Horasan erenleri kalkıp Anadolu’ya göç ettiklerinde bir avuç darı tanesi kadardılar ve bu topraklara saçıldılar. Öyle uzun boylu ne atları arabaları, ne topları tüfekleri vardı; açtılar, çıplaktılar. Doğu Hıristiyanlığının egemen olduğu bu coğrafyada, içi çürümüş, derde derman olma yerine “zor” kalesine sığınmış düzene yeni bir söz söylediler:

“Biz 72 millete bir nazardan bakarız.”

Niyetleri gönüller yapmak, zulmü ortadan kaldırıp söz’ü muteber kılmaktı. Daha ötesi, tanımadığı bir başkasının da derdiyle dertlenmek, insanlığın yeni dertlerine söyleyecek söz bulmak, bu coğrafya üzerinde sayısız kardeş edinmek gibi amaçları vardı.

İşte Neşet Ertaş’ın ataları bu “Bektaşi meşrep” Horasan erenlerine dayanır. Onlar ki, çekildikleri vadilerden, çocuklarına sözü ve sözün dile geleceği sazı miras bırakıp gittiler.

Onların da ellerinden gelen, çalgıcılıktı; karınlarını sazla doyurdular.

Neşet de çocuk yaşta nimet peşine düştü, düğünlerde üç kuruşa zil çalıp köçeklik etti. Ve zamanla babası Muharrem Usta’ya baka baka, sazını döven parmağı, yüreğinin emrine girdi, bize eşsiz türküler verdi.

O bir âşıktı artık... Çilekeşti “Garip”ti... Ve asla büyüklük taslamayan büyük bir dervişti. Hatta asırlara yayılan bir kültürel mirasın son temsilcisi, “yaşayan insan hazinesi”ydi...

Ama biz de kendi öz eleştirimizi yapalım şuracıkta. Biraz hoyratız değerlerimiz karşısında; sanatçımız olsun, bilim adamımız olsun, yazarımız çizerimiz olsun, hep onların kadrini, değerini ne yazık ki çok sonraları biliriz.

Neşet Usta’ya da bir ayrıcalık yapmadık; hakkını yedik, kadrini bilmedik. Türküleri ortalığı inletirken o açtı, muhtaçtı. Türkiye’de müzik dünyası onun korsan kasetlerle rantını yerken o, gurbete gidip Almanyalarda düğün çalarak ekmek aradı durdu, kendini unutturdu...

Tam 30 yıl... Onun gurbetten yurda dönmesini ve yeniden doğmasını sağlayan iki gönül adamına minnetler borçluyuz ülke olarak. Biri Sayın Genel Müdürüm Bayram Bilge Tokel -ki Neşet Usta’yı ikna eden değerdir- diğeri de rahmetle andığımız Hasan Saltık -ki onun türkülerini korsanlardan kurtarıp telifle tanıştırmıştır- bir başka değerimizdir.

Bir gazeteci onun hayat hikâyesini bir belgesele taşıyarak, hepimizin Neşet Ertaş’ı daha iyi tanımamıza yardımcı olmuştu, hatırlarsınız... O belgeselde, bir türküsünden yola çıkarak - ki türkünün sözleri Karacaoğlan’a aittir - ayrılık, yoksulluk ve ölüm kavramlarını yeniden yorumlamış; “Bir ayrılık”ta toprağından kopuşunu, “Bir yoksulluk”ta yokluğa düşüşünü, “Bir ölüm”de de babasız kalışını betimlemişti. Ne kadar doğru bir yorumdu ki babası, son nefesini vermeden önce “Sazımın emaneti” demişti ona... Ve o emanete, ibadet gibi sarıldı Neşet... Havalandırdığı türküleri, hepimizin gönlüne işledi. Hiçbirini okuduğunu sanmıyorum ama hakkında kitaplar yazıldığını, belgeselinin çekildiğini, heykelinin dikildiğini, türkülerinin kıymete bindiğini, 7’den 70’e herkes tarafından söylendiğini gördü. Sanırım bu noktada, hayatının son zamanlarında iade edilen itibarının mutluluğunu yaşayarak hayattan ilk kez tat aldı.

