KIRŞEHİR’DE günlerden bir gün… 
    Şafak yeni sökmüştü. Tek silindirli traktörünün yanında düşünceli halde gidip gelerek volta vuruyordu.
    Düşüncesiz bir şekilde yiyerek, bıngıl bıngıl et bağlamıştı. Yürüdükçe körüklü pantolonu açılıp açılıp daralıyordu. Kelle kulak yerinde adam, tarlaya işçi götürecek, fazlaca ektiği mercimekleri yolduracaktı.
    İşçilerin zamanında gelmemesi, kendisinin hiçe sayıldığına işaret mi idi acaba? İçi daraldı. Sinirleri oynadı. İman tahtası, kalaycı körüğü gibi inip inip kalkıyordu. Nerede ise sinir buhranı geçiriyordu.
    Birden celallendi. “Bu ipi çürük kişilere nereden güvendim” diyerek, traktörün tekerlerini tekmelemeye başladı. Eğer tarlasında hasat bitmezse gülünç duruma düşerek kepaze olacaktı. Acaba komşular aleyhimde gizli iş çevirerek kumpas mı kurdular diye, düzensiz düşüncelere daldı.
    Burnundan solumaya başladı. Burnuna kan kokuyordu. Derinden ve sessizce konuşmalar geliyordu. Kulak kabarttı. O tarafa doğru bakmaya başladı. Çalıştırmaya götüreceği işçiler, akşamüzeri bir düğüne gitmişler, ölçüsünü kaçırdıkları içki alemi, çalışacak kişileri çakırkeyif etmişti. Ayakları dolaşarak traktörün yanına geldiler. Hâlâ birbirlerinin kollarına giriyorlar, adımlarını düzenli atamıyorlardı.
    Adam evhamlandı! Sebepsiz korkulara kapıldı. Bunların neden iplemez olmadıklarını göstermek için zorbalığı arttı.
    Kendine henüz gelmemiş olan işçiler münasebetsiz sözler söyleyen adam karşısında sinir tepkisiyle gıdıklanarak gülüyorlardı. Bu horoz akıllı adamları kucaklayarak teker teker römorka bıraktı. Hepsi traktörün römorkunda yan devrilerek uzanmışlardı.
    Şimdiye kadar onun bunun sırtından geçinen, bir şey bilmediği halde ukala dümbeleği gibi akıllılık taslayan işçilerden bir tanesi adama yaranmak için haklarında kötü sözler söylemeye başladı. Adamın içerisine bir kurt düştü.
    Neler söylüyordu bu adam? Mercimekler tarlada mı kalacaktı?
    Çünkü Kırşehir’de bugünkü gibi modern araç ve gereçler yoktu.
    Adam şimdiye kadar çalıştırdığı insanlara hiç yevmiye vermemiş, sadece ağız tamburası ile avutmuştu. Çalışanlara doğru dürüst yemek dahi vermiyordu. Çalıştırdığı insanların insafsızca derisini soyuyordu. İçerisinde saklı oyun, hainlik vardı.
    Eğer bu adamlar çalışmazlarsa, işverenin ipliği pazara çıkacaktı. Şimdiye kadar korkudan hiçbir işçi yevmiyesini alamadığını söyleyemedi. Bir tanesi söylese işverenin kol kıranları adamların çanına ot tıkarlardı. Zaten her birisi it dirliği ile harıltılı gürültülü geçim sağlıyorlardı. Adam sattığı tahıldan etek dolusu para kazandığı halde çalıştırdığı işçilere hiç koklatmıyordu. Tarlanın bitirildiğini gördüğü zaman da ellerine geçirdiği çalpara zillerle fıkır fıkır oynardı. Çokta oyun bilirdi canım. Ne kadar oynasa da işçiler eğri bakıyorlardı.
    İşçilere göz patlattı. Kuyruğunu bağladığı atına atlayarak evine gitti. Giderken adamlara, “Göz yıldırmak için kuru gürültü yapıyor, gelinceye kadar şu kısmı bitirmezseniz hepinizin cıllığını çıkarırım” diyordu.
    Adamın eve gitmesini bahane eden işçiler çalışmıyorlar, havadan sudan konuşarak çene atıyorlardı. İşçilerden birkaç tanesi de çoban uykusuna yatmıştı. Değişikli olarak uyuyorlardı.
    Uykudan kalkan adamlar ifildeyerek esen rüzgarın altında kalktıkları zaman, gözlerini ufalıyorlar, uyku sersemliği ile her şeyi çift görüyorlardı. Hâlâ akşamdan kalmalarının tesiri vardı. İçlerinden bazıları da sık sık def-i hacet etmeye gidiyor, soluğunu tutarak ıkınıp kendisini aptes etmeye zorluyordu. Günlerce yedikleri kuru gıdalar çalışan insanları kabız etmişti.
