Şiir üzerine bir deneme kitabı okudum, Veysel Çolak’ın Şiir Diyalektik Değilse kitabı (Klaros Yay., Ankara, 2019). Şu okuduklarım yaşayıp da yapamadıklarımın, önleyemediklerimin, kime nereye tepki göstereceğimi bilemediklerimin özeti gibiydi: “Durmadan sormak, sorgulamak zorundadır insan; yoksa doğayı, toplumu, bireyi anlaması, yorumlaması, değiştirme sürecine girmesi olanaksızlaşır. Bu gerekliliğe karşın kimsenin sorular sorup yanıt olabilecek davranışlara girmeyişi, bu çağın en büyük açmazıdır. Kendisi için bile eylemsizdir birey, kendiliğinden bir canlıdır. Dayatılan ekonomik eşitsizliği, antidemokratik uygulamaları, politik işkenceleri, özgürlük kısıtlamalarını, faşizan baskıları; kısaca her türlü toplumsal çirkinliği iliklerine kadar yaşamak zorunda bırakılmasına karşın birey geri çekilmeye, içine kapanmaya devam ediyor. Öte yandan, her geçen gün çirkin olanın peşine takılanların, çirkinleşenlerin sayısı da artıyor. Yaşamın biricik öznesi olan bireyi yitiriyoruz. Yaşamın her alanında eylemsiz, etkisiz, olayların akışına kapılmış, itiraz etmeyen; kısacası, edilgin bir insan tipiyle karşı karşıyayız. Durmadan etkiler alan ama tepki vermeyen, öfkesini yitirmiş, gördükleri karşısında deliye dönmeyen bu insan tipinin yaşamı onarması ve yeniden kurgulaması çok zor. Herkes kadar şairin de içerisinde olduğu fotoğraf budur.” (A.g.y., s.9)

Dedelerimiz ebelerimiz öldüğünde sağ olan büyüklerimiz bir araya gelip bırakıt (miras) konusunu çözmemişler. Kızlara söz düşmemiş oğlanlar da boş vermişler. Neden? Yazıda sözü edilen ekonomik eşitsizlik sürüp gitsin diye. Sorsan her biri Müslümandır, hacca gitmeye can atar, kul hakkı yememek gerektiğini bilir. Haydi o zaman daha ne bekliyoruz, iş daha da sarpa sarmadan bir araya gelip tarlaları bölüşelim ya da para isteyene paralarını verelim dediğinizde kimseyi yanınızda bulamıyorsunuz. Daha Kaman’ın yolu, mahkeme orada deyip çıkıyorlar.

Sözde hakkımızı alalım, mahkemeyse açalım, sen bu işi yaparsın biz sana para toplayalım diyenler yılları bulan dava sürecinde bir kez para verdilerse ikincide üçüncüde yan çizerler, verdim ya yetmedi mi, hiç vermeyenlerden al ya da dava bitince yatan paradan al deyip kestirip atarlar. Böyle düşen çok davalar olmuştur. Siz zamandan, emekten, paradan ödün vererek davayı sonuçlandırıp açık artırma günü geldiğinde aylardır gizli saklı iş tutanlar ortaya çıkıverirler. Alabileceğiniz düşük fiyatlı yoz iki tarlayı bile size çok görüp açık artırmada karşınıza çıkarlar. Bunu yapanlar köylünün arsız, ahlaksız, her şey beklenir dediği kişiler olsa gam yemezsiniz. Karşınıza çıkanlar elbet önce senin hakkın diyen aile dostu bildiğiniz, dernekten, siyasetten aynı davayı güttüğünüz sayıp sevdiğiniz en yakın arkadaşlarınızdan birileridir. Bu şunu gösteriyor: geçmişte de vardı ama hiç böylesi su yüzüne çıkmamıştı; birey, toplum olarak gittikçe artan bir hızla yozlaşıyoruz.

Peki yozlaşma yalnızca bireylerde mi? Ne gezer! Her yeri, en alt kademeden en üst kademeye varıncaya dek tüm üstyapı kurumlarını da, kamu kurumlarını da sarmış durumda. İşte yine yaşadığım aynı konu üzerinden örnek vereyim. Açık artırma bitti. Dedemin 16 parça yerinden ancak birini güçlükle alabildim. Parası çok bulunan bir yere girmek isteyen ikinci artırmada bir kez daha yarı fiyatına düşecek beklentisiyle girmemiş. Burası kaldı ikinci satış gününe. Oysa bilselermiş böyle bir şey olmadığını o da satılacakmış. Devlet satılan yerlerin parasının 10 gün içinde yatırılmasını zorunlu tutuyor.

Peki kendisi yatan paraları hak sahiplerine ne zaman yatıracak? En yakın 45 gün sonra. Neden? Önce bir ay sonraki ikinci satış günü, sonra onu izleyen 15 gün daha  beklenecekmiş. Şimdi bu adil mi? Hak sahiplerine para dağıtmaya gelince ikinci satış gününü bekle, kendi alacağına gelince 10 gün içinde öde de! Döviz kurlarının, enflasyonun anlık değiştiği ülkemizde bu uygulama hiç de demokratik değil. Nereye, kime, kimlerle birlikte tepki göstereceğiz. Tam bir çaresizlik, yozlaşma içinde çuvala doldurulmuş kediler gibi birbirimizi tırmalayıp duruyoruz.

(AÇIKLAMA: Kütüphane Çağcıl İşleyiş İlkel başlıklı yazımdan dolayı Kırşehir İl Kültür ve Turizm Müdürü Halil Çalışır bey incelik gösterip telefonla beni aradı. Kütüphanenin eksiklerini kabul etti, giderilir anlamda olumlu sözlerde bulundu. Bir de eksiğimi söyledi: Başarılı sevilen kütüphane müdürü Şehnaz Taş’ın bir inceleme sonucu geçici görevle Mucur’a gönderildiğini şimdiyse yaklaşık üç aydır Kırşehir Merkez’deki eski görevinin başında olduğunu söyledi. Teşekkür ediyorum, hem eksiğimi gösterdiği hem de daha dikkatli olmam gerektiğini anımsattığı için. Şunda birleştik: ister yurttaş olalım isterse kamu yöneticisi ortak derdimizdir Kırşehir.) 

(iletişim: [email protected])