KIRŞEHİR'de geçmiş günlerden biriydi... Pos bıyık Salim, kış mevsiminde yatarak bıngıl bıngıl et bağlamıştı. Çalışmayı fazla sevmezdi. Kaparozla elde ettiği gayrimenkullerini kelepir fiyatına satmaya başladı. Hazıra dağlar dayanır mıydı? Oldukça haset, insanları asla sevme ülküsü yoktu. O pek kalın ensesine, posbıyığına rağmen, horoz akıllı olduğu için her yaptığı işte aldanarak yan basardı. Gençlik yıllarında büyük babası ile at eğitimine giderdi.
Atları ve karakaçanları tımar etmek onun için doyulmaz bir zevkti. Hele eşeklerin ayaklarını kayar etmek, nalların etrafına taşan tırnakları eğe ile düzeltmek, mesleğine de yakışıyordu!
Mallarını sattıktan sonra biraz rahatlamış, ancak yine sıkıntıya düşmüştü. Elinde kehribar tespihi ile ilerigeri giderek volta vuruyordu.
Birden haykırası geldi. Kaparozla elde ettiği dört ırgatlık bağı ne güne duruyordu? Onu satıp epey para elde edebilirdi. Yolsuz kalmıştı. Pos bıyığını dik tutmalıydı. Mor kadifeden giydiği uçkurlu şalvarının cebine, sattığı bağın paracıklarını doldurdu. Şimdiye kadar paraları çeşitli yerlerde yemiş, ancak hiç eğlence yerlerine gitmemişti. Böyle yerleri görmediği için, gittiği yerde utanç verici bir olaya karışmak istemiyordu. Arkadaşları arasında “ahmak” lakabı ile anılan Kır Hüseyin'in yanına vardı. Cebinde para zibildi. Para cesaret vermişti.
Kır Hüseyin, bar ve pavyonlarda yıllarca çalışmış, iyice pişmiş, oralardaki çalışma şartlarını ve eğlence çeşitlerini çok iyi biliyordu. Zaman zaman posbıyık Salim'e anılarını anlatır, yüreğini kıpır kıpır ettirirdi. Pos bıyık içini çekerek, şimdiye kadar hep boş yaşadığını düşündü. Kır Hüseyin'e yaltaklanarak eğlence yerlerine götürmesini söyledi. Böyle bir fırsatı geri tepmek istemeyen Kır Hüseyin'in gözleri fal taşı gibi açıldı. Hiç tereddüt etmeden, askıda asılı bulunan sahosunu giyerek birlikte yola koyuldular.
Bir insanın zor geçebileceği dar sokaktan geçtiler. Kır Hüseyin kurnazdı. Kontrol dışı bir yere götürmek istiyordu. Hemen karşılarına derme çatma bir baraka çıktı. Kır Hüseyin, daha önceleri bu barakaya gelmiş, içeride bulunan çalışanları tanıyordu. Kapının tokmağını çaldılar. İçeriden sesler geliyordu. Ancak kapı bir türlü açılmak bilmiyordu. Kır Hüseyin vehimlendi. Sebepsiz korkulara kapıldı. Tuturağı tuttu. Aksiliği depreşti. Ya adamlar içeride yoksa diye telaşlandı.
Kır Hüseyin, içeridekileri yıllardır tanıyordu. Gelir de nasıl kapı açılmazdı? Fikir yormaya başladı. Kapıyı zorlamayı düşündü. Zorlamanın meskene tecavüz olacağını bildiği için tatlı dille açtıralım diyerek ağız tamburası yapmaya başladı.
İçeridekiler belki de zaman kazanmaya çalışıyorlardı. Gecikmişlerdi, ama zorlamaya gerek kalmadan kapıyı açtılar. İçeride pis kokulu bir hava, gözleri yaşartıyordu. İçeriye girdiler. Para ile insanları eğlendiren bayanlar giyinmişler, alçak makatın üzerinde oturuyorlardı. Nedendir bilinmez oldukça yorgun gözüküyorlardı. Kır Hüseyin, bu barakada oynayan bayanlara müşteri bulur, kendisi de çeşitli yiyeceklerle karnını doyurduktan sonra anaforunu alarak arpalanırdı.
