Üç aylık Eskişehir serüveninden sonra nihayet memleketim Kırşehir’e döndük, şükürler olsun kavuşturana…

Yarın 16 Haziran 2022 Perşembe günü annemin aramızdan ayrılışının dokuzuncu yılı. Günler öylesine hızlı geçiyor ki, sanki dün kaybettik annemi…

Bu sene ölüm yıl dönümünde annemi yazmayacaktım. Allah ömür verirse önümüzdeki sene onuncu yıl dönümünde yazmayı düşünüyordum. Fakat yazılarımı ve beni adım adım takip eden, ne zaman hangi konuda yazı yazacağımı tahmin eden, yazılarımın altına yorum yapan başımın püsküllü belası yakın bir arkadaşım bana “Önümüzdeki hafta annenin ölüm yıldönümü güzel bir yazı yaz hem okuyayım hem ağlayayım“ dedi. Ben de kendisine “Ağlamak istiyorsan Keskinli Hacı Taşan’ın “Ankara’da Yedim Taze Meyveyi” uzun havasını dinle hıçkırarak ağlarsın, ben ağlamak istediğim zaman bu uzun havayı dinler hıçkırarak ağlarım” dedim ve bu haftaki konumun hazır olduğunu Allah ömür verirse önümüzdeki sene yazmak istediğimi söyledim.

Başımın püsküllü belası, “Önümüzde ki seneye kadar kim öle, kim kala. Sen beni kırma ve bu hafta yaz“ diyerek ısrar edince püsküllü belam, arkadaşım için bu hafta yazmak istedim!

Aslında işin içine annem girince nasıl yazacağımı da bilemiyorum, ama bir şekilde yazmam gerek, ister ellerim klavyeye titreyerek gitsin, isterse gözyaşlarım sel olup, klavyenin üzerine damlasın, sık sık yüzümü yıkayıp, dinlenip, nefes alıp bu yazıyı yazmam gerek. Çünkü çok yakın arkadaşım püsküllü belam istedi bir kere.

Annemi de çok özledim, belki bu yazıyla biraz olsun özlem gideririm. Çünkü annemin ölümüne, yokluğuna halen alışamadım, ciğerim ilk gün gibi alev alev yanıyor. Hani son yıllarda “Sensiz sol yanım ağrıyor anne“ diye bir şarkı var, ne sol yanı, benim sensiz her yanım ağrıyor anne…

Babamı kaybettiğimizde çok küçüktüm, ablalarım ve ağabeylerim de küçük sayılırlardı, annemde çok gençti. Annem yaşı genç olduğu için bizleri bırakarak terk etseydi, bizler perişan hallerde sefil bir hayat sürer, hayatın acımasızlığında kaybolup giderdik. Annemin varlığı sayesinde ayakta durduk, okula gittik, iş sahibi olduk ve evlendik. Şimdi ağabeylerim ve ablalarımla birlikte rahat bir hayat sürüyorsak, üniversiteleri bitirdiysek annemin sayesindedir.

Beraber çektik her türlü sıkıntıları, amca, dayı, teyze, hala, eş, dost, akraba hiç kimse elimizden tutmadı. Duruma göre birlikte ağladık, birlikte güldük, aç kaldık, yavan yedik, soğan yedik, gözyaşımız ekmeğimize katık oldu. Okullar tatil olduğunda arkadaşlarımız deniz kenarlarına ve diğer şehirlere giderek tatilin tadını çıkartırken, bizler pazarcılık, çaycılık yaparak, kavun, karpuz ve balık satarak evimize ekmek getirmenin, kışlık odun ve kömür almanın, Eylül’de açılacak okul için, kıyafet, ayakkabı, kalem ve kitap için para kazanmanın peşindeydik. Kısaca onlarda öğrenciydi, bizler de öğrenciydik.

Bazen kendi kendime “Arkadaşlarımın bir elleri yağda, bir elleri balda yaşarken bu çileli mücadeleci hayatı yaşamak için bizim ne kabahatimiz vardı?“ dediğim çok olmuştur.

Rahmetli annem hayatla mücadele etmeye, çile çekmeye çok küçük yaşlarda annesini kaybetmekle başlamış, yine çok küçük yaşlarda babamla evlenmiş ve evlilik hayatında hem evlat acısını, hem eş acısını yaşamış, hayatın her türlü engelleriyle ve acılarıyla mücadele etmiştir.

Her türlü olumsuzluklara rağmen bizleri okutan iş sahibi olmamıza neden olan evlendiren annem “Tam da rahat bir hayat süreceğim” diyordu ama evdeki hesap çarşıya uymadı.

Her şey 26 Aralık 2012 tarihinde başladı. Sırt, koltuk altı ağrıları gibi basit şikâyetlerle götürmüştüm annemi Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi Hastanesi’ne…

Muayeneler, tahliller, röntgenler, ultrasonlar, MR’lar hepsinin sonuçları kötü çıkıyordu. Her geçen gün annemin şikayetleri, ağrıları artıyor, dayanılmaz bir hal alıyordu. Bir umutla Kayseri Erciyes Üniversitesi Hastanesi’ne götürdük, bizler güzel haberler bekliyorduk ama nafile. Doktorlar, “Her an her şeye hazır olun” diyerek vermişlerdi kötü haberi. Biz de “Allah’tan ümit kesilmez” diyerek hem annem üzülmesin hem içimizde uhde kalmasın diyerek devam ediyorduk koşuşturmaya. Tıp da dese, doktorlar da dese, kim ne derse desin “Allah’tan ümit kesilmez” diyerek annemin sağlığına kavuşacağına inanmak istiyorduk. Çünkü annemin bilinci ve şuuru açıktı. Bu inançla son bir kez daha 2 Haziran 2013 tarihinde Kayseri Erciyes Üniversitesi Hastanesi’ne gitmek için yola çıkacaktık. Evden çıkmadan önce annem evimizi oda oda dolaştı, odaların hepsine göz gezdirdi, dakikalarca baktı eşyalara, perdelere, kapılara, bir taraftan sürekli içini çekiyor, diğer taraftan “Dünya boşmuş” sözlerini tekrarlıyordu.

