1970’li yıllardan bu yana devletin tüm kademelerine sinsi sinsi yerleşen ve 2000 yılından sonra ciddi boyutlarda devleti ele geçiren FETÖ Terör örgütünün 15 Temmuz darbe girişimiyle gerçek yüzünü anlamaya başladı bu millet… Bu hain yapının 40 yıldır toplum içinde bir virüs gibi yaşayabilmesi ve sürekli büyümesi, yüce dinimiz İslam'ın değerlerini kullanarak olduğunu geç de olsa şimdi anladı milletimiz. Önceki gün Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan 15 Temmuz gecesi yaşanan silahlı darbe girişiminin bu sürecin en kanlı ve cüretli boyutunu teşkil ettiğini anlatırken bakın neler söylüyor: “Devlet ve millet olarak bekamızı yakından ilgilendiren bu gelişmelerin odağında yer alan Fethullahçı Terör Örgütü’nün özelliği, kendisini bir dini yapı, bir cemaat, eğitim-öğretim hizmetinde bulunan kuruluş olarak gösteriyor olmasıydı.

1970’li yıllardan bu yana devletin tüm kademelerine sinsi sinsi yerleşen ve 2000 yılından sonra ciddi boyutlarda devleti ele geçiren FETÖ Terör örgütünün 15 Temmuz darbe girişimiyle gerçek yüzünü anlamaya başladı bu millet…
Bu hain yapının 40 yıldır toplum içinde bir virüs gibi yaşayabilmesi ve sürekli büyümesi, yüce dinimiz İslam'ın değerlerini kullanarak olduğunu geç de olsa şimdi anladı milletimiz.
Önceki gün Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan 15 Temmuz gecesi yaşanan silahlı darbe girişiminin bu sürecin en kanlı ve cüretli boyutunu teşkil ettiğini anlatırken bakın neler söylüyor:
“Devlet ve millet olarak bekamızı yakından ilgilendiren bu gelişmelerin odağında yer alan Fethullahçı Terör Örgütü’nün özelliği, kendisini bir dini yapı, bir cemaat, eğitim-öğretim hizmetinde bulunan kuruluş olarak gösteriyor olmasıydı. Bu hain yapının 40 yıldır toplum içinde kanserli bir hücre gibi yaşayabilmesi ve büyüyebilmesi bu dini değerleri öne çıkartan kimliği sayesinde mümkün olmuştur. Zaman zaman duyardık ‘bunlar silahlı bir örgüt değil.’ Biz de kendilerine ‘yanlış bir tespitin içindesin, bunlar silahı vakti saati geldiğinde en iyi kullanabilecek bir örgüttür’ derdik. ‘Nasıl olur’ dediklerinde ‘bunlar TSK’nın içinde örgütlenmiş ve saati geldiğinde oradaki silahları millete doğrultabilecek karakterde olan bir örgüttür’ diyorduk, inanmıyorlardı. Bunları kalkıp açık açık meydanlarda söyleyebilecek noktada değildik. Sadece bunlar özel toplantılarımızda yaptığımız görüşmelerdi. Şimdi bu ortaya çıkıncı o dostlar gelip ‘haklıymışsın’ demeye başladılar. Milletimiz meşrebi ne olursa olsun ‘Allah, Peygamber’ diyen ibadetlerini yerine getiren, en azından böyle gözüken herkesi, her grubu olduğu gibi bu yapıya hüsnüniyet ile yaklaşmış, mensuplarını da korumuş, kollamış, desteklemiştir.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, tek parti döneminden itibaren uzun süre yanlış bir şekilde irtica paranoyasıyla devlet imkânları ile dini cemaatlerin üzerine gidildiği dönemlerde her grup gibi bu yapının da milletin kolların kanatları altında varlığını sürdürdüğünü söyledi.
Erdoğan, “Rahmetli Özel, Demirel, Ecevit, hatta biz de farklı görüşlerden siyasetçiler ve devlet adamları olmamıza rağmen bu yapıya iyi niyetle destek olduk. Açık konuşuyorum, şahsen ben de katılmadığım pek çok yönleri olmasına rağmen asgari müştereklerde buluşabildiğimiz zannı ile herkesim gibi bunlara yardımcı oldum. Yapının başında yer alan kişi ve kadro konusundaki tüm tereddütlerimize rağmen yurtiçinde ve yurtdışında yürütüyor gibi göründükleri yaygın eğitim, yardım, dayanışma faaliyetlerinin hatırına bunlara müsamaha gösterdik, hatta ‘Allah’ dedikleri için müsamaha gösterdik. Dedik ki ‘bir ortak yanımız var’ dedik. İnanın bana aynı menzile giden farklı yollardan birisi olarak gördüğümüz bu yapının sinsi hesapların aleti, aracı, örtüsü olduğunu uzun süre görmedik, göremedik. Aslına bakılırsa 2010 yılından itibaren bu tespiti paylaştığım birçok üst kademe yöneticisi arkadaşlarım var. O yıldan itibaren tavrımız değişti. Özellikle 2012 yılından sonra bu yapıyla ilgili rezervlerimizi çok açık koymuştuk. Bu dönemde hızlanan TSK kadrolarına yönelik operasyonlar ve davalarla ilgili de ciddi şüphelerim oluştu ve yetkilileri ile de bunları paylaştım. Çok yakından tanıdığım, uzun yıllar birlikte çalıştığım bazı komutanlara yöneltilen suçlamaların ve tutuklamaların gerekçeleri beni ikna etmiyordu. Aynı şekilde kamu da ve özel sektörde yapıya mensup kişilerin giriştikleri güç temerküzünden, kendilerinden olmayanlara hayat hakkı tanımayan tavırlarından ciddi olarak rahatsızlık duyuyordum. Fakat o sıralarda meseleyi kendi arkadaşlarımıza dahi anlatmak güçlük çekiyordum. 