1789 Fransız İhtilali, Fransa’da Monarşi dönemine son vermekle birlikte, milliyetçilik, eşitlik, bağımsızlık ve ulus devlet olma fikirlerinin de doğmasına neden olmuştur. İmparatorlukların sonu demek olan bu fikirler, İngiliz, Fransız ve Rusların etkisiyle Osmanlı egemenlik sahasında da taraftar bulmuştur. İngilizler Arap dünyasını bize karşı kışkırtırken Fransızlar Afrika’da ve Ermeniler üzerinde faaliyette bulunuyordu. Ruslar da Ortodoks Sırp, Hırvat, Yunan, Bulgar gibi Balkan uluslarının yanı sıra yine doğuda Ermenileri örgütlüyordu.
Emperyalistlerin eline Osmanlı Devleti’ni parçalamak için büyük bir fırsat çıkmıştı. Sömürge yarışında pay kapmak için gizli faaliyetler yürütüyorlardı. Bilhassa Ermeniler Osmanlı devletine karşı başta Rusya olmak üzere itilaf devletleri ile iş birliği içindeydi.
I. Dünya Savaşı’na kadar örgütlenmelerini tamamlayan ve büyük ölçüde silahlanan Ermeni çeteleri savaş başladığında vatandaşı oldukları Osmanlı’yı arkadan vurmaya başladılar. Doğu Anadolu ve Çukurova bölgelerinde Türk köylerini basıp yaşlı, kadın, çocuk demeden cana, ırza ve mala saldırmaya başladılar. Tabii ki egemen devlet olan Osmanlı bu katliamlara duyarsız kalamazdı.
Osmanlı devletindeki Ermenilerin örgütlenmesini sağlayan yurtdışı bağlantıları ile işbirliğini yürüten lider kadro ve komite merkezleri başkentte idi. Bu sebeple Ermeni olaylarında İstanbul Ermenilerinin özel bir önemi bulunmaktadır. İstanbul’da bulunan Ermeni komiteleri, basın ve patrikhane I. Dünya Savaşı öncesi ve savaş sırasında yoğun bir siyasi faaliyete girişerek yabancı ülkelerle işbirliğini artırmışlardı.
Osmanlı devletinin yüzyıllarca süren hoşgörülü yönetim anlayışı sayesinde dini, milli, sosyal ve kültürel kimliklerini yaşatıp geliştiren Ermeniler arasında milliyetçilik fikirleri, misyonerler, yabancı okullar ve büyük devletlerin desteği ile giderek güçlenmiş, kilisenin öncülüğünde bağımsızlık hareketlerine yönelmelerinde önemli bir etken olmuştur. Özellikle 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nın sonucunda imzalanan Berlin Antlaşması ile Ermeni konusu uluslararası bir mahiyet kazanmış, başta Rusya olmak üzere, bölgede emelleri olan Avrupa devletlerinin Osmanlı devletine baskı aracı olarak kullandıkları bir mesele haline gelmiştir. İşte büyük devletlerin desteğinden cesaret alan Ermeni milliyetçileri kendilerinden önce bağımsızlık hareketlerine girişen Sırp, Yunan ve Bulgarlar gibi aynı yolu izleyerek Doğu Anadolu’da bağımsız bir Ermenistan kurmak amacıyla harekete geçmişlerdir. Ancak Ermeniler, Bulgarlar, Sırplar ve Yunanlılar gibi Osmanlı devletinin hiçbir yerinde çoğunluğa sahip değillerdi. Dolayısıyla bağımsız bir Ermenistan kurmak için gerekli olan maddi unsurlar (nüfus, sınırları belli bir bölge) mevcut değildi. Bu sebeple Ermeni milliyetçileri maddi unsurlardan mahrum bir milliyetçilik akımının amaçlarını gerçekleştirmek için meşru devletlerine, yani Osmanlıya karşı mücadele metodu olarak terörü seçmişlerdir.
Ermeni milliyetçilerinin mücadele metodu olarak terörü seçmelerinin iki önemli sebebi vardır: Birincisi, bağımsız devlet kurmayı amaçladıkları bölgedeki Müslüman çoğunluğu ya katlederek ya da göçe zorlayarak bölgede çoğunluğu sağlamak, ikincisi meydana gelen olayları batı dünyasında “Ermenilerin katliamı” olarak propaganda ederek Avrupalı devletlerin Ermeniler lehine askeri ve siyasi müdahalesini sağlamaktır.
Bu çerçevede; Osmanlı hükümeti olayları önlemek amacıyla 24 Nisan 1915 tarihinde çıkardığı bir genelge ile Ermeni komite merkezlerini kapatmış ve elebaşılarını tutuklamıştır. Belgelerle ortaya konulduğu gibi, 24 Nisan tutuklamaları sırasında herhangi bir çatışma ve ölüm olayı söz konusu olmamıştır. Ermeni olaylarında siyasi planlamanın yapıldığı komite merkezlerinin İstanbul’da olması sebebiyle büyük oranda tutuklamalar bu şehirde yapılmış, diğer vilayetlerde daha az sayıda tutuklamalar olmuştur. İstanbul’da dahi tespit edilen 610 komitecinin yarısından fazlası (313 kişi) ya adresinde bulunamamış ya da yurt dışına kaçmıştır. Adresinde bulunamayan komitecilerin yakalanması konusunda 80 bin civarında Ermeni vatandaşının yaşadığı İstanbul’da diğerlerinin tehcirden muaf tutularak rahatsız edilmemesi Osmanlı hükümetinin bu konudaki hassasiyetini göstermesi açısından son derece önemlidir.
24 Nisan’dan sonra ve I. Dünya Savaşı boyunca İstanbul’da tutuklanmayan, tutuklandıktan sonra serbest bırakılan veya tespit edilemeyen bazı Ermeni komiteciler gizlice siyasi faaliyetlere devam etmişler, özellikle yabancı ülkelerle işbirliği içinde casusluk olaylarına yönelmişlerdir.
İşte 110 yıl önce 24 Nisanda meydana gelen ve Ermeni elebaşıların gözaltına alındığı bu olayı bütün dünyaya Ermeni Soykırımı olarak lanse etmişlerdir. Ancak gerçeklerin er geç ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır. Bu konuyu siyasetçilere değil tarihçilere bırakalım.
Yarın bu tutuklamalardan sonra daha da hızlanan Ermeni Terörüne karşı alınan Tehcir olayını inceleyeceğiz.