Yaşar Nuri Öztürk, 23 Haziran 2016 günü Hakkın rahmetine kavuştu. Genç denilebilecek bir yaşta aramızdan ayrıldı.

Yaşar Nuri Öztürk, 23 Haziran 2016 günü Hakkın rahmetine kavuştu. Genç denilebilecek bir yaşta aramızdan ayrıldı.
Renkli, çok boyutlu, milletlerin kolay kolay yetiştiremeyeceği kişiliği ile daha uzun yıllar yaşamalıydı. Topluma, insanlığa yararlı, verimli bir şahsiyetti. Hukuk ve ilahiyat eğitim ve öğretiminin bir senteziydi. Bu iki büyük kaldıracı akademik gelişim çizgisiyle daha da yüceltmişti. Tam bir bilim adamıydı.Eski deyimiyle ‘’İnsan-ı kâmil’di. Gönlü de, kafası da yüceydi. Doruklardaydı.
Kırşehir’de yaşayan ve onu yakından takip eden bir hukukçu olarak onu kısaca anlatmak istiyorum.
Bu yüce kişilikle bir ara politikaya girdi. Başardı. Milletvekili oldu. Parti ve parlamento çalışmalarında da başarılı oldu. Ayakta durdu. Ezilip büzülmedi. Kimseye boyun eğmedi. Yaranmadı, yamanmadı. Hukuk ve ilahiyat kaldıraçlarının üzerinde durmasını bildi. Neticede kalıplaşmış parti kurallarına dayanamadı ve ayrıldı. Bağımsız parti kurdu siyaset ve particilik Yaşar Nuri’nin ruhuna uygun değildi. Kurduğu partisinden de memnun olmadı ve bıraktı.
Tek kişilik bilim-sanat-yazı, araştırma, inceleme, aydınlatma muhalefetini yeğledi. Bu alanda toplumla, milletle fikir ve ilim dünyasıyla, medyayla bütünleşti. Doğaldır ki hür medyayla bütünleşti. Medyanın eğri büğrü olanıyla değil. Bağımsız ve kişilikli olanıyla. Hür aydınla, hür basınla, hür düşünceyle kucaklaştı. Topluma altın yazılar, altın kitaplar sundu. Altın konuşmalar yaptı. Altın konferanslar verdi.
Kalemini kırmadı, satmadı. Karanlıkların üstüne tek başına yürüdü. ‘’Kindar’lar değil, gerçek dindarlar onun aşığıydı. Bu anlamda Atatürk Devrimi’nin, Atatürk Rönesansının, en büyük yorumcusu oldu. Atatürk’ün Laiklik ilkesinin, devriminin yorumunu akıl ve bilim açısından din açısından yorumlarını objektif olarak yaptı. Kabul gördü. Takdir gördü. Lâiklik atmosferiyle İslam’a en büyük hizmeti Atatürk yapmıştı.
Dini, politikanın,siyasetin elinden kurtarmıştı. Dini gerçek tahtında, gerçek kaidesinde özgür kılmıştı. Lâik olmayan İslam toplumları sürünüyordu. Ama Laik Türkiye’de din, altındı. Dinin siyasete karıştığı toplumlarda da din, tanınmaz hal alıyordu. Vahşet ve cinayet siyaseti dinle yoğuruyor ve topluma tanınmaz halde sunuyordu. İslâm dinini Lâik açıdan tam bir bilim adamı ve din adamı olarak izah ediyordu. Kitleleri inandırıyordu. İspat gücü yüksekti. Yobaz, Yaşar Nuri’yi yalanlamıyordu. Çürütemiyordu. Din bezirgânı siyasetçiler, Yaşar Nuri’ye itiraz edemiyorlardı. Bin beş yüz yıl önce irsal olunmuş Kur’an’ı lâik açıdan yüceltti, yükseltiyordu. Atatürk’ün “aklı olmayanın dini de yoktur. Dinsiz toplumların yaşamasına imkân yoktur. Din vardır ve lüzumlu bir müessesedir!”
Görüşüne uygun olarak bilimsel yorumlar getiriyordu. Bekir Coşkun’un cümleleriyle özetlersek: “Din adına işlenen bunca suça, bunca rezalete,bunca utanmazlığa rağmen;aydın ve bilinçli insanlar hâlâ Müslümansa,Yaşar Nuri Hoca onlara gerçeğini anlattığı içindir…”
Dinin akıl ve mantık işi olduğunu, İslamın akılcılığını bunların kafasına sokmayı başardı, kısmen! Bunda dört dil bilmesinin etkisi de elbette ki vardır; Farsça, Arapça, İngilizce, Fransızca…Ve de ANADİLİ TÜRKÇE’yi mükemmel kullanması!
Yaşar Nuri’nin düşünce harmanından esintiler.
“-Düşmana karşı savaşmış din adamları da vardır. Düşmanla bir olup Atatürk’e karşı savaşmış din adamı da…Sorun dinde değil, adamdadır!
--İyi insan olmak için Müslüman olmak gerekmiyor. Ama Müslüman olmak için iyi insan olmak gerekli!
--Ben, namussuz ateist görmedim. Namussuz “dinci” gördüm. Türkiye’nin açığı namuslu adam açığıdır!
--Mustafa Kemal Atatürk’e “sayın” demek yetmez. Onu da ben, umursamazlık gibi anlarım. Büyük Atatürk, aziz Atatürk, ölümsüz Atatürk, eşsiz Atatürk! Onlar bile az.
