Hacı Muzaffer Ozak Efendi, çoğu kişi tarafında bir sahaf ve kitapçı olarak bilinir. Ben de yıllarca öyle bildim. Ama o aynı zamanda bir âlim, bir arif, bir imam, bir mücahit ve bir gönül insanı. Kalplerin, ruhların ve akıların ilacı bir maneviyat ve aşk doktoru! Dar-ı bekaya irtihal ettiğinde henüz ilkokulda bir tıfl-ı ebcedhandım. Dünya gözüyle görmek, nur cemalini seyretmek, rûberû sohbetini dinlemek nasip olmadı.

Hazretle ilk tanışmamız akıllara, ruhlara ve gönüllere şifa sohbetlerinin derlendiği üç ciltlik İRŞAD kitabını edinmekle oldu. Yıllardır kütüphanemde okumaya doyamadığım eserlerin başında gelir. Allah kendisinden milyon kere razı olsun. Ne okuyayım diyenlere tavsiye edilecek kıymette bir külliyat. Hazrete selam olsun, himmeti daim olsun.

Gördüğü bir rüya üzerine Cerrahi Dergâhı Şeyhi Fahri Efendi’ye intisap eder. Yedi sene dergâhta hazreti şeyhin rahle-i tedrisinde seyr û sülûk eğitimini görür. Şeyhi Fahri Efendi’nin irtihaliyle Cerrahi Tarikatının dokuzuncu halifesi ve onuncu şeyhi olarak Fahri Efendi’nin yerine postnişin olur.

İstanbul Bayezid Sahaflar Çarşısı’da işlettiği kitabevi’de aynen dergâh gibi ilme ve irfana susamışların uğrak yeri bir mektep görevi görür. Kitapçı ve sahaf kimliğinden hareketle “Sahaflar Şeyhi” olarak nam yapan Hacı Muzaffer Ozak Efendi, 1916 yılında İstanbul'un Fatih ilçesinin Karagümrük semtinde dünyaya gelir. Doğduğu yıl kazanılan bir zafere nispetle kendisine Muzaffer adı verilir. Tüm hayatı boyunca bir muzaffer edasıyla yaşar.

Babası, Sultan Abdülhamit zamanında Huzur Hocalığı yapmış Konyalı Hacı Mehmed Efendi, Annesi Ayşe Hanım, Ozaklar sülâlesinden Yanbolu Halvetî Tekkesi şeyhi Seyyid Hüseyin Efendi'nin torunudur.

Muzaffer Efendi henüz altı yaşındayken babası vefat eder. Babasının vefatından sonra eğitimine babasının okul arkadaşı Şeyh Seyyid Abdurrahman Sami Saruhani’nin himayesinde başlar. Saruhani’nin erken vefatı üzerine Muzaffer Efendi eğitimine Fatih Camii başimamı Mehmed Rasim Efendi’nin yanında devam eder. Ondan Kuran-ı Kerim ve tecvid dersleri alır. Bu yıllar aile için ekonomik olarak çok parlak yıllar değildir.

Geçim sıkıntısı dolayısıyla bir taraftan çalışan, bir taraftan da eğitimini ihmal etmemeye çalışan Muzaffer Efendi, tüm şartları zorlayarak tahsil hayatına devam eder. İlim ve irfan cihetiyle istifade ettiği hocalar arasında isimleri zikredilenlerin başında “Ayaklı Kütüphane” olarak bilinen Gümülcineli Açıkbaş Mustafa Efendi, Mucurlu Mustafa Özeren Efendi’nin şeyhi Ahmet Tahir Maraşî, Nevşehirli Hacı Hayrullah Efendi, Şapka kanunundan dolayı idam edilen İskilipli Atıf Hoca, Abdülhakim Arvasi ve Şeyh Şefik Efendi gelir. Cümlesine selam olsun.

Eğitiminden sonra müezzin olarak göreve başlayan Muzaffer Efendi’nin İlk görev yeri Fatih Ali Yazıcı Camii’dir. Burayı Soğanağa Camii, Karagümrük Kefeli Camii ve Beyazıt Camii takip eder. Beyazıt Camii’nden Vezneciler Camcı Ali Camii’ne imam olarak atanır. Burası yıkıldıktan sonra Kapalı Çarşı Camii'ne imam hatip olarak atanır. Hitabeti güçlü olan Muzaffer Efendi, buradaki görevinin yanı sıra yirmi üç sene kadar Ramazan aylarında Süleymaniye Camii’nde fahri vaizlik yapar.

