AKP Genel Başkanı ve aynı zamanda Cumhurbaşkanı olan Sayın Erdoğan, iktidarı boyunca en çok yalpaladığı, en çok ‘U’ dönüşler yaptığı, en tutarsız olduğu siyasi alan çoğunlukla dış politika olmuştur. Bunun en son örneği geçen hafta Sayın Erdoğan’ın Katar’ın başkenti Doha’da, Dünya Kupası’nın açılışında Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah Es-Sisi ile selamlaşıp tokalaşması ile yaşanmıştır.

Öncelikle şunu belirteyim ki Mısır ile yakınlaşma siyaseten doğrudur, olması gerekendir. Hatta Sayın Erdoğan’ın dediği gibi gerçekten de devletlerarası ilişkilerde küslük olmaz, aynen katılıyorum, zira temel mevzu her zaman devletimizin yüksek menfaatleri olmalı, uluslar arası ilişkiler de buna göre dizayn edilmelidir. Bu yazıdaki analiz ve eleştirilerimizin temel konusu AKP iktidarının bunun farkına ancak 20 yılda varabilmesi olacaktır.

AKP Genel Başkanı ve aynı zamanda Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan uluslar arası bir kriz yaşandığı zamanlar olayların sıcağıyla düşünüp tartmadan, belki de kimseye danışmadan verdiği beyanlarla her şeyi öylesine kırıp döküyor ki sonrasında toparlamaya çalışırken hem kendisini hem ülkemizi zor durumlarda bırakabiliyor. Bunun bir örneği daha önce Suudi Arabistan Prensi Salman ile de yaşanmış, Kaşıkçı cinayeti sonrası demediğini bırakmayan Sayın Erdoğan inanılmaz bir şekilde ‘U’ dönüşü yaparak Prens Salman’ın elini sıkmakla kalmayıp ona sıkıca sarılmış, hatta bir sayfasını bile vermem dediği Kaşıkçı davası dosyasının tamamını olduğu gibi Suudilere göndermişti. Akabinde de Suudilerden milyonlarca dolar alınması ile uluslar arası arenada küçük düşmüştük. Bu konuyu daha önce Kırşehir Arena Gazetesindeki köşemde “Kaşıkçı Davası Jesti ve Suudilerle Yakınlaşma” adlı yazı dizimde detaylıca incelemiştim, dileyen oradan okuyabilir. Yukarıda dediğim gibi aslolan devletimizin yüksek menfaatleri olup Mısır ile yakınlaşma stratejik açıdan doğrudur. Ancak AKP başarısız dış politika ile sebep olduğu Mısır ve Türkiye arasındaki kriz sebebiyle ülkemize Akdeniz’de ve Ortadoğu’da çok şey kaybettirmek üzereydi.

Mısır ile yaşanan krizin geçmişini kısaca bir hatırlayalım. 2010 yılının son aylarında Tunus’ta başlayan ve Orta Doğu ülkelerine yayılan, Arap Baharı denilen eylemler Mısır’ı da etkilemiş, sokak eylemlerinin ardından dönemin Mısır lideri Hüsnü Mübarek’in 29 yıllık iktidarı sona ermiş, Haziran 2012’de düzenlenen seçimleri de Müslüman Kardeşler çizgisindeki Özgürlük ve Adalet Partisi kazanmış, Yeni Mısır Cumhurbaşkanı da Muhammed Mursi olmuştu. AKP iktidarı ise Mursi ile standart bir devletlerarası ilişkinin ötesinde adeta kişiselleştirilmiş bir yakınlık kurmuştu.