2013 yılında yaşadığımız 17-25 Aralık darbe girişimi bu hain örgütün gerçek yüzünü ilk defa tüm çıplaklığı ile ortaya koyduğu bir hamle oldu. Bunu dahi birçok arkadaşlarımızla paylaşamadık. Her şey ortadayken ve bu örgütün en başına şahsımı, şema elimize geçti, altında şuanda Başbakanımız Binali Bey, Enerji Bakanımız, oğlum, sizlerin de tanıdığınız iyi bildiğiniz işadamları bu örgütün çatısında görünen isimler oldu. Bunu dahi anlatırken birçok arkadaşlarımız inanmıyorlardı. ‘Bunlar böyle bir şeyin içine girmez.’ Bunlar çok önemli bir operasyonun adımlarını atıyorlar. Hala inanmayanların olduğunu da biliyorum. Maalesef bakıyor ama görmüyor olanların olduğunu biliyorum. Bu noktadan sonra şüphe dönemi bitti, mücadele dönemi başladı” diye konuştu.
“Rabbim de milletim de bizi affetsin”
17-25 Aralık sonrasında özellikle yargıda alınan önlemler olmasaydı bugünkü darbe girişiminin boyutunun çok daha farklı olacağını kaydeden Erdoğan, “Bu darbe girişimi muhtemelen sadece TSK içindeki bir grup silahlı teröristin değil, polisi ile yargısı ile bürokrasinin diğer unsurlarının katılımı ile çok daha büyük bir tehdit olarak karşımıza çıkacaktı. Her şeye rağmen bu hain örgütün gerçek yüzünü çok daha önceden ortaya dökememiş olmanın üzüntüsü içindeyim. Bundan dolayı hem Rabbimize hem de milletimize verecek hesabımız olduğunu biliyorum. Rabbim de milletim de bizi affetsin.”
Evet Cumhurbaşkanımız Erdoğan onların gerçek yüzünü geç fark ettiklerini ve bunun sonucunda gelinen noktada hataları bulunduğunu ifade ediyor.
Bundan sonrası herkes için önemli.
Ülkemizi yönetenler gibi geçmiş yıllarda Kırşehir’i yönetenler de, tüccar ve sanayiciler de bu yapının içinde oldu. Her fırsatta onlarla birlikte oldu, onların sorun ve sıkıntılarını çözümlemek için seferler oldular.
Şimdi Cumhurbaşkanımız gibi onlar da “yanıldıklarını, yanlış tanıdıklarını” söylüyorlar.
Evet artık herkes eğri oturup doğru konuşup kendilerine bir özeleştiri yapma zamanı.
Dün herkes bir yanlış ve hata yapmış olabilir. Bugün artık önümüze bakma zamanı. Bundan sonra hiç kimsenin, hele hele ülkemizi ve ilimizi yönetenlerin böyle bir yanlışlık yapma lüksü yok.
Bugün herkes ders alacak, yanlış yapmayacak ve ülkemizin içinde bulunun bu darboğazları ve sıkıntıları hep birlikte aşarak, içimizdeki hainleri temizleyeceğiz. Başka çaremiz yok.
Biz “Kırşehir Çiğdem” gazetesi olarak bugün FETÖ Örgütü denen Kırşehir’deki Fethullahçı uzantılarını yıllardır zaman zaman eleştirdik, haberlerine yer vermedik. Bu nedenle onun Kırşehir’deki yöneticileri bize hep şaşı baktılar, bizim ekmeğimize taş koymaya çalıştılar. Yandaşlarına bizim gazeteye ilân ve reklâm verdirmediler, aboneliklerini iptal ettirdiler.
Ne oldu?
Biz Kırşehir’de yıkılmadık, dimdik ayakta kaldık. Çünkü biz büyük Önder Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ne, onun ilkelerine, milli iradeye sımsıkı bağlı olan bir milletin evladıyız, böyle bir milletin içinde yetişmiş bir gazeteciyiz.
Onlar yıllarca devletin ve onun bunun sırtından geçindi, yükünü tuttu, köşe oldu. Haram ve haksız kazançla parlak günler yaşadılar. Şişkindiler, yanlarına kimse varamıyordu.
Bugün bunlar neredeler?
Biz süründük, itildik, kakıldık ama yıkılmadık, ayaktayız. Onurla ve şerefle Kırşehirimize hizmet vermenin çabası içinde milletimizle beraberiz.
Demokrasiye, milli iradeye saygılı yayın politikamızla 40 yıldır Kırşehir’deyiz.
Ne diyelim bu FETÖ’cülere…
Allah belalarını verdi, kazdıkları kuyuya kendileri düştü.

