"Kırıldığını belli etmeyen insanları üzmeyin. Çünkü onlar sizi kaybetmemek için susar, aptal oldukları için değil.

"Kırıldığını belli etmeyen insanları üzmeyin. Çünkü onlar sizi kaybetmemek için susar, aptal oldukları için değil."
Bu sözü çok severim. Ne kadar anlamlı değil mi?
Bazen kırılırsın, içine atarsın. Bir sözle, bir tepki ile kırarlar seni. Olsun. Büyükler ve değer verenler asla aptal değil. Kırmamak için, bin düşünür, bir konuşurlar. Ama yine de düşüncelerini anlatamazlar.
Olsun. Siz yine de kırılmayın. Siz üzülmeyin. Mutlu yaşayın. Sağlıklı yaşayın. Bizler soğuk taşlar üzerinde oturalım. Uykusuz kalalım. Ama insanlar mutlu olsunlar.
Ha şunu söylemek istiyorum. Ne olur büyüklerinizi kırmayın. Artık onlar çocuk gibidirler. Sizi sevenleri kırmayın. O sevgi kolay kazanılmıyor.
Ben de artık yaşlandım. Kırşehir’de çok sayıda yaşlı dostum ve arkadaşım var. Onlarla konuşurum, çoğu ya eşinden, ya çocuklarından dertlidirler.
Kimisi komşusundan, kimisi torununda dert yanan insanlarımız bugün ülkemizin içinde bulunduğu zor ve sıkıntılı süreçten duydukları endişeyi dile getirirler.
Oysa şu günlük dünyada birbirimizi kırmaya, dökmeye, kavga etmeye, insanların arasına nifak sokmaya ne gerek var?
Kırşehir’de mutsuz insan manzaraları, parçalanmış aileler, kısır çekişmeler, mutsuzluklara şahit oluyor insanlar.
Dedim ya ne gerek var bunlara? İnsanların huzur ve mutlu bir ortamda yaşamalarından daha güzel ne olabilir ki?
Ama maalesef öyle olmuyor, insanların mutsuzluğundan keyif alanlar, insanların arasına nifak sokanlar çıkıyor ne yazık ki içimizden…
Bir doyumsuzluk var nedense insanoğlunun. Hiçbir şeye doymuyorlar, kanmıyorlar. Her gördüğünü istiyorlar. Bir özenti içine girmiş insanlar.
Birinde gördüğünün, daha iyisinin kendisinde olmasını istiyorlar.
Özenti dedim de aklıma Kırşehir’de yaşanmış bir hikâye geldi. İsterseniz yazıma bu hikâyeyle devam edeyim.
Elleri arkasında, avare, işsiz güçsüz dolaşıyordu. Evlerinde yediği sadece un çorbası idi. Bazı zamanlar da karnı açlıktan su değirmeni gibi gurulduyordu.
Annesinin yaptığı çorbayı içmemek için yüzünü ekşitiyor, çehre asıyordu. Babası bir verse kapıları tepikler, aksiliği depreşerek sağa-sola çatardı. Hiçbir kazancı olmadığı halde, yapılan her işin güzelliğinden yararlanmak, tadını çıkarmak istiyordu.
Babasının ve annesinin güzel sözlerinden sıkılan genç, düşünceli halde belli bir yerde gidip gelerek volta vurmaya başladı. Biraz da gelip giden akıl rahatsızlığı vardı. İşsiz güçsüz, eli boş, avare insan ne yapardı ki?
Yine eli arkasında geziyordu. Gelip giden akıl rahatsızlığının verdiği sıkıntı ile içi daraldı. Sinirleri oynadı. Heyheyleri tuttu.
Yakın komşularının çocukları neden iyi giyiniyorlar? Ceplerinde neden çok para vardı? Düzensiz düşüncelere daldı. Onların çalışarak haklı bir kazanç elde ettiklerini bir türlü hesap edemiyordu. Etse bile akıl zayıflığı ile hazıra, başkasının emeği olan servete konmak istiyordu.