Ancak 2013 yılında Mısır’da Mursi karşıtı kitlesel protestolar düzenlendi ve dönemin Genelkurmay Başkanı Sisi liderliğindeki Mısır ordusu, yönetime el koydu. AKP iktidarının sert Mursi yanlısı açıklamaları sonrası ilişkilerin bozuldu ve Mısır yönetimi bunun karşısında Türkiye Büyükelçisi’ni “istenmeyen kişi” ilan etti. Türkiye de mütekabiliyet ilkesi gereğince Mısır Büyükelçisi’nden ülkeyi terk etmesini istedi. Sisi, 2014’te yapılan ve katılımın düşük olduğu cumhurbaşkanlığı seçimini yüzde 97 oy alarak kazandı ve zaman içinde de iktidarını sağlamlaştırdı.

Mısır’daki Müslüman Kardeşler üyelerine yönelik baskı git gide artarken, örgüt yönetici ve üyelerinin bir bölümü Türkiye’ye yerleşti. Bu dönemden sonra Sayın Erdoğan Sisi için sıkça “Katil”, “Darbeci”, “Zalim” gibi ifadeler kullanmaya başladı. Bununla kalmayan Sayın Erdoğan, Mısır’da askeri müdahaleyi protesto edenlerin simgesi olan Rabia el işaretini de sahiplendi ve 2013 yazından itibaren tüm AKP’liler dört parmağını kullanarak bu Mısırlıların işaretini kullanmaya başladılar. Ancak biliyorsunuz, sonrasında Sayın Erdoğan bu el işaretini “Tek devlet, tek bayrak, tek vatan, tek millet” söylemine çevirdi.

Erdoğan 2019 yılında Türkiye Diyanet Vakfı’nın bir ödül töreninde yaptığı konuşmada; “Beni Sisi ile çok barıştırmak isteyenler var, asla kabul etmiyorum, etmem de. Neden? İşte bunlardan dolayı! Neden? Halkının yüzde 52 oyunu almış olan bir Mursi'yi ve arkadaşlarını cezaevine mahkûm eden bir anti-demokratla karşı karşıya gelmem, onunla aynı masada oturmam” demişti.

Ancak daha sonra hem Doğu Akdeniz’de keşfedilen yeni enerji sahaları, bu bölgeyi jeopolitik açıdan çok daha önemli bir konuma getirmesi hem de Libya İç Savaşı’nda yaşananlar, Mısır-Türkiye ilişkilerinin aslında ne kadar önemli olduğunu ortaya çıkardı. Mısır ile aramızın kötü olduğu dönemde Mısır ile Yunanistan arasında başlayan Doğu Akdeniz’e yönelik stratejik yakınlaşma elbette tamamen Türkiye aleyhine bir gelişmeydi. Türkiye yakınlaşma adımları atmaya başlayarak bu oyunu bozma eğilimine girmek zorunda kaldı. Ankara ve Kahire karşılıklı jestler yaptı ve birbirlerini uluslararası örgütlerde engellemekten vazgeçmeye başladı. En somut adımlardan biri Türkiye’nin, Mısır'ın NATO toplantılarına katılımına koyduğu vetoyu 2020 içerisinde kaldırması oldu.

AKP’nin Mısır’da kaybetmiş Müslüman Kardeşler’e anlamsız bir şekilde hiçbir milli menfaatimiz olmadığı halde sahip çıkması, AB’nin dahi tanıdığı Sisi ile ilişkileri kişileştirilmiş bir inatla kesmesi çok yanlıştı. Hele ki eleştirilerin mevcut ve resmi Mısır liderine hakaretler seviyesinde yapılması asla kabul edilemez bir acemilikten ve hatadan başka bir şey değildi. AKP’nin bu hatalarının bedelini Türkiye Cumhuriyeti Devleti Doğu Akdeniz ve Orta Doğu siyasetinde ödemek zorunda kalmıştı. Ne oldu sonra? AKP’nin adeta ölümünde sahip çıktığı Müslüman Kardeşler zamanla bitti ve Mısır gündeminden bile düştü. Sayın Erdoğan ise bağırıp çağırdığıyla, hakaretleri ile kaldı ortada!

