Bugün yazımda değişiklik yaparak  Kırşehir’in sorunlarını bir haftalığına askıya alıp, siyasetten, spordan, stresten, gerginlikten uzak ve beni  çok mutlu eden, yüzümü güldüren bir olaydan bahsetmek istiyorum.

Yaşantım, çocukluğum, öğrenciliğim, gençliğim, iş hayatım boyunca sürekli olarak stresli, gergin ve zor  geçmiştir.

Tabi ki bunda  babamı çok erken yaşlarda kaybetmem, ailemizin maddi durumu, eve ekmek getirmek için dokuz yaşında çay ocaklarında garsonluğa başlamam, çok ezilmem, içime kapanık olmamla birlikte anlatmak istediğim derdimi kimselere anlatamamam, utanıp sıkılmam çok büyük etken olmuştur. Giyinmek istediğimi giyinemedim, yemek istediğimi yiyemedim, yaşamak istediklerimi yaşayamadım. Mutlu olduğum, yüzümün güldüğü anlar çok az olmuştur. Fakat “Dağa, dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur” diyenler ne kadar doğru bir söz söylemişler. 

1978 yılında İstanbul’a taşınan Kırşehirspor’un kurucularından ve ilk genel kaptanı, Kırşehir esnaflarından terzi,  merhum Metin Barlas’ın oğlu  ve şu an İstanbul’da Avukat olarak görev yapan, Kırşehir Cumhuriyet İlkokulundan sınıf ve çocukluk arkadaşım, kardeşim Ceyhun Barlas’la 43 yıl aradan sonra geçtiğimiz yıl 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda Kırşehir’de görüşme imkânı bulmuş, ilkokuldayken elinden çırtma yediğim, çay içtiğim annesi Sumru  Teyzemi yıllar sonra tekrar görmüş, eski günlerden kısa da olsa konuşmuş ve ayrıca eşi Leyla Barlas ile oğlu, yeğenim Can Barlas’la tanışma imkânı bulmuştum. İnanın hem kendisi, hem ailesi, hem annesi buram buram asalet kokan çocukluk ve ilkokul arkadaşım, kardeşim Ceyhun Barlas’la  yıllar sonra gerçekleşen bu görüşmemiz bana mutlulukların en büyüğünü verdi ve stresten, gerginlikten gülmeyen yüzüm güldü ve mutlulukların en güzeli benim oldu.

Hayat bu ne müjdeler getireceği belli olmuyor kardeşim Ceyhun Barlas’la tam bir yıl sonra 2022 yılında yine bir Cumhuriyet Bayramında Kırşehir’de görüşme imkanı bulduk. Üstelik bu kez eşlerimizde tanıştılar ve beni çok mutlu eden, stresten, gerginlikten uzaklaştıran çok güzel bir an yaşadım.   

Hem öylesine sade, doğal, mütevazı bir görüşme oldu ki anlatamam. Kibir yok, övünme yok, kapris yok, kendini beğenmişlik yok. Aksine güler yüz, tatlı dil, mütevazılık, alçak gönüllülük, içtenlik ve samimiyet var. Yukarıda da belirttiğim gibi ailece asalet kokuyorlar. Son günlerde beni böylesine mutlu eden bir an yaşamamıştım. İşte bunun adına insanlık derler, vefa derler, adamlık derler.

Bana bu mutlu anı yaşatan, yüzümü güldüren, stresten, gerginlikten uzaklaştıran Ceyhun Barlas kardeşime, eşi Leyla Barlas’a, oğlu yeğenim Can Barlas’a ve çocukken elinden yediğim çırtmayı, içtiğim çayı hiç unutamadığım Sumru Teyzeme teşekkür ediyor, inşallah bu görüşmeleri en kısa sürede tekrar gerçekleştirmeyi temenni ediyorum.

                               * * *

Sizlerle yaşadığım bir olayı paylaşayım ama aramızda kalsın. İnanın Kırşehir Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde görev yapan doktorlarımızın yüzüne Allah bakmış. Neden mi?

Geçtiğimiz 28 Ekim Cuma günü saat 08.50’de  rutin kontroller için Kırşehir Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Polikliniğinde randevu saatimi bekliyordum. Aynı yerde doktor bekleyen 80-85 yaşlarında bir teyzemiz cırtlak ses tonuyla bağırıp, çağıyor, poliklinik servisi gürültüden geçilmiyor.

Kim ne derse desin teyzemizi durdurana aşk olsun. En sonunda yanına giderek “Ey benim eli yüzü nurlu, güzel teyzeciğim, nedir senin derdin, neden bağırıyorsun? Burası hastane,  insanlar  hasta, gergin  bağırmana gerek yok” dedim, “Sen doktor musun?” dedi. “Hayır, benim kontrollerim var,  herkes gibi ben de bekliyorum. Senin gibi mübarek Anadolu kadınına bağırmak yakışmıyor” dedim.

Keşke demeseydim. Teyzemiz bana öylesine cevaplar verdi ki yanına gittiğime, konuştuğuma pişman oldum.

Mübarek teyzem bana herkesin içinde, “Senin şu kelli, felli halini gören de adam zannedecek, sıra bekleyene kadar, ortalığı ayağa kaldırsana! Doktorları arayıp bulup, yakalarından tutup getirsene! Bu doktorlar beni ecelimden beş sene önce öldürecekler! Aaah ah! sizlerin yerinde ben olsaydım, güçlü kuvvetli ve sağlığım yerinde olsaydım, arkamı dayadığım bir adamım olsaydı ben bu doktorları arayıp, bulur, yakalarından tutar getirirdim buraya, oturturdum yerlerine” demez mi?

“Ooof  be  teyze yaşın genç, sağlığın yerinde olsa, bir de kelli felli olsaydın demek ki doktorlar yanmıştı, senin elinden çok çekerlerdi. Allah Kırşehir Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde görev yapan doktorların yüzüne bakmış yoksa işleri kötüymüş” dedim ve uzaklaştım.

T.C’sini, randevu veya normal sıra alıp almadığını, hangi doktora geldiğini bilmeyen, kimlik kartı yanında olmayan teyzemiz, “Beni hemen alın, muayene edin, ilaçlarımı yazın, gideyim” diyor.

Maalesef ülkemiz öylesine bir hal aldı ki bırakın gençleri, kabadayıları, okumuşları, 80 veya  85 yaşlarında cahil  bir teyze dahi doktorların yakasından tutmak istiyor.

 Ne günlere kaldık.

Allah doktorlarımızın yardımcısı olsun.