Bugün yazıma bir fıkra ile başlayayım istedim.
Değerli arkadaşım, benim basın danışmanım, Ramazan Karabulut kardeşim bana bir fıkra göndermiş, bir yazımda kullanayım diye…
Fıkra bu ya bir gün akıl hastanesinde deliler namaza başlamış, doktorlar şaşırmış.
Delilerle alay etmek için fırsat arayan müdür delileri dışarı çıkarıp, “Sizi Hacı yapacağım” demiş.
Deliler sevinmiş.
Müdür delileri binanın etrafında dönmelerini ve bunun çok sevap olacağını tavaf etmiş olacaklarını söylemiş.
Hepsi dönmeye başlamışlar.
Aradan birkaç saat geçince müdür masasında oturmuş çayını içerken birden pencereden içeri taşlar yağmaya başlamış.
Kafa kırık, göz patlak bir halde çıkıp bağırmış müdür “Ne yapıyorsunuz sizzz?
Delilerden gelen cevap:
"Tavafımız bitti, şimdi şeytan taşlıyoruz!.."
Evet maalesef hepimiz birbirimizi adeta şeytan taşlar gibi taşlıyoruz.
Hiç kimse hatasını kabul etmiyor, hep karşısındakileri eleştiriyor, hatta şeytan taşlar gibi taşlıyor.
Kırşehir’e bakıyorum, insanların sıkıntısı had safhada. Siz bakmayın çarşı pazardaki kalabalığa okullar tatil, mevsim yaz, dışarıdaki gurbetçi hemşehrilerimizin gelişi ile bir nebze olsun esnafın yüzü gülse de pek çoğunun sıkıntısı had safhada.
İnsanlar gıdanın dışında mecbur olmadıkça alışveriş yapamıyor. Bu da her sektörü olumsuz yönde etkiliyor.
Bütün bunlara bir de gelen zamlar ve fiyat artışları eklenince insanların alım gücü tamamen düşmüş durumda.
Geçen ay kurban keserek elindekini avucundakini bayramda harcayan insanların bir de düğün mevsimi olunca sıkıntıları daha da arttı. Buna şimdi önümüzdeki hafta okulların açılacak olması eklenince ne yapacaklarını şaşırmış durumdalar. Tabi önümüz kış, bir de ısınma masrafı.
Yani insanların sıkıntısı had safhada iken, bir de dedikodu ve fitneyle uğraşıyor.
Umudunu fitne fesada bağlayan, birbirlerinin kuyusunu kazanlara bakıyorum da üzülmekten başka elimiz bir şey gelmiyor.
Kırşehir’de gördüklerimi, yaşadıklarımı, bize gelen şikâyetleri bazen yazmamak için direniyorum, varsa kurumlarda bir eksiklik ve yanlışlık önce yetkilileri arıyor, söylüyor ve uyarıyorum. Ama fitneciler hiç boş durmuyor, "Sıkıyorsa yazsana" diye fişekleyip duruyor.
Onlar yazmam için direttikçe, ben de yazmamak için direniyorum.
Neden yazmamakta direndiğimi yine yukarıdaki fıkraya benzer başka bir fıkra sayesinde sanırım daha net anlatabilirim.
Temel, Hac farizasını yerine getirmek üzere eşi Fadime'yi de yanına katıp Kâbe’ye gitmiş.
Sıra şeytan taşlamaya gelince Fadime kocaman taşları alıp iblise fırlatıyor. Her seferinde daha büyük bir hınçla koca koca taşları alıyor, "Kör gözüne şeytan" diyerek fırlattıkça fırlatıyor.
Elinde taş kalmayınca ayakkabısına eğilip çıkarıyor.
Tam fırlatacakken Temel yetişip kolundan tutuyor ve sinirli bir şekilde, "Sen ne yapıyorsun?" diye soruyor.
Panikleyen Fadime, "Şeytan taşlıyorum ne yapacağım?" diyebiliyor ancak.
Aldığı cevaptan tatmin olmayan Temel iyice hiddetleniyor:
"Ula manyak mısın kadın? Sen bunun kim olduğunu biliyor musun?"
Fadime, "Kim olacak şeytan iştee" deyince önce "ya sabır" çekiyor, sonra hafiften kulağına eğilip akıl vermeye başlıyor:

