Kırşehir Anadolu kentlerinde kendi kendisine yeteri kadar sebze ve meyve yetiştiren kentlerinden önemli bir şehri idi. Yanlış ve ilerisini göremeyen idarecilerin idaresizliği ve rant hesabı yapanların hatırı doğrultusunda, her seçilenin yeni bir imar planı yaptırarak şehri beton yığını haline getirenler, vicdanı muhasebesini yapmaya fırsat bulabildiler mi? Her şehre pek nasip olmayan Kılıçözü suyunun etrafındaki verimli toprakları betonlaştırıp güya şehircilik yaptığını sanan bazı seçilmişler, altında koltuk kayınca Kırşehir’i terk edip başka yerlere göç ederek, ne kadar memleket sevgisi ile beslendiğini göstermişlerdir.

Kırşehir Anadolu kentlerinde kendi kendisine yeteri kadar sebze ve meyve yetiştiren kentlerinden önemli bir şehri idi.
Yanlış ve ilerisini göremeyen idarecilerin idaresizliği ve rant hesabı yapanların hatırı doğrultusunda, her seçilenin yeni bir imar planı yaptırarak şehri beton yığını haline getirenler, vicdanı muhasebesini yapmaya fırsat bulabildiler mi?
Her şehre pek nasip olmayan Kılıçözü suyunun etrafındaki verimli toprakları betonlaştırıp güya şehircilik yaptığını sanan bazı seçilmişler, altında koltuk kayınca Kırşehir’i terk edip başka yerlere göç ederek, ne kadar memleket sevgisi ile beslendiğini göstermişlerdir.
Kusura bakmasın hiç kimse çeşitli bahaneler yaratarak kendisini savunmaya kalkmasın. Memleketi yaşanmaz bir kent haline getirdikten sonra belki yaptıkları yanlışın ayıbını taşıyamadıkları için ortalıktan sıvışmayı yeğlemişler addedilir.
Akan su havzasına konut yapılmaz, hele hele İkizarası gibi tabanı balçık olan ve deprem bölgesi olarak bilinen bir yere hiç konut yapılmazdı. Allah bir felaket yaşatmasın memleketimize. Fazla değil kırk yıl önce sabah erken kalkanlar, Güzler’den Çuğun’a kadar olan boğazı kaplayan mis gibi havayı hele yaz mevsimlerinde sulanan bağ ve bostanların kokusunu şimdi duyan var mıdır?
Kındam eriğinin, Özbağ ve Dinekbağı’nın elması nerde kaldı?
Gölgesinde oturup dinlenecek bir kaç yerden başka yer kalmadı. Belediye Bakanımız Yaşar Bahçeci’den Allah razı olsun, yanlışlığı ve doğruluğu tartışılır bir Kent Park yaptı da biraz nefes aldırdı hemşerilerine…
Fakat etrafında yükselen beton binalar hiç yakışmıyor. Yaşanan problemlerin kendisinin de kulağına gitmiş olmalı. Kent Parkın devamı Termenin yanına kadar uzanması elbette biraz daha güzele yaklaşır. Eski Buğday Pazarındaki çirkin yapılara da bir baksa daha da güzel olur diyor halk.
Sağır kulakların duyamadığı, miyop gözlerin göremediği tehlike çanlarının son vuruşu çalmadan tedbir alınmazsa, son sesi duyamayabiliriz. Tahrip edilen doğanın intikamını tahmin etmek ve yorumlamak hiç bir fayda sağlamaz.
8,5 milyar olan dünya nüfusunun 2050 yıllarında ikiye katlanacağını düşünecek olursak, hali hazırda artan nüfusun beslenme ihtiyacını karşılamada zorlanan dünya, artan insan kalabalığını nasıl besleyeceğini ilim adamları kara kara düşünüyordur her halde.
1,5 milyar insanla başı çeken Çin, ona yakın nüfus artışıyla ikinciliğini koruyan Hindistan ve Malezya Dünya’nın en kalabalık ülkeleri, acaba artan nüfusun besin ihtiyacını nasıl karşılayacak. Eline geçeni yiyen ve beslenmede pekte seçiciliği olmayan Çin için şimdilik bir problem yok gibi görünse de, artan nüfusun beslenmesi Çin’i de alternatif arayışlarına yönlendirecektir. Bu arayışlar var olan besinlerin daha fazla üretilmesi yoluna gidilecek demektir ve bu da genetiği ile oynayarak doğal besinlerin belki daha fazla üretilmesi mümkün olabilecek.
Fakat genetiği değiştirilen gıdaların besin değerini ne derece ve ne kadar koruyacağı henüz tespit edilebilmiş değil. Toprağın ekolojik yapısını koruyamayan insanlar, kendi geleceğini yani felaketini kendisi hazırlarken doğayı kirletmeye ve yok etmeye devam ediyor olması düşündürücü.
Doğada her nesnenin ve her canlının ayrı ayrı görevi vardır. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde bahsettiği Harran Ovası’ndan, tek dikili ağaç kalmazken, var olanı da katletmeye devam ettiğimiz bitki örtüsü, artık erozyonu önleyemez duruma getirilmiştir.
Evliya Çelebi güneydoğuyu anlatırken, İskenderun’da dala çıkan bir sincabın yere inmeden Bağdat’a kadar gider diye yazmış ve ormanlar o kadar ihtişamlı ki tepesine bakarken fesin yere düştüğünü yazıyor. Yani Harran ovasının ormanla kaplı olduğunu görmüş ve yazmış ünlü gezgincimiz. Yine Moğol tarihinde Timurlenk’ in 1402´de Ankara savaşında Yıldırım Beyazıt’ı nasıl yendiğini anlatırken, sık ve yüksek ormanlardan fillerini saklayarak Osmanlı ordusunun yakınlarına kadar sokulduğunu ve savaşın kazanılmasından büyük rol oynayan, zamanın tankları sayılan fillerin saklanacağı kadar orman olduğunu yazıyor. Şimdi görse ne derdi acaba Timurlenk. Yanlış tarım, yanlış ve bilinçsiz avlanma, yanlış sulama usulüyle yer altı su kaynaklarını minimuma indirme, yenisini ekleyemediğimiz yeşil alanları ve ormanları koruyamadığımız gibi var olanı da tahrip ederek oksijen kaynaklarını keserek kendi ölümümüzü kendimiz hazırladık.
Birbirine bağlı pek çok faktörleri kendi kolayına geldiği gibi kullanım, felaketin zamanlamasını daha da çabuklaştırır hale gelmiştir. İnsanlar topluca intihar ettiğinin farkında değil mi veya farkında da o yolumu seçiyor. Amerikalı güya bir bilim adamı, çoğalan nüfusu artık üzerinde yaşadığımız dünya besleyemez duruma geldi, insanların yarısı öldürülmeli diye bir çılgın ve delice fikir atmıştı da ayıplamıştık.
Acaba delinin kuyuya attığı taş doğru muydu?
Doğanı öldürmek yerine, doğumu kontrol altına almak daha akıllıca davranış olmaz mı?
Olan ve görünen problemi çözmek yerine kökten yok etmek, ilim adamının daha mı kolayına geliyor. Böyle kolay çözüm öneren ilim adamlarının eline ve insafına bırakmasın Tanrım cümlemizi.