Babam; sevgisini içinde yaşayan ve yaşatanlardandı. Belki de en çok benzerliğimiz bu konudadır. Herkesin göreceği sevgi gösterilerinde bulunmaktan uzağım. Daha ciddi, daha mesafeli… Gösterişten uzak… Sürekli sevgi sözcükleriyle onore etmeyi ve edilmeyi sevmem.

Şimdi düşünüyorum da bu özellik babamdan bana geçmiş olmalı farkında olmadan. Ancak, gözünün sürekli üzerimde olduğunu göstermese de hissederdim. Onun sevme ve koruma biçimi buydu. Kötülüğe bulaşmamış ruhu ile yufka yüreğinde hep sevgi biriktirdiğine inanıyorum. Veya ebediyete göçünden sonra bunu daha iyi anlıyorum. 

Bizden uzun süreliğine ayrılığını üç dört yaşlarımda ilk ve son kez yaşamıştım. İnsanların dişlerinin sayıldığı, gözlerinin kontrol edildiği, iç organlarının veteriner titizliğiyle muayene edildiği, ancak davullarla, zurnalarla, halaylarla uğurlandığı ve devlet törenleriyle karşılandığı “konforlu” kölelerinden biri olarak Almanya’ya gittiğindeydi…

Yıllar bin dokuz yüz altmışları gösteriyordu. Ücretli, “konforlu” köle olarak gittiğinde ben bunu algılayacak, kavrayacak, anlatacak yaşlardan çok uzaktım. Ancak para onun için yaşamsal bir zorunluluk olmanın ötesinde hiçbir zaman bir anlam ifade etmediğinden uzun süre kalmadı. Küçük bir birikinti yeterdi.

Fazla parayla işi yoktu. İnsanı kirleteceğine inanırdı. Belki de parayı itici bulmamı, ondan uzak durma çabamı, veba virüsü olarak görmem onun bana sessizce bulaştırdığı güzelliklerden biri olmalı. Bundan memnun ve mutlu olduğumu her durumda söylemekten, yazmaktan keyif alıyorum. Bütün kirlerin, kötülüklerin paranın eseri olduğunu her fırsatta ifade etmekten zevk alıyorum.

Babamın Almanya’ya gidişinden sonra annem ve kız kardeşimle ninemin koruyuculuğunda yalnızlığımızı unutmaya çalışıyorduk. Ninem yalnızlığımızın can ortağıydı. Ayrıca onun Kürtçe stranları ruhumu beslerdi. Müzik ruhun gıdasının olmasının ötesinde  “tapınaktır.” Sığınaktır. Kişiyi kendisiyle buluşturan ezgiler, sözler, tınılar gönlü hoş ederken ruhu inceltir, yüceltir. Çocukluk hazinemin dolmasına ninemin katkılarını asla inkâr edemem ve unutamam. Benim ruhumu besleyen o stranlar kimliğimi titizlikle korumamı sağladı farkında olmadan.

Babam, Almanya’ya gidişinden yaklaşık bir buçuk yıl sonra izne geldi. Başında fötr şapka, takım elbisesiyle daha da gençleşmiş gibime geldi. O günlerden kalan giderek solan fotoğrafına baktığımda hayatın var oluş ve kayboluşunun hikâyesine ulaşıyorum. Hayatta önce yavaşça soluyor, sonra ansızın kayboluyor. Geride kalanlara bir süreliğine hatıra olarak kalıp kendiliğinden bilinmeze karışıyor.

Hatıralara karışmadan önceki hallerinin üzerimizdeki etkilerini, bıraktıklarını, izlerini ise belki de sonradan algılıyor ve anlıyoruz. Çok şey kaçırdığımızda ise artık geri dönülmez bir yerdeyiz. Hayata pişmanlıklar olarak baktığımdan değil, anın tadını çıkarıp, mutluluğunu tadarak yaşamayı ise çok geç öğrenmenin can sıkıntısı arada beni ziyaret ediyor. İzinli olduğu bir ay süresince gündüz evimiz köylülerin istilasına uğrardı. Gecenin geç saatlerine kadar sigara dumanının örtüsü bizi esir alırdı. Zavallı annem çay ve yemek yapmaktan nefes almaya zaman bulamazdı. Yine de şikâyetçi bir hali yoktu.

Gözlerinin ışıltısından sevincini anlamaya çalışırdım. Babama olan sevgisini geleneklerin kıskacına hapis etse de kaçamak göstermekten çekinmezdi veya ben öyle anlardım. Ziyaretçi çokluğunu en büyük nedeni babamın köyün ilk Almancılarından oluşundandı. Sohbetler, Almanya’yı tanımaktan çok, oraya nasıl gidileceğine ilişkindi.

Kurtuluş gözüyle bakılıyordu, ücretli kölelik kimin umurundaydı. Ninemim sert bakışları misafirlerin kalkma saatini hatırlatırdı. O sessiz bakışlar birçok sözcükten daha etkiliydi. Köylüler ninemim ok gibi etkili sözlerinden korunmak, vurgun yememek için sessizce dağılırlardı.

İzin süresi benim babamsız geçen günlerimin bütün özlemini çıkarır mıydı diye soracak olursanız; cevabım olumsuz olurdu. Babam sessiz sevmeyi biliyordu. Geleneklerin ağır baskısı altında ninemin yanında sesli sevmesi zaten mümkün değildi. Ayıplanma endişesi benliğini ele geçirmişken, Almanyaları da görmüş olsa sessizce sevmek zorundaydı. Hayatı boyunca, ninemin ölümünden sonra da bu devam etti.