Tuz koktu. Kokusu mide bulandırıcı. Kötülüğün hükümranlığında tuzun kokmama olasılığı yoktur. Her olağan dışının olağanlaştığı bir gezegenin kötülüklerinin merkezinde yaşamanın ızdırabı, acısı, yarası… Her gün birileri tarafından bir yerlerimizin kanatıldığı kötülük yuvasında yaşamanın azabı…

Kâbus yüklü gecelerin, yarım uykularının ardından güne yorgun, bitkin, üzgün başlamanın moral bozukluğu… Çivisi çıkmış gezegenin çivisiz ülkesinde yaşamanın, var olmanın hüznü…

Sakladığın sürece, saklandığın sürece istediğin günahı işleyebilirsin. Çünkü, o günahları kimse bir süre sonra hatırlamaz. Tarihi, zayıf belleklerden oluşur insanların. Geçmiş onların çoğu için tatlı anıların sığınağıdır. Kötülüklerin sığınağı olur mu diye sorar gibi olduğunuzu biliyorum. Her şey geçmişte gizliyken, çocukluğumuz bizim anayurdumuz iken, kaçınamayız. Ancak, günahların çetelesini kimse tutamaz. O iş Tanrıya aittir, sorgu günü sormak için. Kötülüklerin müsebbipleri büyük bir keyifle ve pişkinlikle  “Bir sor bakayım, ben o kötülükleri kimin izniyle yaptım “ deme cesaretini ve cüretini gösterir. Kötülüklerine Tanrıyı ortak etmekten çekinmez. Çünkü bütün kötülüklerine onun adıyla başlayıp, ortak etme ahlaksızlığını yapmaktan çekinmezler.

Hatırlamak bir oyundur. Okuyup, yazma oyunu. Her okuma yazma tarihe yapılan bir yolculuktur. O yolculuklar insanı geçmişe taşır. Tarihi bir yol. Uzandığın o yolda yaşanmışlıkları hatırlar, yüzleşirsin. Kendinle yüzleşme gibi… Oyun olarak başladığın o yolculuk gün olur, gerçekle buluşmana, hesaplaşmana neden olur. Keşkelerle her yüzleşme ve sonrası belki de acırsın kendine… Her acıma duygusu bir süreliğine sarsar seni… Yaşanmış toplumsal ve kişisel olaylar zincirinin hasarı seni sürükler bilinmezlikte, unutulmuşlukta kalan o derin boşluklara…

Geçmişiyle yüzleşemeyen ve hesaplaşamayan insanlık kötülükleri olağanlaştırıp sürmesine engel olamaz. Katlanmak zorundadır. Çünkü geçmişin kötülüklerini sahiplenme, bugünün ve geleceğin kötülüklerine kapıyı ardına kadar açma anlamına gelmektedir. Tuzun kokmasına engel olamayız.

Yoksulluk olağanlaştırılıp; sabır ve şükre havale edilirken yolsuzluk, hırsızlık, yağma, talan, vurgun meziyete dönüştürülür. Yalan üretim merkezi her türden kötülüğün simgesi olur. Yalanda sınır tanımayan, ahmaklaştırılan aptallar sürüsüne günah keçileri sunarak kabul ettirilir, benimsetilir, onaylatılır her türden kötülük. Çivisi çıkan insanlığın; toplumsal kötülüklere sessizliği, ortaklığı, bireysel kötülüklere isyanı aymazlık, ikiyüzlülük, ahlaksızlıktır.

Sorunların nedeni olanların sorunların çözümünü sağlamaları düşünülemez.

“Bensiz her şey felakettir” çığırtkanlığı, kendisini ülkenin merkezine yerleştirmek, geleceği kendisiyle özdeşleştirmek her türden üretkenliği, düşünceyi, değişimi reddetmektir. Biatı kalıcılaştırma, var olan farklılıkları inkâr, sorunları ağırlaştırmaktan, çözümsüzlüğe sürüklemekten başka bir şeye yaramaz. Dışlama, horlama, aşağılama, küçümseme; düşüncemizin, yaşam anlayışımızın, yönetme biçimimizin merkezine oturursa her kötülük ur gibi sarar beynimizi ve bütün organlarımızı… Etrafımızı saran sırtlanlar nemalandıkça bataklığa sürüklendiğimizin, sürüklediğimizin farkında olmayız. Gücümüzün sınırsız, hükmümüzün ebedi olduğunu sanırız. Ancak şunu unutmayın ki, her sabah uyandığımızda, aynaya baktığımızda hiçbir şeyin sınırsız ve ebedi olmadığı gerçeğini ayna bize yalın, riyasız, dürüstçe anlatır. Tabii biz anlama zorluğu çekmiyorsak… Ayrıca, birazcık tarihten ibret alıp ders çıkarmışsak; her iktidarın, muktedirliğin yaşam süresiyle sınırlı olduğu gerçeğini de…

Tarih ayrıca kötülüklerin uygulayıcılarının hayra alamet anılmadıklarını ve hep lanetlendikleri hikayelerle doludur…