Komşuları gencin huyunu bildiği için, hiçbir zaman saygı göstermiyorlar, önem vermiyorlardı. İpini sürüyüp gezen, eli boş, kimse tarafından sevilmeyen, aşağısının genç, nereden temin edildiği belli olmayan keyif verici maddelerden iki şişe rakı ile evlerine girdi.
Babası çalışmaya gitmiş, annesi ise evlerinin diğer işleri ile uğraşıyordu. Yanına hiçbir yiyecek maddesi almadan, şişenin bir tanesini istediği gibi içti.
Düşmeyecek derecede çakırkeyif olmuştu. Annesi her defasında acılı sözler söylüyordu. Babasının ağır sözleri ile iyice bunalıma giren kadın, artık böyle bir evladı evde görmek istemiyordu. Yan gelip yatıp, hiçbir kazancı olmayan, sürekli bela getirmek isteyen genç, annesi tarafından da dışlanır olmuştu.
Dışarıya bir müddet çıkmayan genç, içeride bulunan körüklü pantolonunu giydi. Yumurta topuk yaptırdığı ayakkabılarını ayağına taktı. Saçını da kısa kestirmişti. Yakasız gömleğinin ütüsü dahi yoktu. Dışarıya çıktı.
Dışlandığının farkına vararak, evden uzaklaşmak istiyordu. Ayakkabının topuklarına basarak kısa adımlarla evin etrafında gezinmeye başladı. Çakırkeyifti. Aklının kontrolü yerinden çıkmış, kötü istekle birine musallat olmak istiyordu. Bu kalın kafalı dangalak adamın yapacağı bir şey kalmamıştı. Ortalığı ezip harap etmek istiyordu. Açıkça bela arıyordu. Duvarın köşesinden bir tıkırtı duydu. Komşularının güzeller güzeli kızı, omzundaki omuzlukla tenekelerle sudan geliyordu.
Kız komşusunun oğluna nezaket gereği naz ile boyun salladı. Bu kopuk, serseri, cebinde hiç parası olmayan genç, kızın iyi niyetle boyun sallamasını, yanlış anlayarak, birden tuturağı tuttu. Elinde su tenekeleri bulunan kızın üzerine hücum etti. Andavallı, bön ve görgüsüz gencin saldırısına uğrayan kız, ani gelen bu saldırı karşısında baygınlık geçirmeye başladı. Zavallı kız, korkudan dokuz doğuruyordu. Tenekelere birer tekme savuran bu zırtapoz genç kızı dal omuz ederek evlerine doğru kaçırmaya zorluyordu. Kız heyecandan renkten renge giriyor, korkudan sesi dahi çıkmıyordu.
Pencereden olayları seyreden, komşularından külhanbey yapılı, bıçkın bir delikanlı, paldır küldür çıkarak önlerine geçti. Kızı omuzlayan genç, hâlâ evlerine doğru seğirtmek istiyordu. Kesinlikle bu işten geri dönme gibi bir niyeti yoktu. Pantolonunda, terbiye edilmiş deriden yapılmış, sahtiyan kemerini çıkaran bıçkın delikanlı, kızı omuzlayıp giden gencin, boynuna birden kement atarak yere düşürdü. Kızı elinden almayan delikanlı üzerine çullandı. Her ikisi de yerde debeleniyorlardı. Kendini bıçkın delikanlının elinden kurtaran zorba genç evlerine dar kaçtı.
Olayları haber alan kızın eli değnekli bağırgan babası avazının çıktığı kadar bağırarak, "Çık ulan dışarı! Senin çanına ot tıkayacağım. Senin leşini yere sermezsem, bu bıyıkları kazıtırım" diyerek, büyük yemin ediyordu.
Irzı kırık, namussuz, iffetsiz adam içeriden bir türlü dışarıya çıkamaz oldu. Çıksa belki de derisi gözere dönecekti. İnce, uzun, biçimli, filan boylu kızını kucağına alan adam, evine gitti. Yavaş yavaş uyanan kız, korkudan hâlâ titriyordu. Başıboş gezen, bir an heyheyleri tutarak kabadayılığa özenen genç içeriden dışarıya çıkamıyordu. Yapacağı bir iş kalmadığından serseriliğe özeniyordu. Zorla kız kaçıracak, emeksiz kazanç sağlayarak boynunu kalınlaştıracak, yanında birkaç fedaisi olacak beslenecekti.
