Bilim adamlarınca Yaradan’ın insan ve hayvanlardan önce onların gereksinmelerini sağlayacak meyve, sebze ve mahsulleri, hayvanlar için yiyecekleri sonra da tüm canlıları yarattığı iddia edilir.

             Adı saymakla bitmeyen meyve çeşitlerinin içinde armudun yeri bir başkadır. Armudun ince kabuklusundan kalınına, yuvarlak bedenlisinden ucu sivri olanına, tatlısından mayhoşuna kadar çok çeşidi vardır. Yabani olan ağaçlar işin erbaplarınca aşılanarak meyvesi yenilebilir hale getirilir.

             Armut ağacı başta İç Anadolu bölgesi olmak üzere yurdumuzun her yerinde yetişir. Dünyaca meşhur armut çeşitleri olsa da ülkemizde genelde Malatya, Ankara, Deveci, Kar, Limon armudu adlarında olanları rağbet görenleridir. Armut meyvesinin getirisi olsa da ağaçların mevsimlik bakımları, tırtıl, meyve iç kurdu ve yapraklara yumurta bırakıp onların dürüm gibi dürülmesini sağlayan Düren adlı zararlı böceklere karşı ilaçlanması, sonbahar ve ilkbaharda bordo bulamaç atılması, çeşitli zamanlarda gübrelenmesi oldukça zahmet isteyen uğraşılardır.

             Sabırlı Yahya köyünde çiftçilikle karın doyurulmayacağının farkındadır. Hanımıyla ortak karar alarak “burada aç ölmektense şehirde bari aç ölelim” diyerek zaten az olan eşyalarını at arabasına yüklediği gibi şehrin yolunu tutar. Karı koca birkaç gün arabada yatıp kalksalar da kendisine bağında bahçesinde, işinde gücünde yardım edecek adam arayan kimsesiz bir ağanın evine yerleşirler. Aradan geçen yıllar içerisinde yaşlanan adam efendi, işine sözüne sadık olarak bildiği Sabırlı Yahya’ya “Oğlum ben ve hanımıma ölünceye kadar bakarsanız neyim varsa hepsi sizin olsun”…..

             Yokluktan varlığa dönüşen, bundan da asla şımarmayan Sabırlı Yahya’nın yıllar içerisinde iki oğlu olur. Elvan ve Halit adlarındaki oğullarını askerden geldikten sonra everir.

             İlk önce evlenen Elvan’ın bir kızı olur, “oğul soyun devamcısıdır” görüşünü savunan Sabırlı Yahya kucağına verilen kız çocuğuna “tahtalara çıkasın emi” der, bir iki ay sonra çocuk olur. Bir müddet sonra Halit’inde bir kız çocuğu olur, dede aynı sözü ona da tekrarlayınca tesadüf bu ya o çocuk da ölür. Bu durum üç dört kız torun ölünceye kadar devam edince hatasını anlayan Sabırlı Yahya; “Yarabbi beni affet, büyük laf etmişim, her olanda bir hayır vardır” deyip tövbe duasına durur.

             Yıllar sonra iki oğlundan dört kız torunu olur ve onlar yaşar. Sabırlı Yahya “oğlan torunum yok” diye dövünürken bir yandan da “oğlan torunum olursa armutlu bahçeyi ona vereceğim” diye gelene gidene laf yetiriyordu. Ağabeyinden önce acele eden Halit’in bir kızı daha olsa da birkaç ay sonra Elvan’ın Selami adını verdikleri bir oğlu olur. Vasiyetini yerine getiren dedenin keyfine diyecek yokken aniden rahatsızlanmasıyla ölüm salası mahalle cami minaresinden duyulur oldu.

             Eskiler; “Zaman su gibi akıp giderken onu durduracak daha henüz bir güç olmamıştır ”derler. Annesi ve babası erken ölen Selami askerden sonra bir kurumda işe başlamış birkaç yıl sonra da eşin dostun da araya girmesiyle evlenip yurt yuva sahibi olmuştu. Mesai saatlerinin artan zamanlarında veya tatil günlerinde adeta hobisi haline gelen dededen kalma bahçesinde günleri geçiyordu. Aradan geçen yıllar içerisinde haliyle bahçedeki armut ağaçlarının çoğu yaşlanmış verim veremez duruma gelmişti. Çocukluğunda dedesi onu yanına almadan armutluğa gitmezdi, bu yüzden dedesi Yahya’dan bahçe işleri, ağaç ve ağaçlandırma, onların bakımları hakkında çok şeyler öğrenmişti. Kolları sıvayarak işe bahçenin yaşlanmış işe yaramaz ağaçlarını sökerek başladı, işe yarayacak yaşlı olanların dallarını dikkatlice budadı. Çoğu yaşlıları dibindeki sürgün fidanlarına zarar vermeden sökerek bir yıl sonra onlara sağdan soldan tanıdıklarına getirttiği cins armut kalemlerini aşıladı. Armutluğun arta kalan boş yerlerini de traktöre sürdürüp gübreleterek bahçe haline getirdikten sonra hanımıyla beraber buraya çeşitli sebzeler ekerek evinin ihtiyaçlarını karşılamaya başladılar.

             Selami sözünün eri, kimsenin namusunda malında olmayan, varını olmayanla paylaşmayı seven “verdikçe bereketlenir” görüşüne inanan birisiydi. Bahçesinde armut ve bunun yanında kendi eliyle yetiştirdiği sayısı ve çeşidi fazla olmayan meyve ağaçları olsa da onun yanında armudun yeri başkaydı. Hele onların içinde bir armut ağacı vardı ki hani “yeme de yanında yat” cinsinden bir meyvesi vardı. Ağacın kalemini Bursa’dan bir arkadaşı göndermiş bunu da “belki de ben aşı tutturamam“ korkusuyla işin erbabı birisine ücretle yaşlı bir armudun dip sürgünü fidanına aşılatmıştı.