"Ula gözünü seveyim beni çıldırtma! Taşladığın şeytan bir zamanlar Allah'ın en sevgili meleğiymiş. Yarın onların arası düzelir, biz kötü oluruz. Sen her ihtimale karşı taşları ölçülü at!"
İşte tam da bu nedenle bazı şeyleri yazmıyorum!
Kırşehir’de siyasetçiler, bu ilin yöneticileri arasında çok şükür gördüğüm kadarı ile bir sıkıntı yok. Aralarını açmak isteyen fitne ve fesatçılar çok. Ancak sivil toplum kuruluşların başkanları arasında görüş ayrılıkları, hatta tartışmaları, iç çekişmeleri var. Olmamasını isterim ama maalesef oluyor. Hiçbir dönem bu tartışmaların önüne geçilmiyor.
Bu durum çarşıdaki esnaflar arasında da oluyor. Birisi dükkânının önüne üç-beş mal koyuyor, diğeri hemen ya tartışıyor, ya şikâyet ediyor.
Oysa komşu komşunun külüne muhtaçtır. Ama maalesef olmuyor. Birbirinin dükkânına giren müşterileri gammazlamaktan, birbirlerini yerden yere vurmaktan vazgeçmeyenler ne yazık ki her geçen gün artıyor.
Ben elbette hiç kimseyi şeytan sıfatına koyacak kadar hadsiz değilim.
Şunu anlatmaya çalışıyorum.
Ne yazık ki son dönemlerde bir hastalığa kapıldık. Hoşumuza gitmeyen veyahut beklentilerimiz ölçüsünde olmayan kim varsa, onu önce şeytanlaştırıyor, ardından da taşlamaya başlıyoruz.
Bazen özeleştiri yaparken kantarın topuzunu kaçırdıklarını kimse kabul etmiyor.
Makam için, koltuk için birbirlerine ihanet eden insanlar da az değil. Aynı kurumda çalışan, ama birbirlerinin kuyusunu kazan nicelerini duyuyorum. Sadece hayret ediyorum.
Bu durum her yerde olduğu gibi bizim basın camiasında da var. Çıkar ve menfaat için kurum ve kuruluşların yöneticilerini tehdit ve şantaj yapan, olmadığı kadar yerden yere vuranları herkes bilir.
Bu kişiler bazen bizleri de kendileri gibi olmamızı isterler, ama biz onların kuklası ya da oyuncağı olmadığımız için onlarla bir olamayız. Bundan olacak ki bazıları bizleri ona buna gammazlıyorlar. Olsun onlar mayalarının gereğini yapıyorlar.
Bu zavallılar utanıp, sıkılmadan dün yerden yere vurduklarını yazdıklarını, söylediklerini yalayıp, yutmayı iyi bildikleri için Temel'in dediği gibi, yarın onların arası düzelirse arada kalan biz olacağız.
Bu nedenle eleştirirken çok ama çok ölçülü olmakta fayda var!

***

Biraz da gülelim!

İbretlik bir Temel fıkrası

Temel, Cemal, İdris, Dursun ve birkaç arkadaşı, eski bir taka ile balık tutmaya giderler. Münasip bir yer bulup oltalarını denize salarken, Temel bilgiç-bilgiç konuşmaya başlar:
-“Arkadaşlar, ha purasu Ermeni’lerin firar ederken kullandıkları sahildur. Pen tuymuştum ki, punlar puradan kaçarken, dalgalu tenuzde patmamak için, kıymetlu eşyalarunu denuza atmuşlar. Şimdi istermisunuz, piz paluk yerune o hazinelerden pirini bulalum? Ne tersunuz uşaklar?...”
Cemal cevap verir:
-“Aaah uşağum keşke! Pen hemen ha pu takayu yenilerum…”
İdris lafa karışır:
-“Hay ağzun pal yesun, pen de hemen evlenurum da!!!”
Dursun itiraz eder:
-“Ha uşaklar n’oliyusunuz? Piz adam teğilmiyuk? Ha puraya sekiz kişiyiz, ha bu arkataşlarun kafalaru kelmu? Pize de pir hisse yok midur?”
Derken, hazine hissedarları çoğalınca, hak sahiplerine paylar azalacağı için kavga iyice kızışır. Temel hiddetli bir şekilde bağırır:
-“Ha uşaklar, pu kün ha puraya paluk tutma fikrunu pen vermiştum. Onun içun hazinenun yarusu penum hakkumdur!!!”
Cemal itiraz eder:
-“Hadi canum sende, ha pu taga penumdur, hazinenun yarusu penum hakkumdur!!!”
İdris daha çok kükrer:
-“Ha pu sahile gelmek penum fikrim idi, sizu hazinenun tam üstüne pen keturdum. Hazinenun yarusu penumdur!!!”
Dursun ve diğerleri de bu menfaatten hisse kapmak için itiraz edince, korkunç bir kavgaya tutuşurlar. Birçoğu kan-revan içinde ve üst-baş yırtılmış vaziyette sahile çıkıp şehre varırlar. İlk işleri hastanede tedavi görüp, karakola gitmek olur. Şikayetleri üzerine, oradan da acilen mahkemeye sevk edilirler ve nöbetçi hakimin karşısına çıkarılırlar. Hakim bey yoklamadan sonra şikayetlerini sorar ve Temel olanları bir-bir anlatır.
Bunun üzerine hakim tekrar sorar:
“-Böylesine canciğer arkadaşları, bu kadar yaralayacak, hastanelere ve mahkemeye kadar, birbirine düşüren o kıymetli hazineyi, ben de çok merak ettim. Şimdi nerede o hazine?...”
Hep bir ağızdan cevap verirler:
“-Hazine-mazine yok hakim bey, piz FARZ EDELUM temuştuk…”

***
Sevdiğim bir söz

Dünya herkese yetecek büyüklükte. Onun için, başkasının yerini kapmaktansa, çalışarak gerçek yerinizi bulun. Charlie Chaplin