Birkaç gün önce uzun bir süredir görüşmediğim liseli yıllarımdan bir arkadaşım, nerden buldu, nasıl buldu bilmem ama cep telefonumdan beni aradı. Önce şaşırdım, sonra nereden telefonuma ulaştığını öğrendim.

Birkaç gün önce uzun bir süredir görüşmediğim liseli yıllarımdan bir arkadaşım, nerden buldu, nasıl buldu bilmem ama cep telefonumdan beni aradı. Önce şaşırdım, sonra nereden telefonuma ulaştığını öğrendim. Meğerse kolumun kırıldığını bizim gazetenin internet sitesinden görmüş ve buradan telefonuma ulaşarak beni aramış.
Tabi aradan 35 yıl geçmiş kendisiyle görüşmediğim için çok sevindim. Eskileri yadettik. Çocukluğumuzda geçirdiğimiz Kırşehir’i bir saate yakın konuştuk. Deyim yerinde ise telefonla hasret giderdik.
İşte gurbet böyle bir şey…
Kırşehir’den ekmek parasını kazanmak için 35 yıl önce Alamanya’ya uçan arkadaşımın burnunda Kırşehir kokuyor, toz da olsa, çamur da olsa memleket bizim memleketimiz…
Gurbet deyince Necip Fazıl’ın “Gurbet” şiiri aklıma geldi bir an da.
Ne diyordu üstat:

Dağda dolaşırken yakma kandili,
Fersiz gözlerimi dağlama gurbet!
Ne söylemez, akan suların dili,
Sessizlik içinde çağlama gurbet!

Titrek parmağınla tutup tığını.
Alnıma işleme kırışığını
Duvarda emerek mum ışığını,
Bir veremli rengi bağlama gurbet
Gül büyütenlere mahsus hevesle,

Renk dertlerimi gözümde besle!
Yalnız annem gibi, o ılık sesle,
İçimde dövünüp ağlama gurbet!