Kendisine arkadaş gördüğü ve yanından ayrılmadığı, hokkabaz yamağı gibi soytarılık yapan arkadaşı, çoktan olayı güvenlik güçlerine bildirmişti.
Halbuki zaman zaman iki arkadaş birbirlerini ite kalka, kabaca eşek şakası yaparlardı. Ancak soytarılık yapan arkadaşı, devamlı olarak arkadaşını dile verirdi.
Güvenlik güçlerinin gelmesi ile birlikte, arkadaşı tabanlarını kaldırarak olay yerinden hızlı bir şekilde kaçtı. Fırsat bu fırsattı. Zaten bu arkadaşından nasıl kurtulacağının hesaplarını yapan hokkabaz yamağı arkadaşı, arı kovanını arkadaşının üzerine devirerek çoktan fertiği çekmişti. Birde arkadaşının durumuna gülüp, yılışıyordu. Kurtulmuştu beladan.
Olayın vahametini gören kolluk kuvvetleri genci cürmü meşhut ettiler. İsteyerek ve bilerek, taammüden yaptığı bu olay, kabul edilir cinsten değildi.
Cezalandırılmak üzere içeriden alınan gencin göğsü, hâlâ kalaycı körüğü gibi kalkıp iniyordu. İçerisinde taşıdığı sevgi yüzünden gülünç duruma düşerek görül maskarası olmuştu. Kendi kendine kıza tutkun olan genç, kızın böyle bir olaydan haberi olmadığını ve sevilmediğini hiçbir zaman hesap edememişti.
Kimsenin yanında iki paralık değeri olmayan genci kodese koydular. Üzerinde emanete alınacak parası da yoktu. İnfaz memurlarının karşısında boyun kesti. Daha içeriye girmeden işlediği cürüm kulaktan kulağa duyulmuştu.
Demir parmaklıkların arasında bir koğuşa verdiler. Girdiği andan itibaren etrafında birkaç kişi yukarıdan aşağıya bakarak, kıs kıs gülüyordu. Herkes ranzaların üzerine oturmuş tek yönlü bakışıyorlardı.
Nereye baktıklarına göz atarak, kendisi de o tarafa bakmaya başladı. O da ne? Kullanılmaktan çürük sakıza dönmüş çul minderin üzerinde oturan kocaman bıyıklı, ensesi kalın, kaşları gür bir adam. Herkes karşısında dikilmiş pür dikkat onu dinliyorlardı. Elinde kehribardan mamul şak şakı bir tespih dönüp duruyordu. İçlerinden bir tanesi, "Ağamızın çayı demlenmedi mi ulan ………….?" diye bağırdı.
Sıramı kaybolmuştu acaba? Çay demlenmemiş herkes omuz silkiyordu. Hık mık ediyorlardı. Adamın suratı davul derisine dönmüştü. Koğuş ağası aşırı öfkelenerek burnundan soluyordu. Orada bulunan insanlar hacete gelmiş gibi def-i hacet etmek üzere ayakyoluna gitmeye başladılar.
Adam et bağlamış, yanındaki taklacılar fır dönüyorlardı. Herkes bir anda dağılmış koğuş ağası ile adam yalnız kalmışlardı. Gelen gencin yedek elbisesi olmadığı gibi, yatacağı yatak dahi yoktu. Koğuş ağası biraz kabararak, “Suçun ne ulan” diyerek göz belertti. Adam teeddüp etti (utandı).
Suçunu söylese orada tepelenebilirdi. Her nedense zina, kadına kıza sarkıntılık ve namus meseleleri orada hiç kabul görmezdi. Bağdaş durumunda oturan koğuş ağasının bıyığı balta kesmiyordu. Zorbalığı arttı. Adam birden vehimlendi. Sebepsiz korkulara kapıldı. Acaba beni ne yapacaklar diyerek, düzensiz düşüncelere dalıyor, sürekli fikir yoruyordu.
