Hep ağıtlar yükseldi dağlarından. Vardiyaların, kasabaların, köylerin buruşmuş yollarından yalınayak yürüdü o yoksul çocuklar.

Hep ağıtlar yükseldi dağlarından. Vardiyaların, kasabaların, köylerin buruşmuş yollarından yalınayak yürüdü o yoksul çocuklar. Çamur bulaşığına, kar soğuğuna, ayrık otlarına mücadelelerini basa basa. Yiğidi vurulan gelinler, sancılı babalar coğrafyasının izleri bunlar.
Bu ülkenin boynuna dolaşmış bir fular gibi direndi hayat.
Katliamlar, cinayetler, tecavüzler, şiddetler, korkular dolusu ekmekler konuldu sofralara. Türkülere, şiirlere kadar sindi barışın endişeleri. Coğrafyanın kültüründe oluşan derin çatlaklar, insanın, insanca yaşamın inkârına kadar indi. Gencecik delikanlılar yüreklerini verdi, sevdalarını verdi, ömürlerini verdi insanca yaşam uğruna. Zalimlerin haz damarlarını büyüten zulüm umudun, barış içinde yaşamın gerçeğini teslim alıyor adeta.
Sonra, tüten fabrikaları kesildi ülkemin. Üretimin tüm çarkları durduruldu. Bu ülkenin gerçekten bağımsızlığını isteyen yüzü pas içindeki umut yerini teslimiyete, emperyalizmin dayatmaları eşiğine doğru sürüklendi.
Meralar, ormanlar, vadiler kalbi para kokan kapital müteahhitlerin acımasızlığına bırakıldı. İşçinin alın teri bir hiç gibi kaldırılıp atıldı. Kapitalizmin yandaşları, 1952'lerde Nato'ya girdikleri tutsaklık, Marshall dilenciliği ile Kayseri Uçak Fabrikalarını kapattı, Köy Enstitülerini kaldırdı. Ülke artık onulmaz bir yoksulluğun, sömürünün, yok edilişin ve çaresizliğin eşiğine sürükleniyordu. Acımasızlıkla kültürleşen kapitalizmin uşakları bırakmadı artık peşini ülkenin.
Kapitalizmin geleneği başta Marshall yardımları adı altında tutsaklığı dayatılıyor, kurtuluş dönemlerinde Anadolu'nun mücadelesine yenilen İngiliz, Amerikan, Alman güçlerinin Sevr taslaklı Lozan'a rağmen paylaşım açlıkları devam ediyor, 1952'de bu yana açlığın yolu yeniden açılıyordu.
Savaş uçakları verdiler sonra ülkeme, bombalar, silahlar, kurşunlar. Üretemeyen ülkemin geldiği ekonomik yoksunluğu karşısında, vatanseverliğini bir dilim ekmeğe satan aç kalanlar ordusunu dış ülkelerde ajan yetiştirdiler, softa yetiştirdiler, terörist yetiştirdiler, katil yetiştirdiler kendi yurttaşlarını yurttaşlarına karşı bir ölüm ordusu gibi gönderdiler.
Artık solun üretim, paylaşım, halk kazanımı ve demokrasi üzerine ısrarları, emperyalizmin ve uşaklarının işine gelmiyordu. Fransızların Akdeniz'i işgalindeki kadınlarımıza yapılan tecavüz girişimleri dahi unutulmuş, hatta unutturulmak istenmiş 21. yüzyıla doğru onursuz bir kültür yetiştiriliyordu.
Önce solcu aydınları katlettiler, sonra din simsarlığı üzerinden Maraş, Çorum, Sivas katliamlarını organize ettiler. Bu ülkenin fabrikalarında çalışan en zeki mühendislerimize suikastlar düzenlendi. Bu ülkeyi en iyi şekilde müdafaa edecek tüm siyasi kurumların başarı anlarında askeri darbeler üst üste geldi. Ülke artık belirsiz bir savruluşun ve işkence çığlıkları içinde bugünlere geliyordu. En onurlu kavram olan emek, alın teri, mücadele, kavga, barış yerlerini hırsızlığa, sömürüye, kaypaklığa ve yavşaklığa bırakıyordu.
Dönek aydınlar hortladı sonra. Her akşam televizyon programlarında haram ile hortlamış göbekleri, ne dediklerinden bir haber, salyalı aydınlar. Bugün bu ülkede ölümlere gözünü kapayan, yoksullaşmaya kulaklarını tıkayan, boynunda onursuzluğu bir madalya gibi taşıyan çirkin aydınlar…
Unutuldu mağrurluğu ülkemin. Acıları unutuldu.
Açlığı, yoksulluğu unutuldu.
Hikâyesi, zindanlar, sürgünler, işkenceler, darbeler dolu ülkem, türkülere ağıtlara, şiirlere kana düşen ülkem, zalimin kurtulamadı elinden.
Kırşehir'im kadar garip, Kırşehir'im kadar talihsiz,
Acılar içinde tütüyor ülke,
Varoşların o yoksul bacalarını da ardından bırakarak,
Yine ağıtlar içinde, yine kan içinde, yine can içinde,
Neyleyim tütüyor işte…