Geçen haftaki Katar’dan Erdoğan ve Sisi’nin el sıkışması doğrudur, olması gerekendir.  Bizim eleştirimiz acemice yapılan dış politikalar nedeniyle bugüne kadar ülkeye kaybettirilen yıllar, stratejik zararlar ve devlet itibarımız nedeniyledir. Mısır ile Yunanistan’ın yakınlaşması Türkiye’yi Akdeniz’de tehlikeli bir şekilde kuşatmıştı. Türkiye’nin Mısır ile tekrar temas kurması şimdi de Yunanistan’ı telaşlandırmış. Neticede Doğu Akdeniz’de milli menfaatlerimizi ilgilendiren ciddi bir satranç, kritik bir stratejik savaş vardır. Türkiye devletini yönetenler, ki halihazırda 20 yıldır AKP iktidarı, devler arası ilişkileri kişiselleştirdikleri çocukça kavga ve hakaretlerle değil, akılcı ve pragmatik bir politikalarla yürütmek zorundadırlar. Başka bir ülkenin iç işlerinden dolayı o ülke liderlerine cani, katil gibi yakıştırmalar yapıp daha sonrasında ise ülkemizde ekonomik kriz büyüyünce sırf dolar bazında yatırım ve yardım alabilmek için tekrar o Arap ülkelerinin kapısına iki büklüm el pençe divan gitmek akılcı bir siyaset olmadığı gibi ülkemizin ve milletimiz itibarını da oldukça alçaltan çok acı ve kabul edilemez bir durumdur.  

AKP Genel Başkanı ve aynı zamanda Cumhurbaşkanı olan Sayın Erdoğan’ın dış politika alanındaki ‘U’ dönüşleri elbet saymakla bitmez, önemli olan hataların geç de olsa hataların kabul edilmesi ve milli menfaatlerimizdeki hasarların giderilmeye çalışılması gayretine girilmesidir. Ancak ülke ve millet menfaatine yaşanmış handikap ve zararlar da unutulacak değildir. Şimdi bu başarısızlıkların ağır bedeli anlaşılmaya başlanmış olmalı ki iktidarın hatalarını düzeltme çabaları yoğun bir şekilde sürmektedir. Zira AKP’nin daha önce ‘15 Temmuz hain darbe girişimi finansörü’ dediği ancak sonra çark ettiği ve ilişki kurmaya çalıştığı Birleşik Arap Emirlikleri ve ağır cinayet ithamları yapıp sonra çark edip Suudilerle adeta cinayet dava dosyası da hediye ederek ilişkileri düzeltme çabasına en son eklenen ‘darbeci’ dediği Mısır lideri ile ilişkileri düzeltme çabalarına şimdi de rotanın Suriye’ye çevrilerek Esat ile de barışma gayretine girildiğini ve listeye Esat’ın da eklenmek istenildiğini görüyoruz.

İsrail’e söylenen onca söz ve geri adımlarımız hususuna girmekten ise inanın hicap duyuyorum. AKP lideri ve aynı zamanda Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan son zamanlarda Suriye lideri Esat’a da göz kırpmakta, AKP iktidarı tarafından Suriye’ye adeta şirinlik derecesinde sıcak mesajlar gönderilmeye çalışılmaktadır. Suriye lideri Esat’a karşı Özgür Suriye ordusu ile iş birliği yapan Sayın Erdoğan’ın 2016 yılında “Devlet terörü estiren zalim Esed'in hükümdarlığına son vermek için biz oraya girdik” ve daha nice katil ve benzeri sözlerini Esat unutmuş mudur, yoksa kendi devletinin politik menfaatleri için unutmuş gibi mi davranacaktır bunu zaman gösterecek. Türkiye ve Suriye ilişkilerinin AKP dış politika hata ve başarısızlıkları kapsamında detaylı bir değerlendirmesini ise ilerideki başka bir yazımıza bırakalım.