Öğretmen bir arkadaşımla sohbet ederken bana ilginç bir olay anlattı. Bu olay beni çok düşündürdü ve etkiledi. 
Biz öğretmenler öğrencilerini tanımak için bilgi formları ve sohbet etkinlikleri yapıp, o çocuğun ailesini ve yaşadığı ortamı iyisiyle kötüsüyle bilmek isteriz ki o öğrenciye ulaşabilelim.
Arkadaşımda aynı yöntemlerle öğrencilerini tanımaya çalışıyor.Öğrencilerine evde akşam ailece vakitlerini nasıl geçirdiklerini anlatan bir resim yapmalarını istiyor. 
Sınıftaki öğrencileri, evdeki yaşantılarını anlatan birbirine benzeyen resimler yapıp öğretmenlerine gösteriyorlar. Fakat içe kapanık bir kız öğrencisinin yaptığı resim arkadaşımın dikkatini çekiyor.
O güne kadar ailesiyle ilgili olumsuz bir durumdan hiç bahsetmeyen bu öğrencisi, abisiyle, kardeşiyle oyunlar oynadığını anlatır, çok güzel zamanlarından bahsedermiş.
Fakat yaptığı resim de babasını masada kaşları çatık, sinirli halde çizmiş.  Masadaki   içki şisesini ayrıntılarına kadar resmetmiş. Annesini ise örgü örerken, üzgün ve mutsuz, gözünden yaşlar akarken çizmiş. Arkadaşım bu tablo karşısındaki şaşkınlığını gizlemeye çalışıp, “Tamam canım güzel resim çizmişsin” diyerek teşekkür edip öğrencisini göndermiş. Üç çocuklu bu ailenin sakin mutlu bir ortamları olduğunu zannederken bu resim, arkadaşımın kafasını karıştırmış.
Aradan birkaç gün geçtikten sonra ev ziyaretleri yapan arkadaşım öğrencisinin annesiyle sohbet ediyor ve öğrencisinin çizdiği resimle annesinin anlattıklarının aynı olduğunu anlıyor. Babanın akşamları içip, evde huzursuzluk çıkardığını, çocukların korkudan gıkını bile çıkaramadıklarını anlatıyor anne.
Hiç düşündünüz mü? Psikologların danışanlarına “Çocukluğunuza inmeliyiz” sözünü neden söylediklerini. Çocuklukta yaşanan üzücü bir olay, şiddet, hakaret unutulmayacak bir travmaya dönüşebiliyor. Kafasındaki bu travmayı onarmadan mutlu olması çok zor.  Bizim çocuklara yaşattığımız sorunlar ileride onları ne çok etkiliyor bir bilseniz.
Biz büyükler olarak burada çocuklarımıza mutlu, huzurlu bir yuva, sıcak bir aile ortamı yaratmalıyız. Çünkü çocuklarımız, anne ve babasından gördüğü hayatı, onların yaşattıklarını, hissettirdiklerini bir ömür üzerlerinde taşıyorlar. Çocukluğu mutlu huzurlu geçen bir çocuğun gelecekteki yaşantısı  sağlam temeller üzerine kuruluyor. Öz güveni yüksek bireyler karşılaştıkları problemleri daha rahat atlatabiliyor.
    Verebileceğimiz en büyük zenginlik koşulsuz sevgi, hata yaptığında hoşgörü. Bunun varlıkla yoklukla da ilgisi yok aslında. Her istediğini alamayabiliriz ama neden alamadığımızı doğru sözcüklerle anlatabiliriz. Sevindirmek mutlu etmek ille de almakla vermekle olmuyor. 
    İyi iletişimin yerini ne doldurabilir? Gerçekten onu sabırla dinlemek, yeri geldikçe onaylamak, haklı olduğunda hak vermek, yanlış yaptığında; “Seni anlıyorum, neden yaptığını biliyorum ama bir de karşı tarafı düşünelim” diyerek, empati kurmasına yardımcı olmak…
    Düşününce bunları yapmak çok da zor değil  sevgili okurlarım. Bozulanı tamir etmek inanın çok daha zor belki imkansız. Asıl maarifet küçük kalpleri kırmadan, incitmeden, içe kapatmadan  büyütebilmek. 
Diyeceksiniz ki; hayat toz pembe mi, zorluklar problemler yok mu? Var elbette. Hepimiz neler nelerle karşılaşıyoruz ama bir şekilde üstesinden geliyoruz. Sağlıklı düşünebilen, korkmadan çekinmeden problemin üstüne giden mi yoksa kafasında büyütüp karmaşa yaşayan mı daha kolay çözüme ulaşır? Destek aldığımız, yanımızda hissettiğimiz insanlarla daha kolay aşıyoruz elbette. Özellikle büyüme çağındaki çocukların sorunlarla baş etmeye çalışırken hepimizden daha çok desteğe ve öz güvene  ihtiyacı var.
Huzurla, sevgiyle  büyüyen, mutlu çocuklar yetiştirmek dileğiyle...