Senin çok sevdiğin yazarlar, şairler hep erken yaşta öldüler: Örneğin Tevfik Fikret (1867-1915,tam 46 yaşında), Namık Kemal (1840-1888,48 yaşında), Ziya Gökalp (1876-1924, 48 yaşında), Orhan Veli Kanık (1914-1950, 36 yaşında), Cahit Sıtkı Tarancı (1910-1956, 46 yaşında), Kemalettin Kamu (1901-1948, 47 yaşında) bu hayattan göçüp gittiler. Bir söz  vardır:  Yırtıcı kartallar fazla yaşamazmış! Sen de 39 yaşında ‘’eyvallah’’ dedin bu dünyaya.

Senin çok sevdiğin yazarlar, şairler hep erken yaşta öldüler: Örneğin Tevfik Fikret (1867-1915,tam 46 yaşında), Namık Kemal (1840-1888,48 yaşında), Ziya Gökalp (1876-1924, 48 yaşında), Orhan Veli Kanık (1914-1950, 36 yaşında), Cahit Sıtkı Tarancı (1910-1956, 46 yaşında), Kemalettin Kamu (1901-1948, 47 yaşında) bu hayattan göçüp gittiler. Bir söz  vardır:  Yırtıcı kartallar fazla yaşamazmış! Sen de 39 yaşında ‘’eyvallah’’ dedin bu dünyaya.


            Yukarıdaki şairlerin sözleri ve dörtlükleriyle süslemiştin İstanbul’da Kadıköy-Acıbadem’deki kaldığın evin duvarlarını. Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ndeki tahsilini, Kadıköy Gençlik Kolları Başkanlığın sebebiyle  uzatmıştın. Olsun! Atatürkçü bir gence, bu yoldaki çalışmaları nedeniyle  helal olsun uzatılan yıllar.. Ne diyordu o duvardaki Tevfik Fikret dörtlüğü:


            Koşan elbet varır, düşen kalkar


Kara taştan su damla damla akar birikir bir gümüş  göl olur


Arayan hakkı en sonunda bulur.


            Güzel düşün, iyi hisset, yanılma, aldanma, ne varsa doğrudadır. Doğruluk şaşar sanma! Ve… Namık Kemal’den bir dörtlük vardı cemekânlı  vitrindi.


            Altı da bir üstü de birdir yerin


Arş yiğitler vatan imdadına!


            Cümlemizin validemizdir vatan


Herkesi lütfuyla odur besleyen


            Bastı aduv göğsüne biz sağ iken


Arş yiğitler vatan imdadına!


            Orhan Veli unutulur muydu senin kitap dolabının vitrininde:


…Bilmem ki nasıl anlatsam


Size derdimi nasıl?


Gönül  yarası  desem değil


Ekmek parası desem değil


Bir dert ki, düşman başına


Dayanılır gibi değil!


Nasıl ağlasam Özgür, nasıl nasıl?


Kızılırmak misali derinden, içten.


Kimseler duymadan gürül gürül nasıl ağlasam?


Ve.. o yazılardan  bir beyit daha:


Ziya Paşa’dan, sana senden gelir ancak  bir işte  dâd lazımsa


Ümidin  kes zaferden gayrıdan imdat lazımsa.


SEVGİLİ OĞLUM,


Yapabilseydim heykelini acının gözyaşlarıyla  granitten  Çağlasaydım Çoruh  dereleri gibi Ve o Acıbadem’deki evin duvarlarındaki bir dörtlük  daha geldi aklıma. Meğer Yunus senin için söylemiş bunun da farkında değilmişiz…Bu dünyada  bir nesneye/ yanar içim, göynür özüm 


                        Yiğit iken ölenlere / Gök ekini biçmiş gibi


                        Bu kadar erken ölünür müydü Özgür’üm?


                        Nedir ki 39 yaş?


Sen ki, Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Erdal İnönü’ye  kitap satan çocuktun! Hacıbektaş şenliklerine gelmişti. O zamanlar da bu şenlikler muhteşem oluyordu. 90’lı yıllardı. Benim Atatürkçü Düşünce-Türk Rönesansı, Sosyal Güvenlik Öncüsü  Ahi Evran ve Ahilik, Hacı Bektaş Veli –lâik ulusal kültür, adlı kitaplarımı Hacıbektaş Müzesi’nin  önünde satıyordun. Heyet halinde gelen Erdal İnönü başını okşamış ve sana ‘’bunları sen mi satıyorsun küçük delikanlı’’ diyerek birer sayı almıştı. Bundan çok gönenmiştin! 5 yaşında Kırşehir’de yaptığın ayakkabı boyacılığı ile bu kitap işini birleştirmesini iyi bilmiştin. Ve.. o gece benim kâtibimle araba da uyumuştunuz.


