“Bu kadar da olmaz ki” dediğimiz, imkansız sandığımız olaylar, kararlar, açıklamalar öylesine yağmur gibi yağıyor ki üzerimize, takip etmekte zorlanıyoruz. Geçen yazımızda başladığımız konularımıza devam edelim.
* * *
İzmirli bir yurttaş, ufo ısıtıcıyı evinin duvarına monte etmiş. Geçtiğimiz hafta, tam ufonun altında otururken dübel, vida gevşemiş olsa gerek, vatandaşın başına düşüyor. Hem o sıcaklıkla başında şiddetli yanıklar hem de derin yaralar oluşup Ege Üniversitesi hastanesine kaldırılıyor. Doktorlar bu kazanın nasıl olduğunu soruyorlar. Kazazede İzmirli “Başıma ufo düştü” diyor. Hasta dosyası düzenleniyor ve “Hastanın başına bir uzay cismi düşmüştür” diye yazılıyor.
AKLIMDAKİ DELİ SORU: O kaza benim başıma gelseydi, soyadımdan kaynaklı olarak herhalde “Hastanın başına Atılgan uzay gemisi düşmüştür” yazılırdı.
* * *
Herkesin umutla beklediği ve kiminin Terörsüz Türkiye, kiminin Barış Süreci, kiminin de Terörsüz ve Demokratik Türkiye dediği süreç için ilk adımlar atıldı. Bu bağlamda Kuzey Irak’ta 30 PKK’lının katıldığı sembolik silah yakma töreni düzenlendi. Elbette gelecek için çok anlamlar ifade eden bu törenle ilgili çok şeyler yazıldı, söylendi.
Bu törende basında fazlaca üzerinde durulmayan iki nokta benim dikkatimi çekti. Birincisi, silah yakılan platforma 26 kalaşnikof, 1 kanas, 1 M4, 1 RPG roketatar, 1 de bixi denilen silah mermileriyle birlikte atıldı ve ateşe verildi. İkincisi, törende sunuş konuşmasını KCK Yürütme Kurulu Eş Başkanı Besê Hozat kod adlı Hülya Oran yaptı. Besê Hozat, Öcalan’ın “Onu mutlaka ikna edin, o ikna olursa tüm kadın elemanlar da gelir” dediği 1978 Tunceli doğumlu bir militan. Besê Hozat, en çok arananlar listesinde kırmızı kategoride yer alan ve 20 milyon lira ödülle aranan birisi olmasına rağmen, bir komutan edasıyla çıktı ve kameralar karşısında konuşmasını yaptı.
AKLIMDAKİ DELİ SORU: Birincisi, kazana atılan mermiler o denli yüksek ateşe rağmen nasıl oldu da patlamadı. İkincisi, Besê Hozat için konulan 20 milyonluk ödülü kim alacak? Onu çeken kameraman mı, onun ikna edilmesini sağlayan Öcalan mı, yoksa kendi iradesiyle oraya geldiği için kendisi mi alacak ödülü?
* * *
Sürekli göç veren ve nüfusu azalan Kırşehir’e Cumhuriyet tarihi boyunca iki büyük devlet yatırımı yapıldı. Birisi Petlas, diğeri Şeker Fabrikası. Yıllardır hızlı tren, havaalanı vs. gibi vaadler siyasi özgül hafiflik yüzünden havada kaldığı için işsizlik ve göç de kaçınılmaz oluyor. Peki bu iki büyük yatırımı kim ne zaman yaptı? Petlas, Kıbrıs Barış harekâtı sırasında uygulanan ambargonun yarattığı sıkıntılar sonrasında zamanın Başbakanı Demirel tarafından 1976 yılında atıldı. Yapımı uzun yıllar sürse de 1989’da üretime başladı. Şeker Fabrikasının temeli de 1990 ocak ayında sadece Kırşehir’de yapılan ara yerel seçim öncesinde Başbakan Yıldırım Akbulut tarafından seçim yatırımı olarak atıldı ve onun yapımı da yılan hikayesine döndü fakat 2001 yılında faaliyete geçti. Kırşehir istihdamına ve ekonomisine bir nebze nefes aldıran bu iki kuruluş da özelleştirildi.
AKLIMDAKİ DELİ SORU: Bu iki büyük yatırımı kim, ne zaman, kaça sattı? Petlas, arsasının fiyatından bile ucuz fiyata, 37 milyon 500 bin Dolara 1996’da Refah Partisi iktidarında yandaş Kombassan’a satıldı. Şeker fabrikası da AKP iktidarınca 2018’de yine arsa fiyatına, 80 milyon Dolara yine yandaş Tutgu Gıda’ya satıldı. Yani var olan bu denli kıymetli kuruluşları öldüm fiyatına satanların Kırşehir’e yatırım yapacağına ve işsizliği çözeceğine hâlâ nasıl inanacağız?
* * *
Yıllardır her pazara gittiğimde, market ve teknolojik cihaz fiyatlarının pahalılığı karşısında, sebze meyve fiyatlarının ucuzluğunu görünce, “üreticinin malı para etmiyor, o kadar emeğe yazık” diye üzülürdüm. Bu yıl pazarda öyle bir astronomik rakamlar oluştu ki, eski anılarım aklıma geldi. Biz çocukken, Kırşehir’de herkes kendi çapında bahçesinde sebze meyve yetiştirir, çok az bir kesim pazarda satar, çoğunluk kurutma, salça, kak, pestil, köftür gibi yöntemlerle kışlık hazırlar, kalanını konu komşuya dağıtırdı. Hatta yaz aylarında Ispallaz’da, İkizarası’nda, Çaydeğirmeni’nde, Kurtocağı’nda, Dinekbağı’nda çocuklar, gençler yoldan geçerken, bahçe sahipleri çevirip ‘’Çocuklar gelin erik, kiraz, elma, kayısı toplayın da yeyin. Siz yemezseniz, ineklere vereceğim” derlerdi.
AKLIMDAKİ DELİ SORU: Şimdi “Fiyatlar çok pahalı, sebze meyve alamıyoruz” diye biz mi çok üzülüyoruz, yoksa “Bu fiyatlar yüzünden, insanlar bulamıyor ki, bize nasıl versinler” diye sebze meyve yüzü göremeyen inekler mi daha çok mağdur?
Şimdilik delilik buraya kadar. Delilik iyidir ama fazlası da şizofrene kadar götürür. Kalın sağlıcakla.