Yerel yönetimler geleceğin inşasında önemli birer araçtırlar. Sorumluluklarını hatırlatmak, bu konuda cesaretlendirmek, yönlendirmek, katkıda bulunmakta bizim görevimizdir.
    Düşüncelerini yazarak katkıda bulunmaya çalışan birisi olarak aralıklarla önerilerimi sıralıyor, kent bileşenleriyle paylaşıyor ve sunuyorum. Yapıcı, kalıcı katkılarda bulunmayı amaçlıyorum.
    Yaşam bizim dışımızda kendi mecrasında akıyor. Yarattığı kültürel değişimlerle birlikte yeni gelenek-göreneklerle tanışıyor, içselleştirip benimsiyoruz.
    Her dönemin kendine özgü değer yargılarını o dönemin ekonomik, siyasal, sosyal, dini özelliklerinden farklı, ayrı düşünmek mümkün değildir. Kültürel değişim; yaşanan ekonomik, siyasal değişim ve dönüşümler sonrasında yeniden şekillenir.
    Her sistem kendi kültürel yapısını oluşturmak için gereğini yapar. Toplumlar yeniye uyum sağlamak için bir süreliğine direnç gösterseler de kabullenmek zorunda kalırlar. Var olan alışkanlıkların, düşünce biçimlerinin terk edilmesi kendiliğinden olmadığından belirli bir süreci izler ve yeni eskinin yerini almaya başlar. Bu kaçınılmazdır. Bu nedenle geçmişe özlem bir süreliğine yerini korur. Her özlem; biraz da hatıraları hatırlatır veya ona duyulan özlemin dışa yansımasıdır. Bu olağan bir akışkanlıktır. Ahh… nerede o eskiler diye başlayan özlem biraz da yalnızlaşmanın, kimsesizleşmenin ifadesidir.
    Her toplumun kendine özgü törensel ritüelleri vardır. Toplumları birbirinden ayıran en önemli özelliklerden biri de bu kültürel dokulardır. Bu dokularda zamanla elbette değişikliğe uğrar farklılaşır. Asırlar öncesinin insanları sonsuzluk uykularından uyansalar büyük bir şaşkınlıkla bıraktıkları kültürel değerlerin yerine yenilerinin gelişini kabullenmekte ve yeniye uyum sağlamakta zorlanır, büyük bir şaşkınlıkla bakarlar. Bu yaşamın olağanlığı içerinde kaçınılmazdır. Yaşam kendisini tekrarlamaz. Değişime uğrayarak yolculuğunu sürdürür. Bu yolculuk arada derin travmalar geçirse de insanın olduğu her yerde sürer gider.
    Doğum başlamış bir sancı sonrası yeni bir yaşamın ilk adımıyken, ölüm sancının sonsuzluğa yolculuğudur. Her ikisi de insan ruhunda farklı zıt duygular yaşatır. Doğum; sevinci, coşkuyu, eğlenceyi, gülmeyi geleceğin habercisi olarak umuda merhabadır. Ölüm ise; bitişin, tükenişin, hatıralara dönüşmenin sonsuzluğa yolculuğudur. Yeni bir yaşamı karşılama ve tükenen ömrü uğurlama… Bunlar için farklı şenlikler veya yas törenleri düzenlenir. Mekân daha önceleri herkese açıkken kültürel dokunun, değerlerin değişiyle birlikte daha sınırlı ve zorunlu hale gelmeye başladı.
    Kır nüfusu kente akın ettikçe kentin mimarisi, düzeni, ahengi değişti. Apartmanlara hapis olan yaşamımız bazı zorunlulukları da beraberinde getirdi. Önceleri; günlerce, haftalarca süren ölüm sonrası yas törenleri kısaldı, aile ve yakın çevreye sıkışmaya başladı. Ancak; şehirde mekanlar sınırlı olduğundan sokaklara, caddelere kurulan çadırlar nedeniyle acının süresi de sınırlandı. Evlerde, apartmanlara sıkışan bu törenler birazda zorunluluktan neredeyse ölenin hatırasına saygısızlık derecesinde önemsenmez hale geldi. Geçmişimiz olan bu insanlara gereken itinayı göstermek, hatıralarına birkaç günlüğüne de olsa saygıyı sürdürmek zorundayız. Bu konuda öncelik yerel yönetimlere düşmektedir.
    Yerel yönetimler kentin her mahallesine ortak kullanımlı çok amaçlı, içinde Taziye evini de barındıran sosyal tesisler yapmak zorundadırlar. Böylelikle mahallelik duygusu gelişecek, hatıralarımızı saygıyla uğurlamış olacağız. Bu kalıcı eserler için yer ve maliyet hesabı yapılamaz. Kaynaşma ve birlikte olma, dayanışma duyguları güçlenecek, aynı kentte yaşamanın sevinci acıları azaltacaktır.