Mütareke basını, Millî Mücadele tarihimizde yüz karası bir olaydır. Birçok gazete, işgalci devletleri desteklemiş ve hain yayınları ile halkı zehirlemeye çalışmıştır!

Ulunay, Mustafa Kemal Paşa’yı, bir gazeteci olarak, Şişli’de kaldığı evde ziyaret eder. Çanakkale Savaşları’na ilişkin sorularını bitirdikten sonra ayrılmak üzere ayağa kalktığı zaman Mustafa Kemal, "Bu vatan, içine düştüğü bu felaketten nasıl kurtarılır, diye bir sual sormanızı isterdim" der. Ulunay şöyle cevap verir:

"Ben bu vatanın kurtarılmasını mümkün görmediğim için böyle bir sual düşünmedim. Neyle, hangi askerle, hangi silahla, hangi parayla? Maalesef paşam, vatan kupkuru bir çölden farksız oldu. Affınıza sığınarak arz edeyim ki, artık bu kupkuru çölde hiçbir hayat belirtisi yok!"

Mustafa Kemal Paşa:

- "Çöl sanılan bu âlemde saklı ve kuvvetli bir hayat vardır. O, millettir. O, Türk milletidir. Eksik olan şey teşkilattır. Bu teşkilat organize edilebilirse, vatan da, millet de kurtulur!"

- Neler diyorsunuz paşam?

-Anlatayım. Siz sanıyor musunuz ki, savaşı kazanmakla müttefikler aralarındaki bütün sorunları çözmüşlerdir. Aralarındaki asıl rekabet şimdi başlayacaktır. Asırlarca birbirleriyle boğuşan Fransızlarla İngilizleri ortak düşman tehlikesi birleştirdi. Şimdi o eski rekabet bıraktıkları yerden tekrar başlayacaktır. İtalya’nın da başı derttedir. Onlar da her an bir iç karışıklık yaşayabilirler. Sonuçta, Anadolu’da başlayacak bir milli direnişle, hiçbiri mücadele edecek durumda değildir.

Refi Cevat Ulunay, matbaaya dönünce arkadaşları "Anlat" derler. Anlatır:

Arkadaşlar zır deli bu zır deli. BANA dedi ki:

"Refi bey, Şu sıralar Anadolu’ya geçilir, milli direniş harekete geçirilirse, Fransız’ı da, İngiliz’i de, İtalyan’ı da memleketten kovulur, vatan istiklaline kavuşur, millet de esaretten kurtulurmuş! Anladınız mı arkadaşlar? Bu adama deli demeyin, deli değil, zırdeliymiş!"

Ve ardından direniş başlatan Mustafa Kemal ve arkadaşlarına korkunç bir saldırı başlatır gazetesinde.

Onlar Anadolu'yu dahi temsil edemez. Ankara Meclisi ancak İttihat ve Terakki’yi temsil eder. Avrupa'nın tanıdığı meşru bir hükümet var o da babı-ı âli’dir. Ankara hükümeti Avrupa için kabil-i hitap bir hükümet değildir ve olamaz." (alemdar, 9 Şubat 1921)

"Biz Anadolu'daki Kuvayı gayri Milliyecilerin işgal kuvvetleriyle baş edebileceğini sanmıyoruz. Salah-ı mevcudiyetimiz için bunların temsilcilerini yok etmemiz gerekir. Millet Anadolu'yu soyup, kasıp kavuran Kuvayı gayri milliye ye karşı halifesinin ve tahtının etrafında birleşecektir." (alemdar, 26 Temmuz 1920)

“Anadolu ve Kemal ile değil, Yunanistan ile anlaşmalıyız. Yunanlılar ne kadar ebedi düşmanımız olursa olsun, bugünkü galiplerimizin bir müttefikidir, onlara karşı yapılacak hareket, İtilaf Devletleri’nin kırgınlığına sebep olur. Gafletin bu derecesi görülmüş, işitilmiş şey değildir!”