             Zamanla büyüyüp gelişen bu armut ağacının meyvesi sulu ve çok nazikti, en ufak bir darbede parçalanıp dağılıyordu. Bunu bilen Selami meyveler olgunlaşmaya başlarken ağaca çıkıyor, dallardaki meyveleri berelendirmemeye dikkat ederek tek tek toplayıp yanındaki naylon kovaya dolduruyordu. Kovayı bağlı iple aşağı indirirken kendisine yardımcı olan hanımı da bunları otomobilde bulunan büyük kovalara aynı kocası gibi özen göstererek yerleştiriyordu.

             Selami ihtiyaç fazlası meyve ve sebzeleri konu komşuyla paylaşmaktan büyük zevk alıyor, bu hevesle onların bir an önce yetişmesi ve olgunlaşmalarını bekliyordu. Son günlerde Bursa armut ağacındaki meyvelerin kendi topladığından daha fazla eksilmesi dikkatinden kaçmıyordu. Zamanla oradaki arsalara çok katlı binalar yapılmış içinde oturanlarda varlıklı kişilerdi, hırsızlığa tenezzül edecek insanlar değildi. O muhitte eskilerden sadece bahçesini inşaata vermeyen duvar duvara bahçe komşuları Camgöz Mehmet’le teyze dediği Şadiye kadın kalmışlardı. Bunlar güvenilir kişiler olduğu için yıllardır bahçeyi bu iki yaşlıya emanet etmişti, sonra ne için hırsızlık yapacaklardı. Her ikisi de hem yaşlı hem de bahçeleri armut ve diğer ‘üzeri meyve yüklü’ ağaçlarından geçilmiyordu.

             Son günlerde kendisi az meyve almasına rağmen ağaçtaki adet hattından fazla azalıyordu, bunun bir hırsızı olmalıydı ama kim? Bir Cuma günü bahçeye, oradan da bir abdest alarak yakındaki camiye gitti. Cami çıkışı Mehmet Ağa armut satıyordu, kendisine selam verip “hayırlı işler” diyerek oradan ayrılıp tekrar bahçesinin yolunu yuttu. İçine farkında olmadan bir ‘acaba’ şüphesi düştü. Kendisine daima saygı duyduğu Şadiye teyzesi evinin sokak kapısının eşiğinde garipçe oturuyordu. Hal ve hatırını sorduktan sonra asıl konuya girip meseleyi açtı. Şadiye teyzesi ‘ser verir sır vermez’ cinsinden başını yere eğerek “görmedim bilmiyorum oğlum, ben kimsenin günahını alamam” dedi.

             Camgöz Mehmet ‘den iyice şüphelenen Selami uyku durağı terk etti, dört armut onun için önemli olmasa da işin içinde şüphe ve menfaat vardı. Hani derler ya “mal canın yongası”. Camgöz Mehmet armut ve diğer meyveleri Cuma günleri cami önünde sattığı gibi kiraladığı bir taksiye yükleyerek çarşının işlek köşe başlarında da satıyordu. İşi gücü bırakan Selami iyice şüphelendiği Camgöz Mehmet’i nerede tezgah açarsa buluyor, hal hatır sorması bahanesiyle armutları inceliyordu.

             Artık Selami’nin şüphesi kalmamıştı, adam; “belli olmasın” diye çaldığı armutları kendi armutlarının içine katarak yüksek bir fiyattan da satıyordu. Selami yine de vebalde kalmamak için Şadiye teyzesine son bir defa daha sorma gereği duyup yola koyuldu. “Senden öğrendiğimi kimseye söylersem şu yeminler üzerime olsun” diyerek kadından işin gerçeğini ve Camgöz’ün meyveleri ağaçtan yalnız başına nasıl indirdiğini öğrendi. Meğer meyvenin durumunu bilen Camgöz ağaca çıktıktan sonra kovayı doldurup iple aşağı sarkıtıyor, yere inen kovanın ipini sağa sola eğerek onun yavaşça devrilmesinin sağlıyor boşalttıktan sonra tekrar yukarı çekip aynı işlemi iki üç kez yapıyormuş.

             Cuma günü cami hınca hınç doluydu. Camgöz Mehmet en ön safta yerini almıştı. Biraz sonra Selami ‘de gelip onun yanına selam verip oturdu. Ezandan sonra dört rekat cuma ilk sünnet namazı kılındı, müezzin hutbe de önceden hazırlanan kul hakkında vaaz verdi. O anda duygulanan Camgöz Mehmet’in gözünden akanlar uzun sakalını ıslatıyordu. Cuma’nın iki rekat farz ve ardından dört rekat son sünnet namazı kılındıktan sonra tesbih duası yapıldı. Ardından cami kalabalığına sevinen imam uzunca bir dua okudu. Namaz boyunca aklı fikri cami köşesine bıraktığı armutlara takılı kalan Camgöz Mehmet aceleyle tam ayağa kalkıyordu ki Selami onu ceketinin ucundan tutarak tekrar safa oturttu.

             Daha Selami kendisine bir şey demeden meseleyi kavrayan ve ne yapacağını şaşıran Camgöz’ün beti benzi simsiyah kesilirken Selami’nin “Hacı, Hacıı kıldığın namazlarla, ettiğin dualarla armudun günahlarını da affettirdin mi bari” dediğini duymuyordu bile.

ERDOĞAN ÇALIŞKAN 19 02 2023 GERÇEK YAŞANMIŞLIKLARDAN KIRŞEHİR