giren aday aracını geri geri çıkmaz sokağa girerek park eder, sonra araçtan iner, çağrılıncaya kadar bir köşede beklerdi. Araca binen belediyenin usta herhangi bir şoförü diyelim ki o gün görevli Çerkez Hikmet, Hacıelinin Vehbi ya da Mustaaefendi araçta bir arıza yapar, “Gel evladım, direksiyon sende yürü bakalım” diye komutu verir, yerine oturan aday arızayı giderirse imtihana başlamış olur, gideremezse şansı bir sonrakine kalırdı.
Atmışlı yıllarda ehliyet verme işi belediyelerden alınarak yeni kurulan “Trafik Şube Büro Amirliklerine” verildi. Ehliyet almak isteyen şoför adayı Şoförler Cemiyeti’nden aldığı dosyayı “ İçeriğini tamamlayıp” Emniyet Teşkilatının “Trafik Şube Büro Amirliği”ne teslim ettikten sonra tam teşekküllü bir hastaneye “Şoför Olur” raporunu alması için sevk edilirdi.
O yıllarda ilimiz Kırşehir’de böyle bir hastane olmadığından adaylar genellikle Ankara’ya sevk edilirdi. Raporlar önceleri Kızılay’da Necatibey Caddesi’nde verilirken yıllar sonra Trafik Hastanesi’nden alınmaya başlanmıştı.
Ehliyetler amatör, profesyonel, ağır vasıta olmak üzere üç kademeli olurdu. Sonradan bunlara motosiklet ve traktör ehliyetleri de eklenmişti. Ehliyet almayı hak edenler derecesine göre motosiklet, traktör, otomobil, minibüs, midibüs, kamyonet, kamyon, otobüs gibi motorlu araçları kullanırdı.
Dosyasını tamamlayan şoför adaylarına imtihan günü verildi. İmtihan trafik, motor, direksiyon olmak üzere üç aşamadan ibaretti. Trafik ve motordan yazılı sınav olunurdu. Bunları geçen aday direksiyondan imtihana girerdi.
Trafik ve motordan yazılı imtihanı geçen şoför adayları kırk beş gün sonra girecekleri direksiyon imtihanı için şoför okulları olmadığından dolayı eş, dost, usta şoförlerden ya da ücret karşılığı kişilerin nezaretinde direksiyon dersi alırlardı. Şoför adayları Karakurt yolunda, Kervansaray dağındaki “at koşusu” denilen yerde, tenha köy yollarında, boş mahalle aralarında aracın kalkması, durması, direksiyon tecrübesi gibi çeşitli trafik bilgilerini öğrendikten sonra Kırşehir¬-Mucur arasındaki yolda işi pekiştirirlerdi
Yetmişli yıllara gelinirken direksiyon imtihanına karayollarından bir görevli memur, trafik şubeden bir baş komiser, (bu kişi şehrimizde uzun yıllar görev yapan Süleyman Akıncı namı değer “görevine olan titizliğinden ve zayıflığından ötürü” şehir halkımızca kendisine takılan ‘sinek’)ile şoförler cemiyetinden başkanca görevlendirilen üyelerden bir kişi olmak üzere toplam üç kişi katılırdı.
Şoförler cemiyetinden imtihana girenlerden akılda kalan; Mehmet Yılancı, Çimşidin Necmettin, (kel) Beşir Kurukafa, Mucurlu Deli Ali, İbrahim Parlak (bebe), Hakkı Saylam, Haydarın Osman gibi kişilerdi. Yeri gelmişken Kırşehir’de şoförler cemiyetini 1952 yılında Selamoğlu Enver, Muzaffer Mermer ve Hakkı Saylam’ın kurmuş olduğunu burada belirtelim
İmtihan şimdiki Kervansaray mahallesi sınırları içerisinde kalan benzinlik denen yerde başlardı. İmtihan sırası gelen aday araca binince önce aynaları ayarlar, gerekli uygulamaları yerine getirdikten sonra komiserin “yürü” komutunu beklerdi. Hareket sonrası Mucur yoluna çıkılır, Yirmiyedi evler dengine gelindiğinde komiserin“sağa dön” emriyle devam eder, sürücü adayı bu ve bu gibi çeşitli aşamalardan geçirilirken görevli kişi de trafikteki tavırlarına göre aldığı puanları elindeki karta işler, imtihan başlandığı yere gelindiğinde sona ererdi.