Neşet Ertaş; ulusal müzik kültürümüzün temel taşlarından en güçlüsüydü… Müzik dünyamızda bir devir açarak milyonları peşinde sürükleme başarısı göstererek uluslararası bir üne kavuşan tek türkücümüzdü… O, yolunda yürüyen ister okullu ister alaylı binlerce müzik adamına çığır açan, yol gösteren, adeta bir ekol yaratarak binlerce Neşet Ertaş yetişmesine zemin hazırlayan büyük bir ustaydı…

Neşet Ertaş; gönlü denizler kadar engin, yüreği Karun kadar zengin bir insanlık timsaliydi… Sazı güçlü, nefesi can veren, sözleri yürekleri okşayan, insanlığın ayağının türabı olacak kadar da alçak gönüllü bir gönül eriydi…

Sanatı ve beslendiği kaynaklar bağlamında Neşet Ertaş’ı 3 ayrı dönem içinde değerlendirmek lazım. Bunlardan ilk dönem onun babasından görüp duyduğu ve adı sanı bilinmeyen, meçhule karışmış yerel sanatçılardan dinleyerek hafızasına nakşettiği türkülerden çalıp söylediği, tabiri caiz ise büyüklerinden "veraseten" aldığı türküler dönemi... 1950’lerin sonlarına kadar süren bu dönemde Neşet Ertaş sanatçı kimliğinin temellerini atarken hayatı da düğün ortamlarında yaşadıklarıyla öğrenmiştir. Ve türkü repertuarı da bulunduğu yörenin köylerinde düğün çalan herkesin bildiği ve bilmesi gereken türkü ve oyun havalarından ibarettir.

İkinci dönem Kırşehir dışındaki ve çevre illerde çalınıp söylenen türkülere kayıtsız kalmadığını gösterdiği, o yörelerin türkülerinden yola çıkarak yeni eserler vücuda getirdiği bir dönemdir ki; Neşet Ertaş bu dönemde mükemmel bir şiir hafızasına ve olağanüstü bir müzikal anlayışa sahip olduğunu ispat etmiştir. Bu dönemde, Kırşehir dışından; Yozgat, Ankara, Nevşehir, Niğde, Aksaray, Konya, Kayseri, Mersin, hatta Sivas, Şanlıurfa, Samsun gibi illerden daha önceleri derlenmiş türkülere yeni bir çehre kazandırarak, daha sanatsal ve girift bir yapıda, müzikal zenginliği mükemmel eserler vücuda getirmiştir. “Ağla sazım”, “Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm”, “Kesik çayır”, “Gülüşün gülden güzel”, “Taşan geliyor”, “Seyretsem de yari gerçek göremem”, “Kahpe felek ne söyleyim ben sana” gibi eserler işte bu dönemim eserleridir.

· “Ağla sazım …” : Yozgat / “Ham meyvaydım kopardılar dalımdan”

· “Bir ayrılık bir yoksulluk …” : Urfa / “Gele gele geldik bir kara taşa” (1948)

· “Gülüşün gülden güzel ...” : Samsun / “Sular durulur derler” (1953)

· “Seyretsem de yâri gerçek göremem” : Silifke / “Çiçekler içinde” (1946)

· “Kesik çayır ...” : Konya / “Elinizden elinizden” (1940)

· “Kahpe felek ne söyleyim ben sana” : İç Ege / “İnce Memet”

· “Taşan geliyor ...” : Keskin / “Yaylalar içinde Erzurum yayla” (1070’li derl.)

. “Engeller koymuyor …”: Trabzon / “Engeller koymuyor yar sana varsam” (1937)

Neşet Ertaş’ın farklı yörelerde bilinen türkülerin sözlerinin değiştirilmesi noktasındaki kıvrak zekâsının ve bilgi birikiminin derinliklerinde; çocukluk yıllarında yaşama, sanata, gelenek, görenek ve adetlere ilişkin hafızasına yerleştirdiği dost meclislerindeki sohbetlerdir. Özellikle kış gecelerinde bir araya gelen belli bir yaşın üzerindekilerin muhabbetleri, anlatılan hikâyeler, kısa öyküler ve tartışılan kimi konular ona çok şey kazandırmıştır.