            Lise yıllarında Orta Anadolu’ya  yayın yapan  bir radyonun spiker, dj’liğini yapmıştın. Yetenekli bir çocuktun. Üniversite yıllarında Kadıköy  CHP Gençlik Kolları Başkanlığın, iki yıl  sürmüştü. Samsun’dan Ankara’ya  bağımsızlık bayrağını taşımıştın. Bu, büyük bir olaydı. Gençlik Kolları Başkanlığından sonra avukat olunca Kırşehir’de sürdürmüştü bi süre. İnsani ilişkilerinde son derece mükemmeldi. Sana, bir iletişim uzmanı diyebilirdik! CHP Kırşehir İl örgütü’nün düzenlediği “Kadın Hakları’’ konulu  konferansta şahaneydin. Hitabetin, samimi konuşmanla dinleyicilere hakimdin. Özden ve insandırıcı bir konuşmaydı. Yazıhanenin duvarında asılı bulunan Şeyh Edebali’nin  şu sözlerinin hakkını vermiş gibiydin:


            “…Avun oğlum, avun, / Güçlüsün, kuvvetlisin,akıllısın / Kelamlısın. Ama bunları, nerede, nasıl kullanacağını bilmezsen/Öfken ve nefsin  bir olup, aklını yener / Sabah rüzgarlarında savrulup gidersen, daima sabırlı, sebatlı ve iradene sahip olasın,/ Dünya senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir./ Bütün fethedilmemiş gizemler, bilinmeyen görülmeyenler, Ancak senin erdeminle  gün ışığına çıkacaktır. Ananı atanı say! Bereket büyüklerle beraberdir.


Bu dünyada inancını kaybedersen / Yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol / Her sözü üstüne alma, gördün söyleme, bildin bilme. Sevildiğin yere sık sık gidip gelme / Kalkar itibarın muhabber olmaz. Üç kişiye acı: cahiller arasındaki alime / Zenginken fakir düşene / Hatırlı iken itibarını kaybedene ./ Unutma ki, yüksekte yer tutanlar ,aşağıdakiler kadar  emniyette değildir.


            HAKLI OLDUGUNDA MÜCADELEDEN KORKMA!/BİLESİN Kİ ATIN İYİSİNE DORU,YİĞİDİN İYİSİNE DELİ DERLER.


            Yazıhaneni akademik yuvaya dönüştüren  sözlerden biri de ‘’Gençlik Andı’’ idi. Her Türk gencinin  kalbinde, kafasında yankılanan bir ant!


Şimdi, bu andı bazı okullarda yasaklayan çakır-çukur adamlar çıksa da Türk Milleti’nin beyninden ve kalbinden  kimse çıkaramaz!


            Ofisindeki metinlerden, öğretici, didaktik alıntılardan biri daha:


            Atatürk, bağımsızlığın olduğu yerdedir.


            Atatürk, bilimin olduğu yerdedir.


            Atatürk, eşitliğin, adaletin olduğu yerdedir.


            Atatürk, barışın olduğu yerdedir.


            Atatürk, özgürlüğün olduğu yerdedir.


            Atatürk, halkının yüzünün güldüğü yerdedir.


            Atatürk, yaratıcılığın, yapıcılığın olduğu yerdedir.


            Atatürk, yalanın, dolandırıcılığın, hırsızlığın olmadığı yerdedir.


            Atatürk, güzeldedir, gerçektedir, erdemdedir.


Evet… kısa  ve altın gibi ömründe ayrılmadın Atatürkçü  Düşünce sisteminden! Bu sevgiyle yetiştin ve bu sevgiyle yaşadın! Senin Atatürk sevgin, tarihin derinliklerinden  geliyordu. Türk-İslam düşüncesine yer tutan  fikirleri de ihmal etmedin:


            Nasihatler:


Yaşlılık gelmeden gençliğin/yoksulluk gelmeden varlığın


Ayrılık gelmeden vuslatın /hastalık gelmeden sıhhatin


İş vakti gelmeden boş zamanın kıymetini bil!


Öğüdü de akademik nitelikteki  yazıhanenin  duvarlarında asılıydı.


Ve… Hz. Ali’nin  bıçkın ve yüksek karakter ifade eden  bir sözü: ‘’Bin kez mazlum ol, bir kez zalîm olma!’’


            Sen bu atmosferin çocuğuydun  sevgili Özgür, neden erken gittin, neden? Sana bu ülkenin  ihtiyacı vardı. Eşinin, çocuğunun, ailenin bu milletin ve bu ülkenin, istikbal vade.