    Çalışanlardan bir tanesi sürekli gelecek adamı gözetliyordu. Atını mahmuzlayan adam, heybenin gözlerine koyduğu yiyeceklerle birlikte ılgara tarlaya doğru seğirtiyordu. Çalışmaktan kaçan işçilerden birkaç tanesinin eteği tutuştu. Her ne kadar yevmiye almıyorsa da, boş gezmekten çalışmak daha iyi diye düşünüyordu.
    Hokkabaz yamağı gibi soytarılık yapan bir tanesi, adamın atını çevirerek terbiyesinde tutup işverenin attan inmesini sağladı. Bu cıvık, yılışık adam sürekli takla atıyordu. Açlıktan karnı su değirmeni gibi guruldayan işçiler, hürredek adamın yanına hücum ettiler. Yemek yiyeceklerdi. İştahlarını zor dizginliyorlardı. Hepsinin açlıktan gözü kızarmış sadece heybenin gözündeki yiyeceği düşünüyorlardı. Adam bir çatırtı ile üzerlerine yürüdü. Evine gideli birkaç saat geçmesine rağmen işçiler sadece yarım evlek yer biçmişlerdi. Kudurdu. Gözlerinin siyahı kayboldu. Ağız dolusu konuşuyordu. Ağza alınmayacak sözler ederek, “Ulan ayağı yalın serseriler. Ben olmasam hepiniz köpük kusacaksınız. Yarın ırgat pazarına giderek işçi getireceğim” diyerek büyük yemin etti. Adamların içerisine bir köz düştü. Adam ensede boza pişiriyordu. İnsanları zorla hakaretle çalıştırıyor, yemeklerini dahi yedirmiyordu.
    Yanında daima şakşakçılık yapan bir işçi heybenin yanına sokuldu. Adam hâlâ esip, yağıyordu. Heybeyi getiren işçi yiyecekleri çıkardı. Bu kadar insan aç bekliyordu. Gözleri fal taşı gibi açılan işçiler yiyeceğe bakıyordu. Kadın, bakır bir kazanın içerisine bulama aşı yapmış, biraz da süzme yoğurt koymuştu. Bütün yiyecek bu kadardı. Bu yiyecek kime yetecekti? Cumburdayarak bulama aşını içtiler. Kaşıkların şakırtısı uzaklardan duyuluyordu.
    İşçiler bulama aşı içerlerken, adam mercimek yığının kenarına bağdaş kurarak oturdu. Heybenin diğer gözünden bir şey çıkarmaya çalışıyordu. Kirli bir beze sarılmış olan kuzu budunu çıkardı. Yanında bolca yeşillik vardı. Şahman buğdayından yapılmış olan bulgurdan da pilav pişirilmişti. Onu ekmeğin üzerine döktü. Üzerine getirdiği kuzu budunu özenle yerleştirdi. Terbiye edilmiş deriden yapılmış sahtiyan kemerini iyice gevşetti. Güneşten korunmak için başına geniş bir mendil bağladı.
    Sanki kıtlıktan çıkmış gibi kocaman but ile pilavı çatlayasıya kadar yedi… Daha gözleri fıldır fıldır dönüyordu. Ne getirseler yiyecekti. Gödeni deşilecekti.
    Bulama aşını içen işçiler karnı guruldayarak mercimekleri işlemeye başladılar. Tıkınarak yiyen adam başının altına biraz mercimek sapı koymuş dinleniyordu. Yemeğin verdiği rehavetle yal bastı oldu. Adamın dırlanması kesilmişti. İşçiler biraz hızlı çalışmaya başladılar. Amaçları bir an önce tarladaki mercimeği bitirip, bu gubat adamın elinden kurtulmaktı.
    Sabah gelirken iki göğ testi ile su getirerek, yığınların içerisine soğuması için koymuşlardı. Adam testinin birisini işçilere vermiş, diğerini kendisine bırakmıştı. Nedendir bilinmez, testilerin ağzına kapak koymayı akıl edememişlerdi.
    Adam uykuya yeni dalmıştı. Fazla yemeden dolayı olsa gerek, horlamaya başladı. Kendisi için ayırdığı su testisinin içerisine ne zaman girdiği belli olmayan bir katır yılanı başını çıkararak adama doğru dil atıyordu.
