Gökyüzünü kaplayan siyahlık, ölgünleşen yüreğimin kararmasını anımsattı… Her bakışımda biraz daha daralıyorum. Böyle havalarda dışarı çıkma isteği duymuyor, çıkmak zorunda kalırsam da yukarıya bakmamaya çalışıyorum. Sessizce etrafıma bakınıyor, önemsiz, küçük varlıklarımızın içinde bulunduğu çıkmazı veya sürüklendiğimiz uçurumların derinliğini düşünüyorum. Umudun tükenmesinin yarattığı hayal kırıklığı, buruklukla karışık bir daralmaya yol açıyor. Güzellikleri çoğaltmayı amaçlayan beynimin sıkışması, ürpertinin ağırlığı altında beni yoruyor.

Zaman tünelinde çıktığımız yolculukta, sorgusuz geçen varlığımızla, heba ettiğimiz fırsatların bizi bir daha ne zaman ziyaret edeceğini bilemeden, tükeniriz. Küçücük, değersiz varlıklarımıza atfettiğimiz ulaşmazlıkların birer hiçlik, anlamsız olduğunu kavramamız için, ebediyete yolcu ettiklerimizi film şeridi gibi gözümüzün önüne getirmemiz yeterlidir. Bu nedenle çoğumuz bir utku olarak baktığımız iktidar hırsını yakaladığımızda, hüküm etmenin dayanılmazlığını acımasızca uygularız.

Elimizdeki güç buharlaşıp uçtuğunda, yalnızlaştığımızda kendimizle hesaplaşır mıyız bilinmez. Ancak, kısacık ömürlerimizde oluşturduğumuz dünyalarımızda Kaf Dağının ardındaki masal kahramanlarına benzemek için harcadığımız olağan üstü çabalarla, okyanustaki bir damla oluşumuzu gizlemeye çalışırız. Yaşamın bize sunduğu acı deneyimlerden ne yazık ki ders almadan, yanlışlarımızdan şaşmadan yolumuza devam ederiz. Her musibetten bir nasihat çıkarmayı sürekli erteleyerek, sonraki kuşaklara yığılmış, çözümsüz sorunlar bırakmayı marifet sayarız.

Zaman ve yaşam, bizden bağımsız kendi mecrasında akıp gidiyor. Ufacık katkılarla yaratacağımız değişiklikler dışında, durdurma veya geriye götürme şansımız yok. Bütün enerjimizi dikensiz gül bahçesi yaratmaya harcasak da herkesi memnun etmeyeceğimizi bilmeliyiz. Zaman tünelinin geçirdiği değişiklikleri ve aşamaları dikkate almadan yapmaya çalıştıklarımız aynada bize yansıdığında ruhsal sarsıntının yarattığı hayal kırıklığını görür gibi oluyorum.

O halde; bizim sorunumuz nedir sorusuna yanıtlar aramamız gerekir diye düşünüyorum. Herkes, kendince farklı yanıtlar verebilir. Arayışlar içerisinde olabilir. Ancak, ben tek bir sözcükle yanıt verme gereği duyuyorum; değersizlik. En kolay sahiplendiğimiz ve kolayca heba ettiğimiz iki şeyin ardından hüzünlü bir bakış fırlatırız. Zaman ve yaşam…

Zaman, bir sonsuzluktur, hazinedir. Biz ne yapıyoruz bu sonsuzluğu ve hazineyi çarçur etmenin dışında. Kendimle olduğumda, hesaplaştığımda bunu soruyorum. Ancak, tatmin edici yanıtlar verdiğimden kuşkuluyum. Yaşamın sıradanlaştırdığı çoğunlukların da böyle bir sorunları olduğunu sanmıyorum. Nasıl başladığı, sürdüğü ve sonlandığı çok da önemli olmayan kalabalıkların zamanla ilgili bir sorunları olduğunu da düşünmüyorum.

Umudun gizemli yollarında kavramlar bazen iç içe geçer. Zamanla yaşamda olduğu gibi…Hovardaca harcadığımız, ardından pişmanlıklar fırlattığımız, günahlar çıkardığımız zamanın anlamını kavramak için derin uykulardan uyandığımız anı anımsamak yeterlidir. Dün boşa geçirdiğimiz zamanın değerini bugün anlayamıyorsak, yarın telafi etmemiz mümkün değildir. Hep ertelenerek geçen zamanın ardından fırlatılan bakışlar, yaşamın tükenişinin habercisidir. Bunu anlamak için ebedi uykuya dalmaya gerek yok.

Her yaşamla birlikte zaman tükenir. Yaşam tüketir ve terk eder zamanı… Zaman, kendi sonsuz mecrasında akıp gider. Ulaşamazsak da, yakalayamazsak da, hüküm edemezsek de var olan gerçekliği bizim değiştirme şansımız ve kudretimiz yoktur. O, bize hüküm eden güçtür.

Zaman, bir tüneldir. Koyu karanlıkta bir ışık görmek veya yaratmak; bizi korkularımızdan, hüzünlerimizden uzaklaştırıyorsa avunuruz. Sonsuz bir sevinç ve mutluluk duyarız. Yaşamın anlamını, zamanın önemini kavramışçasına… Yitirdiğimiz zamanın ardından bakarken, kaçırdığımız fırsatların hüznünü yaşarız. Acılarımızı, kederlerimizi zamanın sonsuzluğuna bırakırız dinmesi için…Yürek yaralarımızın bizi esir aldığı zamanlarda da yaşama dört elle sarılırız, değerini bilirmişçesine, anlamsızca….