            Tanzimat  dönemi şairlerinden Recaizade  Mahmut  Ekrem(1847-1914)’in 15 yaşında vefat eden oğlu  Nijat için yazdığı  şiir tam, sana, senin yüreğimizi  yakan acına ve bana, bize uygun! Onu alıyorum:


            Her tarafta  seni arar gözlerim


            Sana mahsus hep düşüncem, sözlerim,


            Bilsen Nijat seni nasıl özlerim!


Gittin ama yavrum 15 yaşında


Yakışmadı adın mezar taşında!


            Felek fırsat verip yaşın dolaydı


            Yılın bari yirmi beşi bulaydı


Sen gitmeden ben gideydim nolaydı?


Gittin amma yavrum on beş yaşında


Yakışmadı adın mezar taşında!


            Çocuk iken er olmaya özendin;


            Tabutunda güvey gibi bezendin


            Mezarını gerdek sandın, beğendin


            Gittin amma yavrum on beş yaşında


            Yakışmadı adın mezar taşında!


            ‘’Nijat’’ deyip  seni daim anarım,


            Hasretinle inler, ağlar, yanarım;


            Öldüğüne artık naçar, kanarım…


            Gittin amma yavrum  on beş yaşında


            Yakışmadı adın mezar taşında!


On beş yaş yerine otuz yaş tamlamasını koyduğumuz da  aynen seni anlatıyor bu üstad şair.


            Dayanılır gibi değil senin acın! Efendiliğin, cana yakınlığın, güleryüzün, samimiyetin, özverin, asaletin ve sadakatinle  geliyorsun gözlerimin önüne! Dün mezarını ziyaret ettim. Bu kez de gene Tanzimat  şairi Abdülhak Hamit’in  (1851-1937) bir beyti geldi aklıma:


            Bu taş  cebinime benzer ki, tıpkı makberdir


            Dışı durûn ile sukût, zahiri mahşerdir.


(Bu mezar taşı aynen alnıma benziyor) Dışı sessiz, sedasız fakat  iç tarafı tıpkı mahşerdir.)


            Sevgili, canım oğul, Şimdi de askerden yolladığın bir mektubun geçti elime. Onu okuyorum ve de yazıyorum. Hayatımızın romanının  bir parçası gibi:


            Kıymetli annem ve babam,


Öncelikle selam eder ellerinizden öper ve hasretle kucaklarım. Sağlığım, sıhhatim yerinde. Tek derdim: Hasret! Neyse ki, sayılı gün tez geçer  hesabı artık  60 gün sayıyoruz. İnşallah 60 gün sonra sizlere kavuşacağım.İntikal, denetlemeler derken epey zorlandık. Ancak artık rahatız. Günlerin bir an evvel ve çabuk geçmesi dileğim.


            Baba, Tomi’yi, Kâtip Aydın’ın köpeği ile çiftleştiriyormuşsunuz, bakalım yavrular nasıl olacak? Acaba yine 13 yavruya bakmak  zorunda mı kalacağız? (Tomi ilk yavruladığında 13 yavru yapmıştı)


            Baba, Bağın, üst kısmına, yani odunların olduğu yere  bostan yapmazsan sevinirim. Zira orayı çimlendirip gül bahçesi yapmak istiyorum. Haberiniz ola! Ayrıca geldiğim de de  Çuğun’a el atmam gerekiyor. Gerçekten yazık oluyor Çuğun’a! Gerçekten yazık oluyor! Yazıhaneleri de birleştirip modern bir hukuk bürosu haline getirmek istiyorum. Umarım, Özdener de İstanbul  sevdasından vazgeçer de döner Kırşehir’e…


            Annem, Sen nasılsın? Esmer oğlunu askere yollayalı kaç gün olmuş saydın mı? Kaç gün daha bekleyeceksin bilir misin? Canım annem Pelin sana çok yakışmış lan! Yani gelin olarak değil de böyle bir kızınmış gibi. De mi? Artık senin iki kızın var.


            Canım annem, kendine dikkat et, iyi bak. Tüm sözlerin bitiminde, bir şeyler söyleyemediğim zaman, insana  bir iki mısra her şeyi söyletir. İşte benim size özetleyeceğim bir şiir arka sayfa da öylece duruyor. Okuyun bakalım . (Mektubun arka sayfasını kastediyor) :


            Geçici ayrılık benimkisi,


            İlk yaz çiçeğine gebeyim,       


            Ağıtlar yazmayın adıma


            Ben ölmedim,


            Ölmeyeceğim.


                        Sıcak saklayın gecelerimi


                        Karlar altından çıkıp geleceğim


                        Düşlerinizin ateşinden 


                        Ilık bir rüzgâr gibi eseceğim.


