“Arkanda bıraktığın kentlerin hiçbirisi senin değildir; onları bir daha göremeyeceğini bilirsin.” [Nezihe Meriç]

Geçmiş günleri düşünerek yaşarken, ömrümüz, bir daha göremeyeceğimiz şehirleri, insanları, arkadaşları, akrabaları bir gün tekrar görmek ümidini taşıyarak geçer.  Yazarın da dediği gibi bir daha asla göremeyiz; son kez yürürken arkamıza bakarız, bazen hiç tanımadığımız kalabalıklara bile veda etmek isteriz.

Sadece insanlara ve mekâna değil, bazen de her gün gördüğümüz bir sokak kedisine,  bir ağaca da veda ederiz.

Hasbelkader yıllar sonra o insanları ve mekânları tekrar gördüğümüzde, bıraktığımız gibi hatırlamak isteriz, ancak ne mümkün! Sokakları, yolları da tanıyamayız artık, öyle yabancılaşmışızdır ki her gün önünden geçtiğimiz cadde bu muydu diye tereddüt geçiririz. O veda ettiğimiz insanlar ise artık yoktur, onlar da terk etmiştir, kalabalıklar ise bir film şeridinin hızlandırılması gibi bir devir daim içinde koşusuna devam eder. Bazen de, belki en fazla bir merhabamızın olduğu bir insanın ölüm haberini duyduğumuzda büyük bir acıma hissi duyarız. Hislerimiz çok değişkendir, çabucak da unuturuz.

İnsan hep yolculuk halindedir; ne kadar gelgitler yaşasa da içindeki yolculuk hiç bitmez. Bazen dört mevsimi bir günde yaşarız bu yolculukta. Sabahleyin bahara uyanırsın, akşam olmadan kış gelmiştir belki… Bazen de binlerce kilometre öteden gelen, dilini ve anlamını bilmediğimiz bir müziğin sesi, bizi geçmişe yolculuğa çıkarır. Japon müzisyen Kitaro’nun müziği de bunlardan biridir.

Yolculuğun şehirlerin ve ülkelerin sınırları ile ilgisi yoktur. Yaşama sevinci kaybolduğunda yolculuk da biter…

*

Saklı Kalan Şiirler köşemizde bu hafta Kemalettin Kâmi’nin bir şiirini yayımlıyorum. (Soyadı Kanunundan sonra Kemalettin Kamu) Büyük Harbde Erzincan istilası esnasında Erzincan’ın bir kazası olan Refahiye’de bulunuyordu. Yıl 1916. İşte Hicret şiirini o zaman hissetmişti. O hicretin dehşetini ve acısını unutamadı, fakat o manzumeyi İstanbul’da yazdı. (Kaynak: Halid Fahri Ozansoy)

 İşte o şiir:

HİCRET

 

Tanrım, o ne bunaltıcı, ne boğucu bir gece!

Gözlerimiz bulutlandı arabaya binince..

Karanlıkta kaçıyoruz, çoğalıyor korkumuz.

Umulmadık bir felâket geçiriyor ordumuz

Zaman zaman top sesleri duyuluyor derinden,

Sarsılıyor yüreğimiz kopar gibi yerinden…

Fakirleri yalınayak, zenginleri atında,

Yollar uzun bir inilti yıldızların altında!

Gönüllerin gözyaşına inandığı bir anda

Çok sevgili yuvamızı yadellere bıraktık..

Dirseğimi dayayacak bir pencerem yok artık..

Elveda, ey harab olan Baba evi, elveda!

Bütün gece yol alırken tehlikeler içinde,

Ellerimi unutmuşum kardeşimin dizinde..

Arkamızda kayboluyor beldemizin bağları..

Arkamızda beyaz başlı Anadolu dağları

Sanki: --- Gece yolcuları, gitmeyiniz!, diyordu.

Arkamızda, bizim gibi, gurub eden bir ordu,

Arkamızda neler yok ki dokunmasın insana!

Viran bir köy önlerinde iniyoruz bir hana.

Gönüllerin gözyaşına inandığı bir anda,

Bin bağçeli Beldemizi yad ellere bıraktık..

Gölgesinde barınacak bir ağacım yok artık;

Dallarında bülbül öten bağçelere elveda.