Dışarıda lapa lapa kar yağıyordu. Her yan bembeyaz bir örtü ile kaplanmıştı. Gece olmasına rağmen karla kaplı sokaklar ışıl ışıldı. Yumuşak havayı gören çocuklar birkaç saat içinde çizme boyu karla kaplanan caddelerde oynamak için dışarı çıkmıştık. Kartopu oynayıp eğlenmiştik. Birbirinden ilginç kardan adamları yan yana dizmiştik.

Al al olmuş yanaklarımız, buz gibi olmuş ellerimizle şimdi de sobanın başında ısınıyorduk. Annem, sobanın üzerinde gevretilmiş yufka ekmeğin üzerine tereyağı sürdü, peynir serpeledi. Sonra da koca bir dürüm yaparak elimize tutuşturdu. Paşa çaylarına bolca şeker katarak önümüze koydu.

Kurt gibi acıkmıştık. Kara benizli, pırasa saçlı ablam ile koca kafalı, kartal bakışlı abim ekmekten koca koca lokmalar ısırarak yemeye başlamıştı. Benim gözüm her zamanki gibi çikolata arıyordu. Annem kalbimden geçeni anlamıştı. Bir koşu mutfağa gitti ve çikolata kavanozunu alıp geldi. Kalem gibi sardığı ince çikolatalı dürümü bana yani fındık burunlu kızına uzattı.

Hava arsız yüzünü göstermeye başlamıştı. Kar taneleri seyrekleşmiş, rüzgâr yerdekini savurmaya başlamıştı. Camlardan şakır şakır sesler gelmeye başlamıştı. Elektrikler birkaç kez gidip gelmişti. Çocuklar, somyaların üzerine uzanmışlar çıtır çıtır yanan odunların sesini dinliyorlardı. Elektrikler tekrar kesildi ve geri gelmedi. Annem kalktı ve bir mum yaktı. Bir tarafta mumun ışığı diğer yanda sobanın az açık ağzından etrafa dağılan ateşin yükselip alçalan alevlerinden yansıyan kırmızı süzmeler odayı aydınlatıyordu.

Babam uykuya dalmak üzereydi. Gün boyu çalışmış yorulmuştu. Saatin erken olması onun için önemli değildi. Yorgun beden sıcağı gördü mü buz kalıbı gibi erir kalırdı.

Annem yanımıza oturdu, sevgi dolu bakışları ile bizi okşadı.

"Biliyor musunuz çocuklar, çok eski zamanlarda Tepegöz adında bir dev yaşarmış." diye anlatmaya başladı.

Gözleri küçülmüş ve uykuya teslim olmak üzere olan çocuklar bir anda canlandılar. Yattıkları yerden doğrulup annelerine doğru yaklaştılar. Önce can kulağı ile onu dinlediler sonra da sorular sormaya başladılar. Masal bitti ama konuşmalar bitmedi.

"Kim fıkra anlatacak?" diye sordu annem. Kartal bakışlı abim: "Ben." dedi. Başladı Nasrettin Hoca fıkrasını anlatmaya. Onun peşi sıra hepimiz tek tek bilmece sorduk. Neşemiz yerindeydi, gülüşüp eğleniyorduk. Mumu ortamıza koyup duvarda şekiller çıkarmaya başladık.

"Tavşana bakın, tavşana..."

"Bakın ben köpek yaptım."

"Ya benim kuşuma ne demeli... Çok güzel oldu."

"Hiç güzel olmadı. Bak benim kuşuma... Uçuyor."

Uzun kış gecelerimiz böyle geçerdi. Eğlencemiz gece yarısına kadar sürerdi.

"Bu kadar yeter, yatın artık!" diyerek uyarırdı annem. Yün yorganları boynumuza kadar örter, soğuk girmesin diye de sırtımızı iyice bastırırdı. "İyi geceler, tatlı rüyalar yavrularım." diyerek, pırasa saçlı kızının, şahin bakışlı oğlunun ve benim alnıma birer öpücük kondururdu.

Böyle geçti benim çocukluğum. Şimdi bir odada yanan, başına toplandığımız sobamız yok. Her odada yanan kalorifer petekleri var. Sohbet, muhabbet yok, masal anlatma yok, şakalaşma, gülüşme yok. Herkes kendi odasında. Kimi ders çalışma bahanesi ile odasından çıkmıyor, kimi yatma dinlenme bahanesi ile...

Ne yemekte bir araya geliyoruz, ne de çayda. Elimizde birer cep telefonu... Çoluğumuzun çocuğumuzun yüzüne bakmıyoruz telefonların ekranlarına baktığımız kadar. Kimi tik tok ta geziyor, kimi youtobe da, kimi instagram da...

Bizi susturan, sohbet ettirmeyen, hareket ettirmeyen teknoloji elimizin altında... Üstelik her yaş grubuna hitap eden görseller, videolar, filmler var. Kimi zaman öğretmen oluyor, kimi zaman bebek bakıcısı... Bazen oyun arkadaşı oluyor, bazen de hiç yapmayacağımız yemekleri tarif eden bir aşçıbaşı. Konu, komşu, arkadaş, dost... Bizim ihtiyacımız olan şey onda!..

Sizin böyle bir derdiniz var mı bilmiyorum? Ama ben çok dertleniyorum. Elimizden düşürmediğimiz ve artık bağlılık haline gelen bu cihazları ne yapacağız?

Uyuşturucu etkisi yapan, hareketlerimizi engelleyen, el becerilerimizin gelişmesini kısıtlayan, hafızamızı zayıflatan bu harika cihazdan nasıl uzak duracağız? Beyin yorgunluğuna, baş ağrısına, uyku düzensizliğine, stres ve yorgunluğa, konsantrasyon ve dikkat dağınıklığına sebep olan bu mükemmel aletlere nasıl kısıtlama getireceğiz?

Bu iletişim çağında! İletişimsizliğimize nasıl çare bulacağız? Çocuklarımızla, eşimizle, akrabalarımızla nasıl iletişim kuracağız!? Bu zamanda bir mum yakıp başına oturacak halimiz yok! O halde bu soruna nasıl bir çare bulacağız?

Ya toprak ol

Ya da su

Sakın ateş olma