--Mustafa Kemal Atatürk’e “dinsiz” diyenlerin kendileri DİNSİZDİR! Mustafa Kemal, Haçlı işgalini kaldırmıştır. Bu toprakları yeniden kelimeyi şehadetin çocuklarına emanet etti. Her halde ondan rahatsız oluyorlar.
--İmam Hatipleri Mektepleri, oraya siyaset elini soktuktan sonra bozuldu. Yani benim içinden geldiğim İmam-Hatip zihniyet ve hukuku devam etseydi, inanın,Türkiye’nin çehresi başka olurdu. O İmam Hatip neslini katlettiler, yok ettiler!
--İmam Hatipleri, zehirle katlettiler. O zehir neydi biliyor musunuz. İlim, o kadar önemli değil. İlim, şeytanda da var. Dava adamı olun. İmam hatip nesli, benim neslim gururlanmak için bir tek gerçek biliyordu: İlimde yükselmek. İmam hatibi arka bahçe yapanlar, bu ruhu katletti!
--Türkiye’de, son yıllarda din çürütüldü. Cami sayısının artmasını dinin gelişmesi ve dindarlık mı sanıyorsunuz? Hayır! Hz. Peygamber de Kur’an’da, bunu dinde çürümenin bir alameti olarak görüyor!
--Bugün, İslam adı altında Kur’an’ın ve Peygamberimizin asla onaylamayacağı apayrı bir din oluşturulmuştur. Türkiye halbuki buna engel olabilecek bir numaralı ülkeydi. Niçin? Atatürk aydınlığı yüzünden… Onun için bakın, dikkat edin Atatürk’e çullanıyorlar devamlı.
--Türkiye, Atatürk’ü yok etmenin Anavatanı konumuna getirilmiş, Atatürk’e sövenlerin hiçbiri bir fikirden hareket etmiyor.Talimattan hareket ediyor!
--Kur’an’ı anlayan biri, insan hakkına tecavüz edenin, kamu hakkı yiyenin dini kitabı olmayacağını da bilir. İnsan haklarına tecavüz aracı yapılan camilerde ibadet edilmeyeceğini de anlar.
“Din maskeli Allah düşmanları” adlı kitabı İslam’ın özünü verir. Din soygunculuğunu, din talancılığını reddeder. Bu filozof yazar, bin küsür yıldır üstü örtülen Kur’an gerçeğinin üstünü açmış,ölümsüz gerçeği aklın ilkelerine göre yorumlamıştır..
--Egemenliğimizin daha ilk günlerinden beri (23.04.1920) karşılaştığı temel tehlikelerden birincisi irticai tehdit, ikincisi bölücü tehdittir. İrtica, dinin ihanet aracı yapılması halinde vücut bulan kötülüğün adıdır’’
--Atatürk mirasına yönelen şer, tahribatını 3 başlık altında öne çıkarmaktadır: “Kişiden gittiğinde Atatürk’e saldırmakta, ülkeden gittiğinde lâikliğe saldırmakta, kuvvet ve kurumdan gittiğinde de Türk Silahlı Kuvvetleri’ne saldırmaktadır!”
Ölümünden sonra pekçok bilim-fikir adamı görüşlerini ifade etti. Politika adamları, sanat adamları… Bunlar arasında en keskin, en özet sözler, Yılmaz Özdil’e aittir:
“…Tanıdığım en cesur insandı…Ömr-ü hayatında gazete bile okumamış zır cahil kalabalıklara, Mushaf-ı anlatmaya çalıştı.
Tehdit edildi/Linç edildi/Sürmene bıçağıydı…
Lafını esirgemedi.
Yobazla/Hurafeyle/Safsatayla/Üfürükçüyle
Din bezirgânıyla mücadele etti.
“Yobazın olmadığı her yer cennettir. Kadın yaktınız, ozan yaktınız, köpek yaktınız, orman yaktınız, yobaz varken cehenneme gerek yok! dedi.
Bu topraklarda Nutuk’tan sonra yazılmış en değerli kitabı… Cumhuriyet’in manevi manifestosu. “Allah ile Aldatmak”ı kaleme aldı.
“Mustafa Kemal devrimleri aklın prangalarını kırdı, bugün Türkiye’de Atatürk’e nankörlük yapanların Allah’ı, kitabı olabilir mi?” dedi.
Samimi dindarsan mesela… Onu dinlerken ruhunun gözü, gönlü açılıyordu, gülümsüyordun. Yok eğer “kindar”san… onu dinlerken suratının rengi değişiyordu, kızarıp bozarıyordun!’’
Müthiş tespit!
Yaşar Nuri, bir Rönesans adamıydı. İslam’ı, Kuran’ı; doğru, isabetli, yerinde yorumuyla Atatürk kültür ve düşüncesini de ayağa kaldırmıştı! Tarihte İbn-i Rüşt’te de “İslam’ı, Allah’ı akılla bulma, arama yöntemi vardı.Fikirlerin de kanatları vardır, kimse insanlara ulaşmasını engelleyemez’’ düşüncesi İbn-i Rüşt’ün dü. Bu yol Namık Kemal, Atatürk, Tevfik Fikret…Yaşar Nuri yoluydu. Akıl ve bilim!
“Zulme uşaklık, zalimlikten daha kötüdür” diyen Yaşar Nuri’ye yüzyılımızın Türk-İslam filozofu, diyebiliriz.
HAZİRAN 2016