Yirminci yüzyıl, tarihin önemli kırılma anlarına sahne olan olağanüstü bir dönemdir.  Bu yüzyılda imparatorluklar yıkılmış, yeni ulus devletlerin doğmasına neden olmuştur.   I. Dünya Savaşı’nda, milyonlarca asker ve sivil hayatını kaybetmiş, her coğrafyada büyük kayıplar yaşanmıştır.

Çanakkale, Kafkasya, Galiçya, Hicaz, Filistin ve Irak cephelerinde çarpışan Mehmetçik kahramanca mücadele ederken ordumuzun yanı sıra Anadolu insanı da büyük acılar yaşadı.  I. Dünya Savaşı sonunda üç büyük imparatorluk dağılırken, etkileri günümüze kadar gelen sorunları da beraberinde getirdi.  Milletimizin döktüğü kan ve gözyaşı, günümüze sadece tarih kitaplarıyla değil; destanlarla, türkü ve ağıtlarla, gazilerin çocuklarına anlattığı anılarla taşındı.  

Bu dönemde Kafkasya cephesinde Osmanlı topraklarına saldıran Rus ordularıyla çarpışan kuvvetlerimizi, düşmanla iş birliği yapan Ermeni çeteleri arkadan vurdu. Anadolu’nun güneyinde Ermeni çeteleri Fransız ordusu içinde bize karşı savaştı. Türk milleti vatan müdafaası yaparken; Anadolu’nun çeşitli yörelerinde düşmanlarla iş birliği yapan bazı unsurlar bölgeyi kan gölüne çevirdi.

Yaşanan çatışmalar sonunda on binlerce Türk ve Ermeni hayatını kaybetti. Bu olaylar üzerine ordumuzu arkadan vuran, masum halka saldıran ve düşmanla iş birliği yapan çetelere yataklık eden Doğu vilayetlerindeki Ermeni kökenli Osmanlı vatandaşları savaşın yaşanmadığı imparatorluk sınırları içerisindeki Lübnan, Suriye ve Filistin topraklarına gönderilmek üzere tehcire tabi tutuldu. Bu, savaş koşullarında, sivillerin korunması ve vatan savunması amacıyla alınan zorunlu ve yasal bir önlemdi. Bütün şiddetiyle süren savaş koşullarında, ne yazık ki istenmeyen olaylar da meydana geldi; Türklerden de Ermenilerden de can kayıpları oldu; birçok acılar yaşandı. Bu yaşananlar günümüze kadar gelen tartışmaların da temelini oluşturdu.

Aslında Ermeniler Osmanlı Devletinde “teba-i sadıka” olarak adlandırılmış, önemli devlet görevleri verilerek itibar görmüşlerdir. Emperyalist güçler asırlar boyunca Türklerle barış içinde yaşayan Ermenileri kışkırtmış, toprak vadederek kandırmışlardır. Tarihi gerçekler çarpıtılarak, tarihten husumet çıkarmaya çabalayan bir anlayışla milletimiz suçlanmıştır. Türk milleti olarak tarihin hiçbir devrinde soykırımı suçu işlemedik; savaşta bile aman dileyene el kaldırmadık. Dini, mezhebi, etnik kökeni ne olursa olsun, hakimiyetimiz altındaki insanların bu topraklarda kardeşçe yaşamasına özen gösterdik.

24 Nisan 1915’te ne olduğuna dair tartışmalar 110 yıldan beri devam etmektedir. Bu olaylar ısrarla, kin ve garezle, siyasal ve ideolojik bir konu olarak tüm dünyaya dayatılmaktadır. Birileri yaşanan hadiseleri siyasal zemine taşıyarak, onu emperyal amaçları için kullanışlı hale getirmeye çalışmaktadır. Tarihi gerçekleri sapıtanların meselelere sağlıklı bakamayacağı ortadadır. Ayrıca bu kısır çekişmelerin ne Ermeni halkına ne de emperyalist güçlere bir çıkar sağlamayacağı çok açıktır.

Milletimizin olaylara yaklaşımı daima barış ve adaletten yanadır. Biz yalnızca haksızlıklara karşı çıkmayı değil, tarihte yaşanmış olayları da adil bir şekilde değerlendirmeyi arzu ediyoruz. Bizim hakikat mücadelemiz sadece siyasal bir kazanım değil, tüm insanlığın yararına, barıştan yanadır. Biz istiyoruz ki 1915 olaylarını içeren arşivler ortaya konsun ve olaylar bilimsel bir yaklaşımla, şeffaf ve dürüst biçimde incelensin. Çünkü Türk tarafı olarak çıkacak sonuçtan çekineceğimiz bir durum olmadığından eminiz.  Yine aynı kesinlikle inanıyoruz ki Ermeni soykırımı yalanı, gerçeklerle hiçbir bağı olmayan, sadece siyasi hesaplardan beslenen bir iftiradır.  

Bu İngiliz, Fransız veya Amerikan parlamentolarının vereceği bir karar değildir. 1915 olayları tarafsız akademisyenlerce bilimsel bir şekilde incelenmelidir. Tarihin doğru anlaşılması, ulusal ve uluslararası kamuoyuna doğru şekilde yansıtılması gereklidir. Biz elbette haklı olduğumuz bu davayı sürekli savunacağız ve yeni nesillere daha güçlü şekilde anlatacağız.

Haksızlığa uğradığını söyleyip sonra terörden medet ummak yaman bir çelişkidir. Ne yazık ki gerçekleri çarpıtanlar bilimsel gerçeklerden kaçıp teröre sığındılar. Pek çok diplomatımız şehit oldu. Bugün bu süreç, başta PKK ve YPG gibi terör gruplarıyla iş birliği şeklinde devam etmektedir. 

Osmanlı'nın çekildiği coğrafyalarda milyonlarca insanın hayatına mal olan olayları kaydeden tarihi belgeler arşivlerde durmaktadır. Yeter ki konuyu bu belgelere dayalı olarak tarihçiler tartışsın, gerçekler ortaya çıksın. O zaman dünya Türk milletinin haklı davasını anlayacaktır.

Unutmayınız: Gerçeklerin yanındaysanız, bütün dünya bir araya da gelse her zaman gerçek kazanacaktır. Bize düşen sakin ve kararlı şekilde haklı mücadelemizi devam ettirmektir.