İmam Hatip olarak görev yaptığı Kapalıçarşı Camili Han Mescidi’ni kendi imkânlarıyla genişleterek restore eder ve buradan emekli olur. Vefatına kadar burada hem Cuma namazlarını kıldırır, hem de fahri vaiz olarak sohbetlerine devam eder. Kefeli Camii'nde müezzinlik yaptığı yıllarda Cami imamı Şâkir Efendi'den sahaflık sanatını öğrenir. 1936 yılından itibaren boş vakitlerinde Fatih Camii avlusunda kitapta satmaya başlar. Burada edindiği tecrübesini daha sonraları Beyazıt Sahaflar Çarşısı’na taşır.

Sahaf dükkânındaki renkli ve irfanî kişiliğiyle kısa sürede yurt içinden ve yurt dışından hatırı sayılır bir çevre edinir. Buna ek olarak Amerika, Avrupa, Uzakdoğu ve Balkan ülkelerine yaptığı sayısız seyahatler de eklenince popülaritesi hızla artar. Kendisine “Efendi” diye hitap eden dervişleriyle birlikte buralarda yaptığı toplu zikirler ve sohbetler hekezâ ününe ün katar, taraftarlarının çoğalmasını sağlar.

Muzaffer Efendi nev-i şahsına münhasır çok akıllı, görgülü, nüktedan, zarif bir zattır. Hat ve tezhip konuları başta olmak üzere güzel sanatların birçok dalında yetkin bir zattır. Aşkî mahlasıyla kaleme aldığı çok nefis şiirleri bulunmaktadır. Bestekârlık yönü ise hakeza. Hicaz makamındaki Ömrün Bitirmiş Virane miyem? - Allah Hû Allah güfteli meşhur ilahilerin bestesi kendisine aittir.

Telifatı da bulunan Muzaffer Ozak Efendi’nin bilinen en önemli eseri üç ciltlik sohbet kitabı İrşad’dır. Bunun dışında bilinen eserleri şunlardır: Envârû’l-Kulûb, Ziynetu’l-Kulûb, Gülizâr-ı Arifin, Aşk, Aşk Yolu: Vuslat Tarikatı, Sofiyye Sohbetleri, Halvetiler ve Halvetilik, Hz. Meryem.

Hacı Muzaffer Ozak Efendi’nin 1916 yılında İstanbul’da başlayan dünya yolculuğu tekrar 1985 yılında, 69 yaşında İstanbul’da son bulur. Karagümrük’te Can Fedâ (Kethüdâ) Camii Tevhidhanesi’nde sırlanır. Makamı âlî, himmeti daim olsun. Yerine saliklerin başına Sefer Dal Efendi geçer. Onun yerine de 20222’de vefat eden Ömer Tuğrul İnançer geçer. Onun yerine de müzisyen ve gönül adamı Ahmet Özhan postnişin olur. Teberrüken’de olsa Nureddin Cerrahî (1690-1720)’den son postnişin Ahmet Özhan’a kadar devam eden Halveti- Cerrahî şeyhlerini isimlerini zikredelim: Süleyman Veliyüddîn Efendi (1720-1745), Mehmet Hüsameddîn Efendi (1745-1754), Sertarikzâde Mehmet Emin Efendi (1754-1758), Seyyid Abdülaziz Efendi (1758-1760), Yahyâ Şerâfeddîn Efendi (1760-1770), Abduşşekûr Efendi (1770-1773), İbrahim Efendi (1773-1779, Morevî Mehmet Emin Efendi (1779-1794), Abdurrahman Hilmi Efendi (1794-1800), Mehmet Sâdık Efendi (1800 -?), Hâfız Mustafa Efendi (1800-1804), Kadı Mehmet Efendi (1804-1805), Mehmet Ârif Dede (1805-1822), Abdülaziz Zihni Efendi (1822-1853), Yahyâ Gâlip Hayatî Efendi (1853-1897), Mehmet Rıza Yaşar Efendi (1897-1912), İbrahim Fahreddîn Efendi (1912-1966), Muzaffer Ozak (1966-1985), Safer Dal (1985-1999), Ömer Tuğrul İnançer (1999-2022), Ahmet Özhan (2022-) Muzaffer Ozak Efendi’nin Kuzey Amerika’da bilinen en önde gelen halifeleri Tosun Bayrak, Lex Hixon ve Philippa de Menil’dir. Tarikat, Muzaffer Efendi’nin vefatından sonra Nur Aşkı Cerrahi Sufi Tarikatı ve Amerika Cerrahi Tarikatı olarak ikiye gruba ayrılır. İlki daha "evrenselci", daha modern karakter arz ederken, ikincisi ise "gelenekselci" muhafazakâr bir çizgiye kaydı.