Gurbette kalmak zordur. Gerçi ben askerlik görevimin dışında ailemden, sevdiklerimden ve memleketimden uzakta hiç kalmadım. Zaman zaman Kırşehir’den birkaç günlüğüne uzaklaşsam, burnumda tüter Kırşehir’im…
Hatta abartmayayım şurda iki saatlik Ankara’ya gitsem, gelene kadar başımdan ağrı hiç eksik olmaz.
Kırşehir benim için bir hava, su gibidir onsuz yapamam.
Rahmetli Celâl Tekiner ağabeyimizin gözünde de, gönlünde de Gırşaar hep kutsal bir kent değil miydi zaten?
Evet Kırşehir’de yaşayan bizler belki memleketimizin gadrini, kıymetini uzaklaşınca anlıyoruz ne yazık ki…
Bu ülke de bunun gibi hepimizin ülkesi. Böyle cennet bir vatanımız varken, iç ve dış düşmanlarımız ülkemizi bölmek, parçalamak, hatta yok etmek için her şeyi yapmıyorlar mı?
Siyasi ve ekonomik olarak ülkemize bunca sıkıntı yaşatanların amacını Türk Milleti bilmiyor mu?
Biliyor, bilmesine de nedense hala gereğini yapmıyorlar, uyandıkları uykudan uyanmamak için ayak diriyorlar.
Hani kutsal kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim'de insanlık tarihi ile ilgili düşündürücü ayetlerden olan A'RAF Suresi 179. Ayeti’nde "İnsanların kalpleri vardır, fakat onunla gerçeği anlamazlar. Gözleri vardır, fakat onlarla görmezler. Kulakları vardır, fakat onlarla işitmez. Bunlar gafillerin ta kendileridir" buyruluyor.
Ülkemizde, ilimizde duyarsız insanlara, gafillere bakıyor ve şaşırıyorsunuz.
Hayvanlara eziyet edenlere, küçük çocuklara tecavüz edenlere, kadın ve kızlarımızı hunharca katledenlere, işkence yapanlara, çöpten yemek yemeye çalışanlardan hiç etkilenmeyen, hatta dönüp bakmayanlara, kendinden başkasını düşünmeyenlere, gerçeği ters-yüz edip yalan söyleyenlere, herkese kızgın olanlara, sadece kendini düşünenlere …
Bu duyarsızlık, vicdansızlık kimi zaman çok şaşırtıcı boyutlarda olabiliyor. Oysa bu çok da şaşılacak bir durum değildir. Çünkü çevrenizdeki kimi insanlar gerçek anlamda görmez, duymaz ve anlamazlar. Kendilerine değmeyen yılan bin yıl yaşasın gibidirler de ondan…
Bu gibi insanlara iyiliğin, fedakârlığın önemini anlatırsınız, ama yine kendilerine öncelik verirler, ya da siz zulme karşı duyarlı olmayı hatırlatırsınız arkalarını dönüp giderler. Çünkü bunlar vicdanlarına kulak vermeyen, yani olaylara iç gözleriyle bakmayan ve iç kulaklarıyla duymayan insanlardır.
Belki ilk defa duyuyorsunuz, ancak görmemizi sağlayan gözlerimiz değildir, kulağımız da duymamızı sağlamaz. Gerçek anlamda görmeyi ve duymayı sağlayan vicdanımızdır, yani içimizdeki gözümüz ve kulağımızdır.
İşte duyarsızlıklarıyla sizleri şaşırtan insanlarda bu özellikler ya yoktur ya da kullanmadıkları için körelmiştir.
Bu tip insanlar gözleriyle bakar, kulaklarıyla duyarlar, ama aslında algıları farklıdır. Çünkü bunların ruhlarında sürekli bir mutsuzluk, huzursuzluk, telaş hakimdir. İfadeleri isyan doludur. Kızgındırlar, kıskançtırlar, bencildirler, düşüncesizdirler, ancak bunları değil düzeltmek saklamak için bile çaba harcamazlar.
Göz görmez, kulak duymazsa ne olur?
Ne olmaz ki?
Artık yeter! Görmeyen gözler görsün, duymayan kulaklar duysun diyoruz. Ama hala uyandığımız uykudan uyanamıyoruz.
Ama dedim ya bu tiplerin gözleri var görmezler, kulakları var duymazlar, dilleri var hakkı hakikati konuşamazlar. Çünkü onlar gözleri kapalı olarak gündüz dolaşırlar.
Bu günlerde ülkemizin en büyük sorunu dövizdeki hızlı yükseliş. Tüm Türkiye’de olduğu gibi Kırşehir’de insanlar Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın çağrısına uyarak dövizlerini bozdurmaya başladı.
Kırşehir’de şöyle bakıyorum döviz bürolarının önüne. Hep garibanlar… Elinde 100-200 doları olanlar bozduruyor. Neden bankalarda onbinleri, yüzbinleri olanları orada göremiyoruz ki…
Unutmayalım ki, bu gemi batarsa içinde hep birlikte batarız.
Bu zor dönemde birbirimize daha çok bağlanmalı, hükümet-devlet ayrımını çok iyi yapmamız gerekir.
Bu bayrak altında yıllardır milyonlar tek vücut nasıl olduysak yine oluruz. Aramıza atılmaya çalışılan ayrılık tohumlarına en büyük tepkiyi yine biz verelim. Terör, hangi siyasi görüşten hangi etnik kökenden olduğuna bakmadan öldürüyor.
Güçlü bir Türkiye için, demokrasi için, gün, birlik olma günüdür. Önce kendi yakın çevremizden başlayarak kişisel hırs ve bencillikleri bir tarafa bırakıp Ay-Yıldızlı bayrağımızın altında 79 milyon tek vücut olmanın tam zamanı... Ülkemize ve geleceğimize sahip çıkma zamanı…
Yeter artık silkinip kendimize gelelim. Gördüklerimizi görelim, duyduklarımız duyalım.
Son zamanları devamlı “birlik olalım” diye yazıp, çiziyor, söylüyoruz.
Ne olursan ol, partin ne olursa olsun, görüşün ne olursa olsun, ideolojin ne olursa olsun bırakacaksın, bırakacağız, bırakalım.
Ey parti başkanları, milletvekilleri…
Bırakın artık kavgaları, iç çekişmeleri…
Hain eller içimize girmiş, bizi bölüp parçalamak için gün sayıyorlar. Biz ise kendi içimizde kavga ederek, onların ekmeğine yağ sürüyoruz. Zaten onların amacı içimize nifak tohumları ekerek bizi bize kırdırmak değil mi?
Bunu zaten hepimiz bilmiyoruz mu?
Biliyoz.
Peki biliyoruz de neden kavga ediyoruz?
Allah göstermesin ama, bir Kurtuluş Savaşı daha yaşamak istemeyiz demi?
Ee o zaman. Kısır çekişmeleri, sen-ben kavgalarını bir kenara bırakalım.
Haydi o zaman birlik olalım, güçlerimizi birleştirip tek yumruk olarak ülkemize ve milletimize sahip çıkalım.