Hayrettin Demirkol babasının altısı kız sekiz çocuğundan birsiydi. Evleri Aşıkpaşa ilkokuluna yakın bir yerde olmasına rağmen okuyup yazmada gözü olmadığı için aklı okuluna çok uzaktı. Konu komşunun bağında, bahçesinde kuş taşlamakla, meyve–sebze yolmakla günleri geçerdi. İstemeyerek gittiği ilkokulu “çift dikişle” ancak dördüncü sınıfa kadar okuyabildi. Lokum yemeyi, takla güvercin peşinde koşmayı çok severdi. Haylazlıkta üstüne yoktu. Komşularından babasına gelen şikayetlerin önü arkası kesilmiyordu. Babası hakkı usta terzilik yaparak evinin geçimini kıt kanaat temin eden birisiydi. Hayrettin’i kulağından tuttuğu gibi“bari sanat örgensin de ilerde kimseye muhtaç olmasın” diye iş yerine götürdü. Nereden akıl eder, kim aklına girer bilinmez, Hayrettin şoför olma hayali ile yatıp kalkmaktadır. Doğru dürüst dükkâna gelmiyor, aylak aylak kamyon, otobüs gibi araç kullanan şoförlerin peşinde“ağabey beni yanına muavin al” diye yalvarmakla günleri geçiyordu. O yıllarda Kırşehir‘de ne kadar araç varsa tek tek plakalarını, sahiplerini, markalarını ayrı ayrı öğrenmeye çalıştığı günün birinde ricasını kırmayan bir kamyon şoförüne muavin durur.
Kırşehir’de ne kadar otobüs, kamyon varsa aradan geçen zaman içerisinde hepsinin tek tek muavinliğini yaparken içini kemiren şoförlük arzusuna yavaş yavaş yaklaşıyor, her şeyi pür dikkatle öğreniyor, arada müsaade alarak direksiyona da geçtiği oluyordu.
Yıllar ne çabuk geçiyordu. Hayrettin büyümüş, serpilmiş, esmer güzeli bir genç olmuştu. Babası yıllardır oğlunun içini kemiren duygularını onca mücadeleye rağmen yenememiş, onu tatmin edebilmek için adını“mavi boncuk” koydukları bir midibüsü kapıya çekmişti. Tuttuğu şoföre de “Hayrettin’i geleceğin şoförü olarak yetiştir” diye tembihlemeyi unutmamıştı.
Hayrettin ehliyet alma yaşına gelince evvela kapısına hiç uğramadığı Cumhuriyet İlkokulundan rica minnet ilkokul diplomasını aldıktan sonra muamelelere başladı. Gireceği ilk imtihan olan trafik derslerini kitaptan çok çok okumasına rağmen kafası almamakta, bütün çalışmaları boşuna gitmektedir. Birkaç kez girdiği imtihanlarda dosya yakma durumuna gelse de zar zor trafik ve motordan girdiği yazılı sınavlarını vererek direksiyona girmeyi hak etmişti. Artık gerisi kolaydı.
Yetmişli yıllarda o da artık aranan usta bir şofördü. Taksi, dolmuş, kamyon, şoförlüğünden tut ki akıla gelmedik her türlü aracı kullanabiliyordu
Mahalleden çocukluk arkadaşı memur Cemalettin Bey oğlu Oktay’ı kıramamış, ona Murat 124 marka bir otomobil almıştı. Oktay üniversitede okuyordu, mezun olurda ola ki bir iş bulamaz ise taksicilik yaparak evin geçimine katkıda bulunabilirdi. Oğluna direksiyon dersi verecek bir şoför düşünürken Cemalettin beyin aklına birden Hayrettin geliverdi. Üçü beraber Kervansaray dağı yakınındaki acemi şoförler için ayrılmış “at koşusu” denilen parkura geldiler. Oktay direksiyona geçti. Hayrettin amcasının verdiği talimatları uygularken heyecandan eli ayağı titriyor, sol ayağını debriyajdan aniden çekerken sağ ayağı ile gaza yükleniyor, haliyle otomobili stop ettiriyordu.
Çalışmalar birkaç gün devam ettikten sonra Hayrettin “ artık yolda denemek lazım” diyerek benzinlikte direksiyonu Oktay’a teslim etti. Trafik akışında Mucur’a birkaç kez gidiş geliş yaparsak Oktay işi bayağı kavrar diye düşünüyordu. Oktay arabayı hiç çırptırmadan nizami olarak hareket ettirdi. Öyle havalıydı ki, usta bir şoför olmuşçasına gaza bastıkça basıyor, otomobilin motor sesi eksozundan çıkan acı dumanla birlikte zırıl zırıl ötüyordu. Fites kolunu birinciden ikinciye atmayı akıl dahi edemiyordu. Zannediyordu ki kullandığı Murat 124 otomobil sanki otomatik fites, kendi kendine değişecek… Öyle hayallere dalmıştı ki “AL İKİYE OĞLUM, AL İKİYE !..” diye bağıran Hayrettin amcasını duymuyor, ekranda yanan hararet lambasını görmüyordu bile…