    Katır yılanı bir su gibi akarak adamın gırtlağından ısırdı. Can havli ile uyanan adam, acıdan danalar gibi bağırıyordu. Yılan onca gürültünün arasında bir deliğe fertiği çekerek uzaklaştı. Adamın feryadından durmak ne mümkün?
    Canlarını yakan ve paralarını vermeyen adamın halini gören işçiler, karın bölgelerini oynatarak göbek atıyorlardı. Adam işçilerin eline ayağına düştü. Kurtarın beni bu zehirden diyerek ağlıyordu. Hâlâ acıdan bar bar bağırıyordu.
    Tarla komşularından bir adam derhal arabasına atları koşarak doktora yetiştirmek üzere arabaya aldı. Atları sıkıştırıp ılgara süren adam, zehirlenen komşusunu kurtarmak için cansiperane bir şekilde çaba sarf ediyordu.
    Hızla giden at arabası bayıltan yokuşuna geldiğinde biraz durakladı. Çünkü atlar kan ter içerisinde kalmışlardı. Onlarda bir can taşıyordu.
    Manda derisinden dilinerek yapılmış kamçısını atların üzerine salan adam bir türlü netice elde edemiyordu. Atlar çatlayasıya koştuklarından çok yorulmuşlardı. Yılanın zehri ile cin çarpmışa dönen adam yavaş yavaş bilincini yitirmeye başladı. Doktora vardıklarında çoktan defteri dürülmüştü. Ecel donunu giyerek tekrar at arabasına koydular. Cahil, okuması-yazması olmayan, elifi görse mertek sanan eşi olayı duyduğu zaman ortalığı velveleye vererek avaz avaz bağırıyordu.
    İnsanlara hükmeden güzel yarinin bir katır yılanına neden gücü yetmemişti? İnsanlar kendisinden korkuyordu. Bir daha işe götürmese açlıktan ölebilirlerdi. Çalıştırarak paralarını vermiyor, zulüm ediyordu. Gerektiğinde evdeki horantalarına bile göz belertebiliyordu.
    İstediği yerde tumba döşek üzerine yatarak keyfine göre uyurdu. İnsanların hakkını, yediğini hiç düşünmeyerek tumba döşek üzerinde keyif çatardı. Her zaman, her döşekte yatılmazdı.
    Orada bulunan mercimek yığınları da, katır yılanının mekanı olmuştu. Yığının arasına yumurtlayan yılanın orada küçük yavruları vardı. Onların telef olacağını hisseden yılan acımadan, yavrularının telef olmasına fırsat vermeden bu adamı ısırmıştı.
    İşçiler tarlada kalan yerin mercimeğini de biçtiler. Zamanla paralarını istemeye gelen insanlar kadın tarafından kovuluyor, ağza alınmayacak sözlerle karşılaşıyorlardı. Adamlar parasını istemeye varırken buram buram terliyorlardı. Kadın işçilerin parasını vermemek için gemi azıya almıştı. Adamlar parasını isterken utançlarından boyunlarını kaşıyorlardı. Kadın avurtlarını şişirerek adamlara ağız dolusu konuşuyordu.
    Uzayıp giden, bir türlü sonuçlanamayan ve yılan hikayesine dönen ırgat yevmiyesi, kadının külliyen inkar etmesi neticesinde verilmiyordu. Adamlar paralarından ümitlerini kesmişler, üzerine bir bardak su içmek zorunda kalmışlardı. Kendilerini boş yere avutuyorlar, züğürt tesellisi ediyorlardı. Adamın verdiği yevmiyelerin üzerine yatan kadın, aman dileyen çalışan insanlara şirretlik yapıyordu. İnsanlar kadından yaka silker hale gelmişlerdi. Kadının evinde fazla çalışan olmadığı için mevcut paralar yavaş yavaş suyunu çekmeye başladı. Kadın insanlardan bucak bucak kaçıyordu. Bazı zamanlarda insanlarla bağrışma derecesini geçmeyen ağız dalaşına girişiyordu. Adamın işçilerin hakkını vermeyişi ocaklarının sönmesine, yuvalarının dağılmasına kadar gitmişti. Kadın, sanki insanlar suçlu gibi alt dudağını sarkıtarak küslük meydana getiriyor, insanlarla fazla konuşmuyordu.
    Artık açılan gedik kapanmıyordu. Adamın yaptığı haksızlık karşısında evdeki horantası ekmeğe muhtaç olmuştu. Kadın para isteyenleri gördükçe küskünlüğünü belli edecek şekilde alt dudağını uzatıyordu. Artık midelerinde biriken gazları geğirmeleri gerekiyordu.
    Ne günlerdi o günlerde Kırşehir…