Kurtuluş savaşı kazanılınca Refi Cevat Ulunay 150likler listesinde ülkeden sürülür.

Atatürk'ün vefatından sonra çıkan afla ülkeye döner.   

Af kanunu ile Türkiye’ye döndüğünde, gazeteciler sorar; “Mustafa Kemal Atatürk hakkında söylediğin sözler ve büyük yanılgın için pişman mısın?”

Refi Cevad Ulunay yanıtlar:

“Hayır, aslında ben haklıydım. Herkes de benim gibi düşünüyordu.

Dürüst olsun herkes, O günlerde vatanın savaşarak düşmandan kurtulacağını düşünen tek insan oydu.”

Alıntı; Eski Turizm ve Tanıtma Bakanı Dr. Alev Coşkun, : "Samsun’dan Önceki 6 Ay -İşgal, Hüzün, Hazırlık" adlı kitabı.

Atatürk genç yaşta yüksek mertebelere çıkmıştır, karargâhta, cephede, siperde tam bir asker gibi yetişmiştir. Son derece realistti. Birinci cihan harbinde son büyük hatalar yapılmıştır Atatürk bunlardan dersler çıkarmıştır. Bu durum cumhuriyet kadrolarını son derece ihtiyatlı davranmaya sevk etmiştir. Atatürk ne zaman nerede nasıl hareket edeceğini çok iyi bilen biridir. 1923 te saltanatı kaldırmış cumhuriyete geçmiştir; çünkü 20. İnci yüz yıl cumhuriyetler, milliyetler, milliyetçilik çağıdır. Atatürk hedefinin Cumhuriyet olduğu fikrini kimseyle paylaşmamıştır, çünkü Cumhuriyet o yıllarda halkın hiç sempati duymadığı tıpkı bu günkü komünizm gibi halka itici gelen bir kelimeydi.                                                                                                              Hanedan sürgün edildi fakat mallarına el konulmadı kimse yargılanmadı. Vahdettin Abdülhamit’ten çok farklı bir padişahtı çok tasarrufluydu israftan daima kaçınmıştı, sürgüne giderken hazineden beş kuruş almamıştı. 

Atatürk’ün en büyük devrimlerinden biri de bu topraklara Türkiye demesidir, bu sözcüğü Atatürk ilk defa kullanıyordu.

Atatürk doğaya saygılı, çocuklara düşkün, insan sevgisiyle dolu, alçakgönüllü bir kişiliğe sahipti. Bilindiği gibi Atatürk çocuk yaşında çok sevdiği babasını kaybetmişti. Manastır Askeri Lisesi’ne 14 yaşında başladı, küçük yaşlarından itibaren aile ocağından ayrılmış bulunuyordu. Bu nedenle çocuklara karşı düşkünlüğünü her vesile ile belli etmiştir. Atatürk, Çanakkale Savaşları’ndan sonra Diyarbakır Silvan’a kolordu komutanı olarak atandı.   

Atatürk, Zehra, Rukiye, Nebile, Sabriye, Sabiha ve Ülkü adlarını taşıyan çocukları manevi kızları olarak koruma altına almış onları yetiştirmiş ve okutmuştur. Sabiha Gökçen, Türkiye’nin ilk kadın pilotu oldu, ayrıca öğretmen Afet İnan’ı Avrupa’ya gönderdi, yetişmesini ve bilim insanı olmasını sağladı. Cenevre’de okuyan Afet ve Sabriye’ye 1 Mayıs 1926’da gönderdiği ortak mektup “Sevgili kızlarım” diye başlıyor. Son yıllarında Atatürk’le birlikte fotoğrafları görünen küçük Ülkü, annesi Zübeyde Hanım’ın koruması altına alıp büyüttüğü Vasfiye’nin kızıdır. Fakir çocukları evlat edinerek büyütüp yetiştirmek, Atatürk’te bir tutku halindeydi. (DEVAMI VAR)