İnsanlar dünyanın her yerinde tekdüze yaşarlar. Midelerini doldurmak için çalışmak zorundadırlar. Ruhlarını beslemek ise akıllarından çok geçmez. Midelerini doldurmak için bedeller ödemeye hazır görünseler de “kaderlerine” boyun eğerler. Güçsüz olma hissi benliklerini ele geçirmiştir. Karşılaştıkları çaresizliklerin nedenleriyle uğraşıp giderme yoluna gideceklerine ve sorgulama yapacaklarına ruhlarını okşayan birkaç sözcük sonrası yelkenleri suya indirirler. Her teslimiyetin ve kabullenişin sonraki zorlukların, çıkmazların, çözümsüzlüklerin kapısını aralamayıp sonuna kadar açacağının farkında değiller. Farkına vardıklarında ise “atı alan Üsküdar’ı” geçer misali ardından umutsuzca ve çaresizce bakarlar.

Hiçbir acı nedensiz değildir. Her acının ardından gizlenmiş bir kötülük vardır. Acının kutsiyeti tesellisi ve masalı da bu gerçeği değiştirmez.

İnsanlığın en büyük belası ve kötülük virüsü şiddettir. Sorunları gidermek için kullandığı şiddet yöntemi asırlardır insanlığın benliğini ele geçirmiş, duygularını köreltmiş, iktidar olma hırsıyla bütünleşmişken bu gezegenin acılardan kurtulması mümkün mü? Şiddetle çözmeye çalıştığı sorunlar kutsiyetler yükleyip haklılaştırmaya çalışması ise çıkmaz sokağıdır.

Her şiddet yöntemi sonraki nesillere öfke ve intikam olarak miras kalır. Ayrıca insan doğası gereği unutmaz. Birey belleği, toplum belleği iyilikler gibi kötülükleri de depolar. Dedelerinin, ninelerinin gördüğü kötülükler torunlarının benliğine kazınır. Asırlara sarkan bu miras bir gün hortlar, açığa çıkar. Bir kısır döngüye dönüşen yöntem kötülüklerin mirasçılarına da acı getirir. İnsanla birlikte yarattığı değerlerin de tüketilmesine yol açar.

“İnsan savaş gibi inanmadığı bir şey için acı çekeceğine barış gibi inandığı bir dava uğruna ölse, daha iyi değil mi?“ Yaşamın pamuk ipliğine, başkalarına bağlı olduğu bir yerde acılar katlanmanın zorluğunu anlamaya çalışıyorum. Ardımda hamaset nutuklarının sabun köpüğü gibi uçuştuğu, kahramanlık masallarının anlatıldığı, cennet vaatleriyle beyinlerin uyuşturulduğu bir ölümü asla istemiyorum. Kendi halimle, kendi doğallığımla…

“En çok ölümü seviyorum

Ölmeyi değil

Çünkü yanında yoktur iltimas

Eşitliyor herkesi bu maraz.“

Sürekli ölüme kutsiyetler yükleyerek yaşamı gereksizliğe ve anlamsızlığa sürükleyen kör vicdanların sesine de hiç tahammülüm yoktur. Çoğu sahte ve göstermelik, acımaya yönelik ruhlarla bir arada olmak ürkütüyor, irkiltiyor ve utandırıyor. Çünkü “gözyaşı bilmez neden aktığını. Ama göz bilir neye ağladığını“ anlamaların da beklemiyorum.

Yaşamın eşitsizliği içerisinde ölümün eşitliğine ulaşmak… Kendimle olmak. Başkalarının “kutsallaştırdığı“ değerlerin, çıkarların ötesinde… Ölümümün sayı değersizliğine düşürüldüğü, intikam sözcüklerinin havada uçuştuğu, gösterişli törenlerine malzeme olup sonrasında unutulduğu,bir çıkar dönüştürüldüğü bir son olmasını istemiyorum. Ölüm anında değil, öncesinde kıymetlendiğim, insan olmanın mutluluğunu tattığım bir yaşam daha anlamlıdır.