Demlice bir çay koyun üstüne


Aç bir çocuk gibi  baseyen sobayı


Nasıl tütüyorsunuz gözlerimde


Öyle tütsün buharı.


                        Gün gelecek gecikmiş bir çocuk gibi


                        Bağıra, çağıra, koşup geleceğim!


 


                        ‘’Er mektubudur görülmüştür’’


                        Oğlunuz tankçı çavuş Özgür Vahaboğlu


 


NOT: Güvercinlerime  iyi bakın .Ve artık arsada inşaat başlasın  geciktikçe zarar etmekteyiz./ Ne yazık ki güvercinlerinin  tümünü hırsızlar yumurtalarıyla birlikte  ve kafesleriyle  çaldılar!)


 


            Adres: Özgür Vahaboğlu




  1. Zırhlı Tugay Komutan Yardımcılığı


            Karargâh Takımı/İslahiye/Gaziantep


 


            Aynı mektuba bir de not düşmüşsün  Özgürcüğüm,


            ‘’İlkokul diploması, Ortaokul diploması, Lise diploması, Üniversite diploması,


            Avukatlık ruhsatı,


 


            Alın size bir de: Çavuş diploması!  Daha ne yapayım size gardaşım? Başka diploma miploma yok! Ben bu kadar alabildim, elimden gelen bu kadar. Hem artık diploma verseler de almam! Vallahi almam! Billahi almam!” diyerek çavuş diplomanı eklemişsin.


            Ve.. bir  başka mektubun  yine asker ocağından:


Babam, annem, Kardeşim Halide, Kardeşim Özdener, Askerlik dedik, Maraş’a  geldik, ordan Antep’e. Hayat ne tuhaf, nereden nereye  savuruyor insanı! Daha dün gibi aklımda. İlkokul, orta okul, lise, üniversite.. En çok ta üniversite. İnsan, dönüp arkasına bakınca “ vay be’’ diyor.


            Burda disiplin  amiri binbaşı Fikret Aksungur’un  yanındayım. Aslen Erzurumlu iyi bir insan. Günler Fikret Binbaşı’yla  geçip gidiyor. Bir an evvel   Mayıs’ın gelmesi umuduyla. Makum tezkere tarihimiz.


            BABA! BÜYÜK REİS:


Şu arsa meselesini mektuba da taşıttın yavalla sana helal olsun. Geldiğimde inşallah 1.katı çakmış olur. Tabela da ‘’Vahaboğlu’’ ibaresini eksik etmemiş olursunuz.


            Bağda güvercinler çoğalmış. Üst tarafta bostan yapılmamış olursa iyi olur. Malûm  Haziran’da  bir düğün daha bekliyor bizi. Hazırlıklı olmak gerek.


            Yazıhaneyi haftada bir temizletirsen memnun olurum. Ama adam akıllı temizlet, öyle baştan savma olmasın.  Çok fazla bir şey yazamıyorum. Hasretle kucaklar, ellerinden öperim. Daim saygılarımla


                                   Oğlun Tankçı Çavuş


                                   Özgür Vahaboğlu (Avukat)


 


            Annem! Güzel anam! Ciğerli anam!


Nasılsın? Gurban olduğum anam, bak üniversiteyi bitiremez, dedikleri oğluna, Avukat olmuş! Daha askerlik var, diyenler vardı. Bak oğluna asker olmuş. Yani anlayacağın el ne derse desin. Allah’ın dediği olur. Pelin’le beni çekemeyen şerefsizler de  bir bok yapamaz. Allah onları bildiği gibi yapar. Sen merak etme!


            Ece  anam benim! Kızın da geldi. Tüm sınavları da geçmiş, gözünüz aydın.


Askerlik insana sevdiklerinin  değerini  anlatıyor. Bu yönü de çok iyi. Bunun dışındakiler bildik şeyler.


Anam benim. Bi çiğ börek yapsan da yesek ne var?


“Yapardım da yemezdi’’ dediğini duyar gibiyim.


Anam, anam Pelin’e (eşi) iyi bakın. Zaten bakıyorsunuzdur. Asker hali ben yine yazayım dedim.


            Halide’m, bacım, Sen neler yapıyon? Bu arada kutluyorum. Tüm dersleri geçmişsin. Sana da bu yakışır zaten. Bacım, benim kendine iyi bak. Yazacak bir şey bulamıyorum.


            Hepiniz, hepinize emanetsiniz. Bu yüzden! sırf bu yüzden


            Hepiniz, hepinize iyi bakın!


Özgür


Kardeşim Özdener, Nörüyon la? Bu ne biçim iş la? Sen anlan. Ne de olsa askerlik yaptın. Devriyem var la? Gidiyim de sonra sana uzun uzun yazarım.