Kilisede Ayin ve Papaz

Muzaffer Ozak Efendi, Amerika’da bulunduğu bir sırada namaz kılmak için bir kilisenin papazından yer sorar. Papaz Kiliseyi gösterir. Hazreti şeyh namazlarını kıldıktan sonra bir de kilise de Cerrahî âyinî icra etmek istediklerini söylerler. Ona da izin verilir. Kilise de zikir ve Kurân-ı Kerim ziyafetinden sonra papaz Muzaffer Ozak Efendi’nin yanına gelerek şöyle der: "Şeyh Efendi, buraya kadar geldiniz ve bizden

izin istediniz. Biz de sizi reddetmedik, izin verdik. Kilisemizde ibadetinizi yaptınız. Acaba biz de Türkiye'ye gelsek ve sizin camilerinizden birinde ayinimizi yapmak istesek izin verir misiniz?" der.

Muzaffer Ozak Efendi; "Hayır bu mümkün değil çünkü biz, inancımız gereği sizin peygamberlerinizi, Hz. Musa’yı da, Hazreti İsa'yı da hem seviyoruz, hem de kabul ediyoruz. Ama siz ne peygamberimizi, ne de dinimizi kabul ediyorsunuz. Onun için siz dinimizin münkirisiniz yani inkârcısısınız. Bizim gibi kabul ediyorsanız buyurun gelin istediğiniz camide ayininizi yapın” der.

Sadra Şifa Bir Cevap

Şeyh Muzaffer Ozak Efendi’nin anlattığına göre; bir Cerahî şeyhi, Boğaz' da bir yalıda bir sünnet düğününe davet edilmiş. Davette devletin ileri gelen yöneticileri de bulunmaktadır. Ev sahibi, henüz zekâsı gelişmemiş on iki yaşındaki çocuğu için Cerrahi şeyhinden dua ister. Şeyh Efendi, çocuğun yaşının ve hâlinin artık geçmiş olduğunu ve duanın fayda etmeyeceğini söyler. Bunun üzerine Avrupa'da eğitim görmüş bir doktor olan zamanın Sağlık Bakanı’nın Vekili, Şeyh efendinin duyacağı yüksek bir sesle şöyle der: "Artık böyle dert ve hastalıkların duayla muayla geçeceğine inanma devri geçti. Şimdi haplar, iğneler var. Böyle şeyleri artık bırakın."

Şeyh efendi, gururla koltuğuna kurulmuş olan Sağlık Bakanı Vekili’ne şöyle bir baktıktan sonra herkesin duyacağı yüksek bir sesle: "Behey eşek herif! Süslü püslü vekil kıyafetine bürünmüşsün, seni gören de insan sanır!" Başka bir şey demeye lüzum kalmadan Sağlık Bakanı Vekili'nin rengi sararır, morarır, hiddetten tir tir titrer, ter döker, konuşamaz, kekeler. Şeyh Efendi devam etmiş:

“Affedersiniz evladım, o kelime size hiç layık olur mu? O çirkin kelimeyi şunun için söyledim: Size hap yutturmadık, iğne vurmadık, bak bir çirkin söz sizi ne hâllere soktu, neredeyse bayılacaktınız. Peki, bir 'eşek' kelimesi insanı böyle harap ederse, Allahü Teâlâ'nın Esmâü'l-hüsnâ'sı (Güzel İsimleri) niye bunun aksini yapıp dertlerimize deva olmasın?" deyince, Sağlık Bakanı Vekili kalkıp şeyh efendinin elini öpüp af dilemiş.