Neşet Ertaş’ın sanatta üçüncü ve son dönemi insanlığa dair çok çeşitli konulara parmak basan, içinde müthiş bir yaşam felsefesi taşıyan, son derece anlamlı sözler içeren, sözü ve bes-tesi kendisine ait olan eserler yarattığı dönemdir; yani Almanya dönemi... Bu dönemde hayatta öğrendiği ve yaşadığı tüm duyguları dile getirdi. Neşet Ertaş bu dönemde olgunluk dönemini yaşadı ve yoksulluk, yoksunluk, eşitlik, sevgi, barış, vicdan, dostluk, dürüstlük, saygı, insan hakkı, ilim, bilim, gibi kavramların işlendiği türküleri yarattı. Mesela; “Cahildim dünyanın rengine kandım”, “Bir anadan dünyaya gelen yolcu”, “Hep sen mi ağladın hep sen mi yandın”, “İstedim ki bu dünyada kimse cahil kalmasın”, “Hasret düştü gönlüme”, “İncitme canı incitme”, “Yürü bire yalan dünya”, “Ne yaşamış ne yaşıyor ne yaşar”, “Ey garip gönüllüm dertli yoldaşım” … gibi. Bu türküler onun yüreğinde yoğunlaşan ve yaşamından izler taşıyan duyguların söze ve saza dökülüşüdür.

Bunlar arasında daha 7- 8 yaşlarında iken annesini kaybetmesi, elverişsiz yaşam şartları, göç etmek zorunda kalmaları, göç sırasında kardeşinin ölümü, babasının askere alınmasıyla ailenin geçim sıkıntısına uğraması ve dilenciliğe mecbur kalması gibi travmatik durumlar, hayatın acı gerçeklerini dile getiren eserlerin yaratılmasına da temel olmuştur.

Bu izlerin yansıdığı eserlerindeki yöresel şive, ait olduğu toplumun yaşayan günlük dili ile türkülerini havalandırması; onun ne kadar sade ve samimi olduğunu da gösterirken, “bizden biri” olmanın da sevecenliğini gösterir.

Konuşmamın bu bölümünde bir anekdottan yola çıkarak Neşet Ertaş türkülerindeki kök salmış değerlerden ve sayılarından söz etmek istiyorum. Çoğunuz hatırlarsınız dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’la bir televizyon programındaki sigara yasağı üzerine yapılan sohbeti... Başbakan orada sigara yasağını izah ederken Neşet Baba bu duruma karşı çıkıyor, “insan hakkı”ndan bahsediyordu.

Neşet Ertaş sadece söyleşilerinde değil, hemen her türküsünde sosyal içerikli ve insana dair konulara ağırlık veriyordu.

Mesela bir araştırmaya göre onun türkülerinde adalet konusu 5 türküde, dostluk 70 türküde, dürüstlük 90 türküde, öz denetim 119 türküde, sabır 270 türküde, saygı 79 türküde, sevgi 405 türküde, sorumluluk 53 türküde, vatanseverlik 19 türküde, yardımseverlik 50 türküde kök değer biçiminde tespit edilmiştir.

Buradan şuraya varmak istiyorum; Neşet Ertaş, Anadolu Müzik Medeniyetinin önde gelen topluluklarından olan Abdalların piridir. Hak ve halk âşıklığı yolunda hizmet eden usta, “Garip” mahlası ile saf ve temiz bir Türkçe içerisinde havalandırdığı türkülerinde her zaman sevgi, saygı, sabır, dostluk, adalet, sorumluluk, vatanseverlik, yardımseverlik, akıl, bilgi ve bilime saygı gibi kavramları işleyerek halka iletmiştir.

Neşet Ertaş’ın türküleri; yetişkinlerimiz bir tarafa, ilköğretim çağındaki çocuklar için okullarda sosyal bilgiler derslerine konu olmalıdır. Yukarıda saydığımız kök değerler içeren türküler, bireylerin; olumlu, ahlaki ve insani nitelikler kazanabilmesini sağlayacak, çocuklarımızın karakter yapılanmasında da olumlu bir kültürel aktarım olacaktır.

Her şeyin başı sevgidir... Neşet Ertaş’ın türkülerinde geçen kök değerler içerisinde de sevgi değeri 405 yerde geçiyor. Bu değer türkülerde yer alan en fazla değer niteliğindedir. Türkülerin yarısından fazlasında bu değer yer almıştır. Neşet Ertaş’ın türkülerindeki dizelerde; in-sana, sevgiliye merhametli ve vefalı olmanın önemi sıkça belirtiliyor. Bu bağlamda ilköğretim programlarında kazandırılması hedeflenen kök değerlerden olan sevgi değerini ele alıp bu değerin aktarılmasını türküler aracılığıyla yapacak kimselerin Neşet Usta’nın türkülerinden yararlanmalarını önererek yazımı tamamlıyorum.