Değerli okuyucularımız herkese dua ve selamla yazıma başlıyorum.
Bugün yaşadığımız pahalılık, ne kaderdir ne de geçici bir dalgalanma. Bu, görmezden gelinen adaletsizliğin, ertelenen sorumluluğun ve suskunluğun bir sonucudur. Etiketler yükselirken maaşlar yerinde sayıyorsa, bu yalnızca ekonomik bir sorun değildir; bu, açık bir toplumsal çöküştür. Bir ülkede insanlar çalıştığı hâlde geçinemiyorsa, sorun çalışanda değil, düzendedir.
Market raflarında fiyatlar artmıyor sadece; insanın onuru da inceliyor. Pazarda yarım kilo meyve alan emekli, “Yeter mi?” diye sorarken aslında hayatla pazarlık yapıyor. Çocuğuna harçlık veremeyen anne-baba, sessizce yoksulluğu miras bırakıyor. Bu tabloya bakıp hâlâ “şükredin” demek, aç insana sabır öğütlemekten başka bir şey değildir.
Yoksulluk bugün bağırmıyor; çünkü susturuldu. İnsanlar utanıyor, gizliyor, içine gömülüyor. Oysa açlık ayıp değildir; ayıp olan, tok olup görmezden gelmektir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu gerçeği asırlar önce net bir dille ifade etmiştir:
Komşusu açken tok yatan bizden değildir
Bu söz bugün sadece bireylere değil, yönetenlere, karar vericilere ve susmayı tercih eden herkese yöneliktir. Çünkü aç komşu artık bir kişi değil; bir mahalle, bir şehir, bir ülkedir.
Eskiden “tasarruf” bir erdemdi; bugün zorunlu bir hayatta kalma biçimi. İnsanlar etiket ezberliyor, indirim kovalıyor, temel ihtiyaçlardan vazgeçmeyi öğreniyor. Lüks denilen şey tatil değil artık; et, süt, meyve. Bir toplumda temel gıdaya erişim lüks hâline geldiyse, orada refahtan söz edilemez.
Daha acı olan ise, bu düzene alışmamız isteniyor olmasıdır. “Herkes zor durumda” denilerek adaletsizlik normalleştiriliyor. Oysa Peygamber Efendimiz (s.a.v.) zenginliği ve yoksulluğu şöyle tarif etmiştir:> “Zenginlik, mal çokluğudeğildir; asıl zenginlik gönül tokluğudur.”
(Buhârî, Müslim)
Ama bugün ne gönül tok, ne mide. Bir avuç insanın serveti büyürken, milyonların ekmeği küçülüyorsa; burada ahlaki bir çürüme vardır. Bu, yalnızca ekonomi politikası değil; vicdan politikasıdır.
Bu pahalılık en çok sessizleri vuruyor: Emeklileri, asgari ücretlileri, işsizleri, öğrencileri. Kimsenin mikrofon uzatmadığı, istatistiklere sığmayan insanları. Ve en tehlikelisi de şudur: İnsanlar yoksulluğa değil, umutsuzluğa alışıyor.
Oysa bu düzen değişebilir. Ama önce adı konmalıdır. Bu yaşananlar normal değil. Açlık kader değil. Yoksulluk sınav değil. Sabır, adaletsizliğe razı olmak değildir. Sabır, hakkını ararken insan kalabilmektir.
Ve şunu unutmamak gerekir:
Bir toplumda insanlar tok olduğu hâlde huzursuzsa,
aç olduğu hâlde susuyorsa,
orada sorun sadece pahalılık değil; adaletin yokluğudur.