Önceleri siyasal kaygı ve telaşlarım vardı. Önceleri toplumsal siyasetin dönüşümü için çırpınır, bu uğurda sayısız emekler verirdim.

Önceleri siyasal kaygı ve telaşlarım vardı.
Önceleri toplumsal siyasetin dönüşümü için çırpınır, bu uğurda sayısız emekler verirdim.
Heyecanlı, atak, soru sorabilen, siyasal kurum önderliklerine saygılı bir tutumum vardı. Daha genç olmanın verdiği heyecanla, harıl harıl Türkiye siyasetinin gelişmeleri üzerine çalışırdım. Çalıştıkça insanlara daha çok alışır, bireyin siyasetteki çaresizliğini artarak tanırdım. Önceleri aklım üşümezdi, demokrasi ve özgürlük çok yakınlardaydı, hiç değil yüreğimde bunun umudunu taşırdım. Şimdi onların sahte siyasetlerine, aklı leş kokan ideolojilerine, akıl hocalıklarına, kaymış kişiliklerine ana avrat sövüyorum.
Önceleri şiirler de yazardım. 15 yaşımda başlayan şiir ve yazı yazma geleneğini bugünlere taşıdım. Bu gelenek hiç bitmedi, siyasal kaygılarım bitti, ama şiir bitmedi, yazmak bitmedi.
Onca zaman diliminden sonra, Aşkın Savaşın İzleri isimli, her zerresinde emek kokan şiir kitabımı Mart 2015' de çıkardıktan sonra, aktif siyaset anlamında geriye çekilmiş, siyasette olup bitenleri, kitabını çıkarmış şair olarak saygıyla izlemekten başka hiç bir şey yapmadım. Çünkü, barış ve umudun en huzurlu koynu şiirlerdi. Şiirlerin satır başları ve satır sonları her defasında umut ve düş ile başlıyor, umut ve düş ile bitiyordu. Edebiyatı ve şiiri siyasetle yan yana koymak kadar kaygı verici bir şey yoktu, bunu hissediyor, artık şiir ve edebiyat dünyamı, siyasetin giderek bataklaşan dünyasından korumaya çalışıyordum. Hiç değil edebiyat, sanat ve şiir kirlensin istemiyordum.
Edebiyatın dünyasına uzandığınızda, aşkları görürüsünüz, sevgileri, umutları, kederleri, gözyaşlarını, kahramanlıkları; içiniz depreşir, heyecanlanırsınız, anlamı olur yaşamanızın, yaşadıklarınızı yazıya almanın. Farkında olarak ya da olmayarak, sanatın sarmallarında bulursunuz kendinizi, Orhan Veli ile dost, Nazım ile yoldaş, Can ile bir deniz kıyısında rakısını demlenen iki dost olursunuz. Yunus gelir sofranıza, Şirazi, Pir Sultan, Kaygusuz... Bir derya olursunuz, döneklerin ve hayatı sarartan piçlerin dünyasından uzak.
İçim ısınmazdı önceleri.
Önceleri, çatışma ve sömürüler içinde bir hayat, düzene kafa tutmaya kalktığınızda siciliniz bozuluyor, arkadaşlıklar, yoldaşlıklar, dostluklar bir bir pusuya düşüyor. Sonra herkes unutup halkın ve ülkenin derdini birbirlerini küfür ediyor, ne kadar kaynak bulurum dercesine vatanı eşeliyor.
Herkes ölüyor sonra, dağlarda herkes ölüyor, vardiyalarda, sokaklarda, töre kurşunlarıyla, salyalı tecavüzlerle, pusularla bir ömür kan kokan bir yaşama düşüyor.
Şimdi içimde bu yüzden bağıra bağıra şiirler yazmak geliyor, umutlar kümeleniyor, düşler kuruluyor.
Kırşehir'in delik deşik asfaltlarından işçiler acı kokan terleriyle geçiyor; yoksullukla eskittikleri hayatın göz bebeklerine bakarak. Ruhumda bağı bağıra bir güneş kopuyor, sıcağın ve serinliğin arasında bir Haziran sıcak iklimlere koşuyor.
Önceleri, sıcacık bir bakıştı devrim. Yoldaşlık sıcak bir dostluktu. Meydanlara, alanlara kilitlenen o ruhu güzel çocuklar inanca ve dayanışmaya kilitlenirdi. Pankartlarda oynaşan kırmızı renkler umut ve aşk kokardı.
Şimdi Ankara ve iller arası yalaka bir serüvendir siyaset. Ankara iller arası satılmışlık. Büyük halk mağdurlarıyla ceketlerinin içinde pişkin vekiller. Meclis kapısını aşındıran sümsük beklenticiler.
Siyasete karşı acılar içinde bir hayat, acılar içinde bir gerçek.
Asfaltlarda sakalı bağıran kimsesiz yaşlılar. Kocasından, işkence yüklü bir hayattan kaçan fahişelik yaparak ömrünü doyuran kadınlar, kuyularda, akarsu yataklarında, inşaat sahalarında, sokaklarda; ölü bulunan incecik çocuklar. Siyaset gitmiş, devrim bitmiş barları mesken tutmuş yoldaşlar.
Hayat soğuk namluların arpacığında duruyor, hayat tan paletlerinin altında çığlık çığlığa kalıyor. Ülkenin tüm kentlerinden dağ eteklerine buğulu anne feryatları yükseliyor. Omuzları düşmüş babalar hıçkırıklarda kalıyor. Yersiz yurtsuz çocuklar; sokak duvarlarına işiyor, sonra hurdaya dönmüş pas kokan arabaların kıvrımlarında uyuyor. Ankara Kızılay'da sokak taşları o eski marşlarını, grevlerini, pankartlarını özlüyor.
Her geçen zaman bir hatıra bırakıyor.
Her geçen zaman masumiyetin, salya sümük gözyaşları içinde; siyasete, politikaya değil,
Edebiyata, sanata, şiire bırakıyor.
İçim üşürdü önceleri, şiir hiç değil, bir mum alevinin kıvrımlarında ısıtıyor.