Kimimizin yarası dışında, kimimizin içinde; toplum olarak çok yaralıyız...
Ölümcül değiliz belki ama sürekli kan kaybediyoruz.

Paramparça olmuşuz. Her parça, bir diğer parçayı kendinden görmüyor. Kimisi de başka parçalarıyla kavgalı, onlara neredeyse düşman.

Arkadaşlık, kardeşlik, dostluk, yoldaşlık artık sözde. Herkes yalnızca kendi derdiyle dertleniyor. Acılar ortaklaşa değil; herkesin acısı kendine. Sevinçler de çoğalmıyor, günden güne küçülüyor, azalıyor.

Yokluk, yoksulluk görülmüyor, umursanmıyor. Dayanışmaya kimse yanaşmıyor. Kimse kimsenin yarasına ilaç olmak istemiyor.

Güzellikler fark edilmiyor, iyilikler bilinmiyor, iyiler değer bulmuyor. Yürekler sıcak değil; buz tutmuş. Hiçbir duruma, hiçbir kimseye çözülmüyor. Eller sıkılmış, yumruk olmuş; kimse kimseye el uzatmıyor. Elimizi vermiyor, kalplerimizi, kollarımızı birbirimize açmıyoruz.

Sevgilerimiz mahallemize, köyümüze, kentlimize değil. Muhabbetimiz yüreklere işlemiyor. Merhametimiz çaresize, kimsesize, mazluma yönelmiyor.

Toplum olarak yaralarımız çok ama iyileştirmek için birbirimizin yarasını sarmıyor, yaralarımıza merhem olmaya çalışmıyoruz.

Bu kadar kötü olacağımız aklımıza bile gelmezdi belki. Toplum olarak görevlerimizi, sorumluluklarımızı önemsemedik; irade ve inisiyatif kullanmaktan, durumlara müdahale ve mücadele etmekten kaçındık.

“Başkası düzeltsin, başkaları yapsın, bize ne?” dedik. Üzerimize alınmadık hiçbir şeyi. Seyirci olduk tüm kötülüklere, zalimliklere, haksızlıklara.
Karşı duran, dik duran, kendini ortaya koyan, bedel ödeyen olmak istemedik. Kendi rahatımız, konforumuz, düzenimiz bozulmasın istedik.

Bir ve beraber olamadık. “Her koyun kendi bacağından asılsın.” dedik. Birbirimize dayanmadık, güvenmedik. Omuz omuza, yürek yüreğe kötülüklere set olamadık.
Vicdanımız sızlasa da, içimiz yansa da, yüreğimiz acısa da sustuk, bastırdık. Acılara çığlık olmadık; mazluma, mağdura ses olmadık. Yüreklere su serpmedik. Günü kurtarmaktan utanmadık.

Kolaya kaçtık. “Biz bir şey yapmasak da düzelir.” sandık kötüye gidiş. Kötülerin kötülükleri son bulur sandık.
Biz sustukça, boyun eğdikçe güçlüler haksızlıklarına, alçaklıklarına, zulümlerine devam ettiler. Daha zalim, daha kötü oldular.
Topluma kirli zihniyetlerinin zehirlerini akıttılar. Ses yükseltenlere eziyet etmekten, boyun eğmeyenlerin boyunlarını kırmaktan, baş kaldıranların başını ezmekten vazgeçmediler.

Çocuklarımızın dünyalarını, hayallerini kararttılar; geleceklerini çaldılar. Ormanlarımızı yaktılar, ağaçlarımızı kestiler.
Göllerimizi, ırmaklarımızı kuruttular. Suyumuza, ekmeğimize zehir kattılar. Gençlerimizi uyuşturdular, kadınlarımızı katlettiler.
Ülkemize, yurdumuza, havamıza, toprağımıza düşman oldular.
Zenginlikleri, yatları, katları, sıcak yatakları, şatafatlı hayatları için emeğimize, ekmeğimize göz diktiler.
Kendi halkına, kendi vatanına hain oldular.

Ülkemizde artık bıçak sırtı bir durumdayız:
Ya kurtuluş, ya yok oluş!

Toplum olarak, halk olarak bir yol bulup kurtuluşa, esenliğe çıkacağımıza; güzel günlere ulaşacağımıza inanalım.
Birlikte olduğumuzda, demokrasiyi seçtiğimizde tüm hükümranlıkların yıkılacağına; eşit ve özgür olacağımıza, hukukun ve adaletin koruyuculuğunda yeni bir hayat kuracağımıza inanalım.

84 milyon insanımızla, çocuklarımızla, gençlerimizle düşlerimizin ülkesini; bir arada, barış ve refah içinde yaşayacağımız Türkiye’yi yeniden kuralım.

Çaresiz değiliz, çare biziz!