Pos bıyık elinde yaprak sigarası ile gerinerek makatın üzerine oturdu. Arkasında bulunan halı yastığa dayandı. Arada dolaşarak ikramda bulunan genç kızlardan bir tanesinin getirdiği acı kahveyi höpürdeterek içti. İçeride zemheri zürafası gibi giyinmiş bir kadın, elindeki tef ile bağdaş kurarak oturdu. Geniş bir entari giyinmiş, yüzüne bakılmayacak kadar çirkin, gudubet bir kadın, kocaman bir cümbüş ile gelerek etrafına bir göz attı. Sonra ince giyinmiş bayanın yanına oturdu. Yaşlı kadının bir el işareti ile ellerinde at nalı kadar çalpara ziller olan iki bayan ortaya çıktı. Fistanlarını da yeni diktirmişlerdi.
Çalgıcı kadın yaşlıydı, ama sesi doğrudan yürekleri hoplatıyordu. Zamanın en oynak havalarını çalıyor, oynayan iki kadın her türlü hünerlerini ortaya koymaya çalışıyorlardı. Pos bıyık sadece bir acı kahve ile avunmuş, karnı aç olduğundan içtiği kahve sinir kat sayısını artırmıştı. Kır Hüseyin, bir kaşkariko ile içeride bulunan kapalı mekana doğru ilerledi. Bir düzenbazlık peşindeydi. Yavaşça, oyuna mola vermiş diğer kızların bulunduğu yere girdi. İçeride neler yoktu ki? Bu yiyecekler kimin için hazırlanmıştı acaba?
Kır Hüseyin'i daha önceden tanıyan kızlar kendisine inanılmaz derecede yiyecek ikramında bulunuyorlardı.
Kır Hüseyin, yaşlı kadın tarafından arpalandıktan sonra pos bıyık arkadaşını atlatıp lüpe konmuştu. Dış taraftan çalgı sesleri geliyor, Kır Hüseyin dişine danışarak yemeye devam ediyordu. Karnını iyice doyurduktan sonra pos bıyığın yanına çıktı. Oynayan kadınlar sıkıntıdan entari ile alınlarında boncuk boncuk biriken terlerini siliyorlardı. Bahşişi alamadıklarından birbirlerine kaş göz işareti yapıyorlardı.
Kır Hüseyin, bayanların zayıf taraflarını yakalamış, en güzel yiyecekleri yiyor, anaforunu almadan da gitmiyordu.
Müziğin sesine kapılan pos bıyık, şişeleri göğ içiyordu. Mezesiz yuvarladığı şişeler başını döndürmüş, hezeyan içerisinde ne konuştuğunu bilmeyerek saçmalıyordu. Oynayan kızlar hediye alamadıkları için çok isteksiz hareket ediyorlardı. Kır Hüseyin içeriden aldığı anaforla, pos bıyığın yanına çıktı. Birlikte oturmaya başladılar. Bir ara pos bıyığın karnının açlıktan su değirmeni gibi guruldadığını duydu. Ortalıkta dolaşan kızlardan bir tanesi göz işareti yaparak pos bıyığa yiyecek getirmelerini söyledi. Zaman su gibi akıyordu. Kır Hüseyin'in içeride yediği sazan balığının iskeleti kalmıştı. Kızlar, kayık tabağın içerisini biraz süslediler. Kırık sarı leblebi ile biraz da pancar turşusu getirdiler.
Pos bıyığın gözleri fal taşı gibi açıldı. Çok acıkmıştı. Kayık tabağın üzerine abanarak gelen yiyeceklere döşendi. Kır Hüseyin, imalı bir şekilde bıyığa gülüyordu. Kendisi tıkınarak yediğinden midesini boşaltmak için ara sıra geğiriyordu. Balık iskelete ile pancar turşusuna yumulan pos bıyık, içkileri karıştırmaya başladı. Önüne ne gelirse içiyordu. Likör, şarap, rakı iyice kafası zom olmuştu.
Kır Hüseyin, oynayan bayanlara kuyruk sallayarak, bahşiş vermeye başladı. Bu olay pos bıyığın aşağılanması demekti. O an için eğlence yerinin ağası görüyordu kendisini. Çalpara zillerin sesleri pos bıyığı coşturmuştu bir kere. Kafasındaki silindir şapkasını alçak makatın üzerine fırlattı. Bir gün önceden hava alsın diye kafasının tepe kısmını tıraş ettirmişti.