Baş ağrıtıcı bir gürültü ile üzerine gelen koğuş ağası karşısında bir tavuk gibi pusmaya başladı. Adam dışarı da işlediği suçu öğrenmiş miydi acaba? Koğuş ağası zıngır zıngır ses çıkarıyordu. Yekinerek kalkan ağa, "Götürün şu adamı karşımdan" diyerek adamı başka bir yere attırdı.
Neye uğradığını bilmeyecek kadar kötü duruma düşen sevdalı adam, cin çarpmışa döndü. Cebi delik adama kimse çay bile koklatmıyordu. Devletin verdiği karavanadan yararlanarak gününü gün ediyordu.
Yapılan yargılama sonunda yaptığı hareketin karşılığını aldı. Adli makamlar yaptığı fiilen eylemine göre beş yıl ceza verdi. Bir an yapmak istediği kabadayılık sevdasının dersini aldı. Yıllarca aç susuz kodeste yattı. Ne konuşmak istedi ise herkes sözünü bitirmeye fırsat vermedi. Düşündüklerini ağzında bıraktı. Oradaki insanlar varlıklı olduğu için tepeden bakıyorlardı. Günleri çok acı geçti. Bir gün iyi halden yararlanarak bulunduğu yerden tahliye oldu.
İçeride yediği karavana yaramıştı. Çıktığı zaman bir pala bıyık bırakmıştı, bıçkınlığa soyunmuştu. Duramıyordu. "Benim döşeğim orada serili" diyordu. Toplum içerisine girdiğinde boş fıçı gibi langırdıyordu. Geliri olmayan insan ne yapar? Yine düzensiz arkadaşlarla gezmeye, insanlara karşı ağız kalabalığı yaparak avurt satmaya başladı. İnsanlara kol kabartarak kabadayılık taslıyordu. Artık kendi bildiğine gidiyor, kimsenin söylediklerine kulak asmıyordu.
Üstü başı perişan bir vaziyette olmasına rağmen, hâlâ damarı tutuyor, çukura düşmek istiyordu.
Aç kalan insan yiyeceğini sağlamak için her türlü tehlikeyi göze alır. Çalışmayan bu gençte kahvehanelerde onun bunun sırtından çay içiyor, bazı zamanlarda da göz kızgınlığı ile hareketlerini kontrol edemeyerek insanlara saldırıyordu. Bayağı külhanbeyi olmuştu. Yine kahvehanelere giderek emeksiz kazanç elde etmeye başladı. Yaptığı hareketler kabak tadı veriyordu...
Kimse haraç yedirmezdi. Orada bulunan tebeşire peynir bakışlı bir adam ile utanmazlığı eline almış dilenci yırtıklığındaki bir adamı takibe aldılar. Adam kahveye geldiğinde akla uymayan sözde nedenlerle öküz altında buzağı arıyorlardı. Adamın milletin sırtından geçinmesi zorlarına gitmeye başladı. Bu adamın yolunda giden işini aksatmak için tekerine çomak sokmak gerekli idi. Bu iki adam diğer arkadaşları ile birlikte birbirlerinin ağızlarına tükürüyorlardı. Toplum içerisinde durumu ve terbiyesi aşağı olan adam yine kahvede hant hant öterken, meşveretleşen iki kişiden bir tanesi haykırarak yukarı atladı. İki ayağı ile boynuna tekmeyi indirdi! İt canlı adam, boylu boyunca yere serildi. Orada bulunan herkes sırra kadem basmışlardı.
Saatler sonra gelen asayiş ekibi götürerek tekrar cürmü meşhut ettiler. Eski suçundaki infazı da yanan adam yine kodese girdi. Bir başka koğuş ağası oturuyordu. Manen bozguna uğrayan adam kabadayılık özentisinin sıkıntısını yağarnına aldığı tekme ile çekiyor, daha nice kabadayıların olduğunu görerek ayağa kapanıyordu.