Çok ilgili olduğum bir mevzudur siyaset. İliklerine dek yaşadığım karmaşık bir koşul. Kimi zaman, yaşamın kimi değerleri uğruna dövüşenlerin sahiciliğine, kimilerinin de dönekliğine tanık olduğum çözülmesi güç bir denklem.
Siyasette sosyalist olursunuz, sosyal demokrat olursunuz; milliyetçi, muhafazakâr, liberal olursunuz siyasetin ekseninde. Kimliğinize bir kavram bağışlamaya başlarsınız, bir anlam, hatta bir tarz.
Bir süre şu sıfatlarla anılmak istersiniz; komünist, ülkücü, devrimci, İslamcı kavramlarıyla. Zıtların savaşı girer sonra yaşamınıza, çatışmaya başlarsınız o kendinize çok yakıştırdığınız çirkin kavramların siperinde; terörist, anarşist, faşist, yoz, yobaz olursunuz.
Birey sıyrılmaya başlar sonra tecrübelerinin ekseninden. Çoğuna göre kavramlar, stiller, tarzlar ve duruşlar yerini bloklaşmaya bırakır. Çıkarların bloklaşmasına. Ve siz bu bloklaşmaya ulaşırken, sizin verdiğiniz anlamlar ve patiklerin mücadelesini vermemiş, asalak diploması, ya da hiçbir halta yaramayan parası turşu bidonları ile dizili birileri çıkıp zirvelere oturur.
Sonra, yönetilmeye başlarsanız, idare edilmeye, avutulmaya, o çok sindirdiğiniz insani ve toplumsal mücadelenizden uzaklaşarak, dönüşmeye başlarsınız. Bir kitle kuyrukçuluğuna doğru yol alırsınız. Ne olduğunuzu, nereye vardığınızı, kim olduğunuzu, kimlerle olduğunuzu anlamadan.
Sonra bir uyutma paranoyası içinde, önce siz, sonra toplum derin ninnilerde gezdirilir. Siyasetin bir anda iç dinamikleri boşaltılarak, dün sermayenin ve paranın ardında köpek gibi koşturanlar, unlarını eleyip eleklerini asınca, bütün toplumsal mücadele vermişleri kuşatmaya, siyasal dinamikleri aforoz etmeye, genelde ve yerelde bir toplumu yönetmeye başlarlar.
Böyle bir anda siyasal değerlerine saygısı olanlar azınlığa düşünce kıyılarına çekilir, siyasal değerlerine saygısı olmayanların gücü ele geçirenlere salyalarını akıttıklarını gördükçe. Birey çürür, birey kaybolur ve birey bireyliğinden sıyrılıp, kitle kuyruklarının bloğu, yaması olur.
Böyle bir ortamda, en aptal bildiklerimiz, en aptal yönetenlerin bloğunda parlamaya başlar. Hiçbir içerik ve kabiliyeti olmayan siyasal bloklarda, kimlik kazanır, koltuk kazanır, saltanat kazanır, hiç değil blok kazanır. Ve bloğun duvarlarını hep birlikte yalamaya başlarlar.
Matematik bilmeyenlerin,
Edebiyat bilmeyenlerin,
Felsefe bilmeyenlerin, şiir bilmeyenlerin, sanat bilmeyenlerin o rezil parmak uçlarında bir kenti, bir ülkeyi yönetmelerini izlemek kadar kahredici bir başka şey, sanırım olamaz.
Bloklaşma, kendi kurtuluş planlarından öte bir şey değildir artık.
Bloklaşma, kendi sadakat egolarını gruplaştırmaktan bir başka değil.
Bir bakın Kırşehir’in siyaset genine.
Hiyerarşileri, akrabadan, ticari ortaklıktan başka, Kırşehir toplumuna hangi evrensel yönetimi sunabiliyor.
Babadan oğula politik hikâyeler, tabip yardımseverliği ajitasyonları, iyi tüccar sömürüsü, deli rüzgârı efsanesi, zengin patron albenisi, nam salmış, dedikodu öykülerinden başka ne veriyorlar Kırşehir toplumuna.
Oysa bir tanesinin şuraya yaptığı bir okul, buraya diktiği bir fabrika, şurayı ağaçlandırdığı bir orman, şöyle bağışladığı bir sanat evi var mı? Yok.
Dedikodu öyküleri ve teneke geleneklerle şehrin hali ortada.
Şehir ıssız, şehir işsiz, şehir makinesiz, bacasız, şehir tarımsız.İş, emek, özgürlük öldürülmüş şehirde.
Bloklaşma siyaseti, Kırşehir’in ta kendisi ve böyle giderse şehrin kalbini de alır.