İçkinin tesiri ile kendisini bayanların karşısına attı. Mola veren bayanlar kesik kesik fıkırdaşarak gülüşüyorlardı. Kafası öyle çakırkeyif olmuştu ki, artık kendisini kontrol etmekte zorlanıyordu. Bol şalvarının ceplerine doldurduğu paralar yavaş yavaş erimeye başladı. Kır Hüseyin, olayın vahametini sezmişti. Gizlice arka kapıdan fertiği çekerek toz oldu. Oyun yerinin de bir disiplini olmalıydı. Kontrolden çıkan pos bıyık içkinin tesiri ile avazının çıktığı kadar bağırıyordu. Artık kimi görürse kendini kontrol edemiyor, tacize varan hareketler yapıyordu.
Yılların tecrübesi çalgıcı yaşlı kadın, yanındakilerine hafif kaşını oynattı. Gizli bölmeden dışarı fırlayan, saçları alabros kesilmiş, fıçıcı keserine dönmüş iki adam, pos bıyığı dışarı atmak istediler. Pos bıyık oyun ve alkolün tesiri ile coşmuştu bir kere! Kim önünde durabilir artık?
Adamlarla birlikte itişip, kalkışmalar...
Kim bakabilirdi kaparozla para kazanan adama?
İçlerinden bir tanesi daha fazla dayanamadı. Uzun sahosunun yakasından tuttuğu pos bıyığa kafayı geçirdi.
Lo taşına dönmüş olan pos bıyık sırtı üzeri yere düştü. Her şeyi puslu ve ikiz görüyordu. Kalkmak için çaba sarf etti. Yıldızlar neden aşağıya inmiş diyerek yıldızları sayıyordu. Fıçıcı keserine dönmüş belalı adamlar, bıngıl bıngıl et bağlamış adamı çalapaça dışarı attılar. Pos bıyık hâlâ kendinde değildi. Burnundan akan kanlar dik duran bıyıklarını aşağıya düşürmüştü.
Temizlik işçisinin çöp doldurduğu eşek arabasının üzerine attılar. Temizlik işçisinin yapacağı bir şey yoktu. Eşek arabası ile birlikte götürerek kapısının önüne bıraktı. Gürültüye çıkan eşi ve çocukları, soğuktan donmak üzere olan pos bıyığı izbe bir odaya aldılar. Çocukları bıyığının gazabından korkarak toz olmuşlardı.
İstirahatını düzenli yaparak arkadaşının hatırını sormaya gelen Kır Hüseyin, hoşaf soğutuyordu. İçeri girdi. Gece soğuk damda yatan pos bıyık inim inim inliyordu.
Yaptığı eşek şakasının hoş karşılandığını sanan Kır Hüseyin, eşine nerede yara aldığını anlattı. İniltilerinden büyük ızdırap duyan eşi, ezik ve çürümüş yerlerini hardal lapası ile sardı. Adamın ızdırabı çok büyüktü. Kaparozla elde ettiği son parası ile hekime götürdüler. Soğuk ve izbe yerde sabaha kadar yatması adamın zatülcenp hastalığına yakalanmasına sebep olmuştu. Aylarca tedavi gördü. Bıngıl bıngıl etleri kayboldu. Derileri sallanıyordu. Bir kere cahillik eden pos bıyığın eşi hiç emeğini esirgemedi. Gecegündüz demedi. Arpalara beledi, yaralarını dili ile yalamış gibi iyi etti.
Gözlerini açan adam çatal değnekle yürümeye başladı. Artık bıyıkları aşağı düşüyordu. Bıyığın iş yapamayacağını, akıllı olmayı eşinden öğrenmeye başladı.
Gittiği barakada tilki tövbesi çektirmişlerdi. Bir daha bilemediği yere eğlenmeye gitmemeye yemin etti. Zaten kendisinden çekinen kişilere bıyık bükerek, hakkı olmayan malları kaparozla elde etmişti. Haydan gelen mangırlar huya gitti.
Eşi sayesinde yeniden varlığına kavuştu. Bir gün silindir şapkasını giydi. Bıyıklarını yine uzatmıştı. Güneşe doğru baktı. Çatal değnek gelen adama baktı. Kır Hüseyin'de aynı akıbete uğramıştı. Eden bulur diyerek yüzünü çevirdi. Her ikisi de dersini almıştı.