***
Bizim Ramazan yine yapacağını yaptı!

Kırşehir’in en eski kitap-kırtasiyecilerinden çocukluk arkadaşım, basın danışmanım Ramazan Karabulut yine yapacağını yaptı, muzipliklerine bir yenisini daha ekledi.
40 yıllık arkadaşım Ramazan Karabulut’u eşi ve çocukları gibi herkes sessiz, sakin ve soğuk birisi olarak tanırlar. Oysa o çok muzip, hoş sohbet ve şakacı biridir.
Geçenlerde eşi Meliha hanımla karşılaşmış ve arkadaşım Ramazan’ın çevirdiği muziplikleri anlatınca “Yok inanamam. Bu bizim Ramo mu? Olamaz!!!” deyi vermez mi?
İşte benim basın danışmanım Ramazan çarşı içindeki eski televizyoncu Burhan Usta’ya büyük bir kıyak çekmiş!
Burhan Usta bir süre önce Çöl Pazarı’nda gördüğü bir pantolonu almak için bir ay gidip gelmiş, fiyatı 159 lira olduğunu görünce alamamış.
Geçen hafta Burhan Usta bizim Ramazan’ın yanına gelerek “Ya Servet kardeşinden bir pantolon alacağım. 159 lira yazan etiketten ancak 19 lira indirim yapıyor, 140 liradan aşağı olmayacağını söylüyor. Ben de alamadım!” diyor.
Bunu duyan Ramazan hemen Burhan’a diyor ki “Git getir şu pantolonu da neymiş bir bakayım.”
Burhan usta “Ya olmaz, beraber gidelim!” diyor, ama Ramazan “Ya ben dükkanda yalnızım. Kapatıp gidemem. Sen getir bir bakayım” diyor.
Burhan usta gidiyor Çöl Pazarı’na aylardır beğendiği ve bir türlü pahalı gördüğü için alamadığı pantolonu Servet Beydoğan’dan izin isteyerek alıyor ve getiriyor.
Bizim Ramazan bir pantolona bakıyor, bir de üzerinde 159 lira yazan etikete…
“Ooo bayağı pahalıymış!” diyor ve çaktırmadan etiket makinesini çıkartarak 159 lira yazan etiketin üstüne 99 TL basıyor. Bizim Ramazan bu Burhan’a dönerek “Gözün kör mü bak 99 lira yazıyor” diyor.
“Yok ya 159 lira yazıyordu” diyen Burhan’ın eline pantolonu tutuşturan Ramazan “Git 99 liraya al şu pantolonu” diyor.
Bizim Burhan usta elinde pantolonla Servet Beydoğan’ın yanına gidiyor ve almak istediğini söylüyor.
Servet bir pantolona, bir de etikete bakıyor ve “Bu etiket bizim etiket değil. Yoksa Ramazan mı bastı?” dese de artık mecbur kalıyor 99 liraya pantolonu Burhan’a vermeye…
Servet, Ramazan Karabulut’a ne kadar kızsa da geri dönüş te yapamaz ve bu zararını Ramazan’dan çıkarmanın hesabını yapmaya başlar.
Ramazan işte bu…
Servet kardeşim, Ramazan’dan zararını telafi edebilir mi bilmem, ama bunu yaparsa çok zarar göreceğini de iyi bildiği için sanırım bu zararı içine sindirme yoluna gidecektir.
Yoksa?
Bizim Ramazan’ın onun başına çok çorap öreceğini iyi bilir!
Benden hatırlatması!..
***
Biraz da gülelim!

Öbür dünyadan gelme!

Bir Karadenizli, bir Kayserili ve bir Diyarbakırlı ayni trafik kazasında ölmüş..
Cenazeleri kaldırılmış. iki-üç gün geçmiş, bir de bakmışlar ki Karadenizli, çıkmış mezardan, üstünü silkeleyerek geliyor. önce büyük bir panik yasanmış haliyle, sonra bakmışlar bayağı kanlı canlı, cesaret edip yanına yanaşmış ve merakla sormuşlar:
- Yahu sen öteki dünyadan nasıl geri döndün? anlatmış:
- Öte tarafta da işler buradaki gibi yürüyormuş meğer, rüşvet, haksızlık, yolsuzluk... geri göndermek için 5 bin dolar istediler, bastım parayı geri geldim.
- Eee, diğer iki arkadaş niye gelmedi?
- Vallahi ben gelirken, Kayserili hâlâ "3.500 dolara olmaz mı, yap bir indirim de ayağımız alışsın!' diye pazarlık ediyordu.
- Ya Diyarbakırlı?
- O da 'ben vermem, devlet versin!' diye inat ediyordu…

***
Sevdiğim bir söz

“Savaşmayı göze almazsan zaferi elde edemezsin.” Richard Devos