Türkiye’nin yirmi yılda nasıl bir tüketim toplumu olduğunu ve iğneden ipliğe kadar nasıl dışa bağımlı bırakıldığının sorumlusu çıkmıyor. Bir müddet “dış etkinler”, bir müddet “muhalefet” diye hep suçtan sıyrılma taktiğinin bitmediği ve bir sonraki seçim değil sorun daha bir kaç seçim devam edeceğe benziyor.

Yıllardır tarımda yapılanmayan reformunun, yani toprağı işleyen gerçek sahibini buluncaya kadar gıda sıkıntısını yaşayacağız.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Üçüncü Dünya Savaşı’nın hazırlıkları başladı. Yalnız diğer savaşlar gibi ağır bombardıman silahları ve atom başlıklı füzelerle beraber, daha etkili ve daha stratejik daha hayati ehemmiyet arz eden gıda silahıyla yapılacağını, tarımla ilgili diğer yazılarımda belirtmiştim. Henüz tam olarak uygulamaya geçilmese de alt yapısı yavaş yavaş hazırlanan gıda imparatorluğu doğacak, genetiği ile oynanarak bazı sebze ve hububatların hibrit tohumculuğu tek elden toplanmaya başlanmış durumda. Bunda başarılı ve kasıtlı olarak İsrail firmaları öne çıkıyor.

Dünyanın tohum bağımlılığını kendi lehlerine çevirmek için her türlü oyunu ve imkânı değerlendiriyorlar. Türkiye Anadolu’nun verimli ve Anadolu’ya özgü tohumlarını muhafaza edemedi. Adının tarım fakat yaptığı işin tarımla ilgisi olmayan bakanlık tarımın neyle ve nasıl yapıldığının farkında bile değil. Çiftçiye “Siz üretin başka şey düşünmeyin!” diyen yetkilinin iç siyasetle dışa bağımlılığımızın bitmeyeceği bilinmeli.

Çiftçiyi desteklemek yerine, elindeki tarım aletlerini haciz ettiren bir anlayış ve dışarıdan buğday alıp işleyerek tekrar ihraç etmenin sorunu çözmek yerine “biz döviz kazanıyoruz” mantığı yanlış, bu işin ticaretini yapanların sorunu. Esas olan kendi halkının ihtiyacı olan unluk buğday stokta bulundurmak hükümetin görevi.

Sınırlarımız dışında ve bizim dahil olmadığımız savaşta eğer biz etkileniyor ve kuyruklar oluşturuyorsak, bu işte bir sakatlık var.

Zamanında tedbirini almayan veya alamayan kim olursa olsun, bulunduğu makamın sahibi değildir. Savaş halindeki bir ülkede ayçiçek yağı ithal etmek ve bunu siyasi malzeme olarak kullanmak, sorunun çözümü değildir. Hele bunu büyük bir başarı olarak halka anlatmaya çalışmak hiç başarı değildir. Bütün sıkıntıların dünyada yaşanan ekonomik krize bağlamak yerine, ekonomiyi iyi yönetememek varken ve TL’nin değer kaybını önleyememek yatar.

Kırşehir bir tarım ve hayvancılık şehri. Şu yetkililerimiz oturdukları koltuklardan şöyle bir kalkıp gitsinler çiftçiye ya da besiciye. Sorsunlar sorunlarını ve sıkıntılarını. Neler yaşadıklarını birinci elden öğrenip yukarıdaki bakanlarına iletseler bu sorunlar daha kısa sürede çözümlenir diye düşünüyorum.

Neymiş efendim gıda fiyatları çok yüksekmiş, her gün zam üstüne zam geliyormuş!

Evet, doğrudur çok pahalıdır.

Peki, nedenini araştıranlar bilmiyor mu?

Yem ve saman fiyatları besicileri bitme noktasına getirmiş, tohum, gübre, mazot, ilaç vs. tarım üreticilerini belini bükmüş, siz hala bu et ve süt fiyatları, un ve diğer tüm gıda maliyetlerinin neden pahalı olduğunu mu merak ediyorsunuz.

Yapmayın ne olur!

Sonra vatandaş ne ucuz buluyorsa orada uzun kuyruklar oluşturuyor. Bunu bile muhalefete yüklüyoruz ya sözün bittiği yerdeyiz demektir!

Oysa çiftçinin girdilerini gübre, akaryakıt, suya harcanan elektriğin ve bunlara ilaç tohum masraflar da eklenince işin aslı görünür. Fakat bu sorunların hiç biri gündeme getirilmezken, varsa yoksa hayat pahalılığından muhalefeti sorumlu göstermeyi beceriksizliğin neresine koymalı.

Her şey çözülür, her sorunun bir çaresi bulunur, fakat toplumda itimatla ahlak sorunu tartışılmaya başlarsa, bunun toplum üzerinde bıraktığı hasar zor giderilir.