ŞABAN ağabeyinin harika bir öyküsünü okudum. Öykü bittiğinde, babaannem kalktı otuz beş yıllık mezarından, kalktı da salonun ortasına ahanda şuracığa çömeliverdi. Başında al yeşil çiçekli yazması, kaç yıl önce aldığını unuttuğu şalvarıyla...

"Aç mısın ?" diye sordu.

Ben, "hıhı," edebildim.

"Açım ya ebem. “

Ebem, geçen gün ıslattığı yufkayı ekmeklikten getirdi, içine peynir doldurdu.

"Soğan da goyam mı guzumunguzusu."

"Çık, ben soğan sevmiyyom."

Mahir elleriyle hemencecik dürüm etti. Bana uzatmadan, dürümün üst yanını kopardı.

Ben içimden, "Gene kopardı yufkanın tepesini ya.” diye geçirdim...

Yirmi yıl sonra öğrendim. Ebem, ben katıklı yerini yiyebileyim diye, yufkanın yavan yerini yermiş. Şimdi, ne vakit kızlarıma dürüm yapsam, üstünü koparıyorum. Kızlarımın için-den geçenleri biliyorum. Ama onlar, kendileri öğrensinler diye bekliyorum... Ellerinden öpüyorum üstadım yüreğime gam oturttun...

Sonra yıllar alıyor beni Kaman'ıma, baba yurduma, ana memleketime götürüyor... Yıl kaç, hatırımda değil. Ya da ben o yılı, o ayı, o günü, o saati çıkarmışım takvimimden.

Lise bir ya da ikinci sınıftayım. Delikanlıyım, bıyıklarım çıkmasa da delikanlıyım işte.

Yüreğimde, kendi kendime bile söyleyemediğim kocaman bir sevda... Sevda, bir beden büyük gelse de bedenime, ben sevdalardan mutluyum, sevdanın acısı daha çok bağlıyor beni hayata.

Tek tekçi Rasim'in dükkânından aldığımız, üç tek sigarayı içiyoruz, en az on kişiyiz ve her sefer hır çıkarıyoruz...

"O ha len! Bir fırtta yarıya getirdin sigarayı"

Sonra yollara düşüyoruz, bedenimize bir numara büyük gelen sevdanın sahibini görmek için, yorulmayan ayaklarımız, ama beter yorgun yüreklerimizle.

Bizler, gözlerimizi dikip bakamasak da sevdiklerimizin gözlerine, başkalarının bakmasına izin vermiyoruz… Deli- kanlıyız. Ya da delinin önde gideniyiz aslında.

Kaman Lisesi, pazar yerinin dibinde. Çarşamba günü, kuşluk vakti düşüyor, emeğinin kadri bilinmeyen köylüler. Ve lisenin duvarının bir yerinde ise;

 "Köylü milletin efendisidir ,"yazıyor.

Ders boş, biz, Çetin, Yaşar, Öztürk, Ali, top oynuyoruz lisenin, ticaret lisesine bakan kalesinde. Az sonra bir şeyler oluyor, pazar yerine şivan düşüyor, bağrış, çağrış... Önceleri, pazarcıların rutin kavgaları sanıyorum. Sonra bir sıkıntı çörekleniyor içime… Bir sızı mıh gibi saplanıyor yüreğime, seslerin geldiği tarafa doğru götürüyor ayaklarım.

Onu görüyorum, allı, morlu fistanı, çiçekler dolusu yazması, burnundan aşağı dökülen kanı...

Ebem kanıyor pazarın orta yerinde, ebem kan oluyor damlıyor toprağa. Çamurlara bata çıka koşuyorum ebeme doğru... Birileri durdursun şu kanı... Birileri durdursun şu kanı! Ebemin çevresinde üç beş kadın, bir şeyler söylüyorlar ben duymuyorum... Ebeme sarılıyorum. Ebem, önce benim geldiğimi fark etmiyor. Utançtan yerin yedi kat dibine gömülmüş. Çığ düşmüş ebemin üzerine.

"Ebe! Ebem! Benim, ben! Guzununguzusu !"

Ebem yüzünü yerden kaldırıyor, gözlerime bakıyor.

"Oğlum! Oğlum! Hasan'ımın guzusu. " diyor. Gözlerinden dökülenler yazmasıyla temizliyor. Yanağındaki son damlayı, ben ellerimle siliyorum... Sıcacık ebemin gözyaşları...

"Ebem, gurban olurum, kim yaptı bunu sana." diye soruyorum.

"Ben sana gurban olurum torunum, boş ver hele, şu torbaları topla, aha şu stil de bizim" diyor.

"Ebe, sitili falan boş ver kim yaptı bunu sana !"

Ebem, ser veriyor. Sır, vermiyor...

Kaman'ı yakacağım

Kendim, sevdiğim yansa da içinde Kaman'ı yakacağım.

Yakacağım ki küle döne...

Ebemin kanını döken elbet verecek hesabı...

Kaman'ı yakacağım lan! Kendim yansam bile...

Ebem eşyalarını topluyor ben delleniyorum.

Kahverengi gözleriyle bana bakıyor… O bana baktıkça babam bakıyor sanıyorum.

Hâlâ dudağının bir yeri kanıyor...

"Ebem yoluna gurban.

"Torunum, guzumunguzusu..."

O sıra yanındaki kadınları fark ediyorum.

Öfke, kin, çaresizlik...

"Kim yaptı lan bunu ebeme! Kim yaptı!"

"Dedenmiş oğlum. Eben patatesleri ucuz vermiş, deden de kızmış bu kadar insanın içinde dövdü."

Ebem, eşyalarını topluyor ben delleniyorum. Kahverengi gözleriyle bana bakıyor. O bana baktıkça babam bakıyor sanıyorum. Hala dudağının bir yeri kanıyor...

25 yıl oldu ebem gideli, babam gideli iki buçuk yıl. Şimdi cennette sarılmışlardır bir birlerine... Siz bilmiyor olsanız da ben biliyorum, anneye babaya ne kadar sarılırsanız sarılın, asla o özlemi bitiremezsiniz.

Babam! Guzuyunguzuları büyüdüler.

Dün Vuslat'a, Fatiha'yı öğrettim, yarısını unutsa da, söz verdi her gün Fatiha okuyacak geçmişine...

“Üç sefer değil de bir sefer okusak olmaz mı ?” diye sordu.

"Sen ne kadar okumak istiyorsan o kadar oku, Rabbim çetele tutmaz ki kızım...”diyebildim.

Hem insan sevdiğine götürdüğü şeyi saymaz ki.”

Ha bir de ebeme de dedeme de selam söyle deli Göksel sizleri çok özledi, çok seviyor de...

Çok özledi deli oğlun seni... Çok özledim babam...