Anlayana…

Bir anektot…

Yaşamları boyu fikren birbirlerine ters düşen Necip Fazıl ile Nazım Hikmet aslında iyi arkadaştırlar: Nazım hikmet Sultanahmet Hapishanesi’nde yatarken Necip Fazıl onu ziyarete gider.
Necip Fazıl: “Nazım’ım, benim rejimim olsa seni asardım; fakat bu hiçlik rejiminde –milli şef dönemi- fikirsiz ve imansız insanların seni süründürmesinden müteessirim. Onun için ziyaretine geldim” der.
Nazım Hikmet: “Benim de rejimim olsa, ben de seni asardım. Sonra da darağacının başında oturur ağlardım. Seni anlıyorum, bil ki bu soylu tarafının daima takdircisi kalacağım” diye cevap verir.
Necip Fazıl, bir röportajında kendisine soru sormak için söz alan şahsın, Nazım Hikmet’le ilgili atıp tutması üzerine sinirlenir ve; ”Yahu, sen ne diyorsun, ben sağcıymışım da Nazım solcuymuş da, biz birbirimizin düşmanıymışız da, yok daha neler neler… Ulan hıyar, biz Nazım ile bütün gün siyaset tartışır, akşam olunca da Beyoğlu’nda beraber kız tavlardık, ne diyorsun sen be” diye konuşur.
İşte siyasi görüş ve düşünceleri ayrı olsa da birbirlerini anlayan ve birbirlerine toz kondurmayan iki üstat şair ve yazar…
Şimdi böyle mi?
Birbirinin şiirini, yazısını, dünyaya bakış açıları ters olduğu için birbirlerini yerden yere vuranlar da keşke Necip Fazıl ve Nazım Hikmet’ten biraz feyz alsalar…

***

Sevdiğim bir söz

“Ya sırtımıza alıp taşıyoruz, Ya ayağımızın altına alıp çiğniyoruz, Öğrenemedik bi türlü yan yana yürümeyi” Ömer Hayyam

***

Biraz da gülelim!
CANIM SEVGİLİM

Sauna'ya giden bir grup genc erkek, soğuk havuzda dinlenirlerken bir cep telefonu çalar. Bir adam telefonu açar. Ortam çok gürültülüdür; telefonun öbür ucundaki kadın sesini zorlukla duyar.
- Sevgilim. Meltem'le dışardayım. Biraz önce çok güzel bir kürk gördüm. 400 milyon liracık. Senin kredi kartından alabilir miyim? N'oooolur, alabilir miyiiiiimmmm?
- Tabi canim. Al.
- Ah sevgilimmmm! Çok şekersin. Bişeycik daha var ama kızmayacaksın, değil mi?
- Hayır, kızmam...
- Buraya gelmeden once Akmerkez'deydik. De Beers'de bir tane tek taş pırlanta yüzük gordum. Çok güzeldi sevgilim. Bütün arkadaşlarımda var. Senin kredili kart hesabından alabilir miyim? 650 milyon liracık. Gelecek ay ikramiye alacaksın. O zaman ödersin. N'ooooluuurrrr. Alabilirmiyim?"
- Peki, al canım.
- Sevgilim benim. Bi tanem. Çok şekersin. Bu akşam sana harika bir gece yasatacağım. Canııım, bi şey daha var. Ama kızarsın diye korkuyorum...
- Kızmam, söyle bakiyim.
- Son kazadan sonra arabamdan iyice soğudum. Galeride bi tane Peugeot 206 gördüm sevgilim. Çok güzeldiiii... 9 milyara bırakacak. Senin adına bankadan bi kredi açtırsak diyorum sevgilim. Nuran'ın kardeşi bankada şube müdürü... Kefil-belge-imza falan istemiyor, sen tamam dersen hemen yapacak işlemleri. N'ooolurrrr sevgilim, seni çok seviyorum....
- Peki, peki. Tamam. Olur. Al bakalım.
- Tatlı sevgilim benim. Canım sevgilim. Seni çoook seviyorum. Hadi by, akşama görüşürüz.
Genç adam telefonu kapatır ve arkadaşlarına sorar:
- Bu telefon kimindi yahu?...