“Anne gecikmeyelim artık yola çıkalım“ dediğimde, “Geciksek ne olacak oğlum dirimi götürüyorsun, ölümü getireceksin“ demiş, ben de “Aman anne Allah esirgesin o nasıl söz, seni sağ salim getireceğim. Allah var gam yok“ diyerek binmiştik arabamıza.

Beş gün normal serviste, dokuz gün yoğun bakımda olmak üzere on dört gün Kayseri Erciyes Üniversitesi Hastanesi’nde kalmış ve 16 Haziran 2013 tarihinde yetmiş beş yaşında Pazar günü sabahın erken saatlerinde aslında beklediğimiz ama asla kabul etmediğimiz, duymak istemesiniz vefat haberini almış ve Kayseri Erciyes Hastanesi’ndeki her türlü işlemleri bitirdikten sonra annemin dediği gibi dirisini Kayseri’ye götürmüş, ölüsünü Kırşehir’e getirmiştim. 16 Haziran 2013 Pazar günü Cacabey Cami’nde ikindi namazının ardından kılınan cenaze namazından sonra Aşıkpaşa Mezarlığı’nda toprağa verdik annemi.

Hayatta sırtımı dayadığım en sağlam ve güvenilir insanı, annemi kaybetmek çok zor geldi bana. Halen alışamadım yokluğuna ve silemedim telefon rehberinden ev telefonumuzun numarasını.

Hem de öylesine zor geldi ki annemi toprağa vermek için mezarlığa inmek, tabuttan uzatılan annemin naaşını alarak mezara yatırmak, kendi ellerimle tahtalarla kapatmak, üzerine kürekle toprak atmak öylesine zor ve acı geldi ki.

Nasıl zor gelmesin her şeyim annemdi ve annemi kendi ellerimle mezara koydum, üzerini kapatarak toprak attım. Bir insan annesinin üzerine toprak atar mı? Hem ağlıyorum hem toprak atıyorum. Bu nasıl iş, bir türlü anlamıyorum.

Her tahtayı dizişimde, her kürek toprağı atışımda annem biraz daha uzaklaşıyordu bizlerden, inanmak istemiyordum, “Hayır annem ölmedi, evimize gelecek, Kayseri’den dirisini getireceğim” diyordum bir taraftan göz yaşlarım sel gibi akıyordu, “Rüya bu“ diyordum ama rüya olan düşündüklerim, gerçek olan ise annemin ölmesiydi.

Yani annem yoktu artık. Gelmeyecekti evine, yakmayacaktı ışığını, bizleri kanadının altına alarak toplamayacak, ısıtmayacak, öpüp, koklamayacaktı. Bizler de annemin elini öpüp, sarılamayacak ve koklamayacaktık.

Taziye çadırına baş sağlığına gelenler oluyordu ama ben zaman zaman evimizin penceresine, balkonuna bakıyordum annem bakıyor mu diye, bir türlü kabullenemiyordum annemin ölmesini. “Annem gelecek, annem balkondan bakacak“ diyordum.

Ne dersem diyeyim, söylediklerim gerçek dışı, gerçek olan ise annemi kaybetmiş olmamızdı.

Annemin ölümünden sonra hayat çok değişik aktı bizim için. Meğer annemin sayesinde bir araya geliyor, birbirimizi görüyormuşuz. Şimdi ise kimsenin kimseden haberi yok, herkes kendi halinde, kendi evinde.

Neden böyle olduk?” diye kendime sorduğumda kanadında toplandığımız, sırtımızı dayadığımız direğimiz devrildi cevabı çıkıyor karşıma.

Evet, annem Allah’ın diktiği en sağlam direkti, toparlayıcıydı, birleştiriciydi ama şimdi o toparlayıcı, birleştirici direk devrilmişti, yok olmuştu.

Şu an annemin yanımda olmasını o kadar çok isterdim ki, güven dolu ellerini üzerimde hissetmek, karşıma oturup “Bugün neler yaptın, gelinim nasıl, torunum nasıl, işlerin nasıl, migren girip, başın yine ağrıyor mu?” diye sormasını, karşıma oturup küçük bir çocuğa öğüt verir gibi bana öğüt vermesini öylesine çok isterdim ki.

Arefe günlerinde, bayramlarda, anneler gününde mezara gitmek, dua etmek, mezarına su dökmek yerine annemin elini öpmeye gitmeyi, sımsıkı sarılarak mis gibi kokusunu içime çekerek koklamayı, sofraya birlikte oturup, güle oynaya kahvaltı yapmayı, yemek yemeyi, yer sofrasında birlikte diz kırarak oturmayı öylesine çok istedim ki!..

Meğer Allah en güzel günleri ve cenneti tepsi içerisinde kullarına sunuyormuş ama insan bunun farkında değilmiş. Sadece istemekle olmuyor, çünkü “Takdir Allah’tan olunca gelene, ölene çare yok” derler, giden geri dönmüyor.

Hani Yahya Kemal Beyatlı’nın “Sessiz Gemi” şiirinin Giden memnun ki yerinden/

Geri dönen yok seyahatinden” mısralarında acı gerçeği belirttiği gibi annem de dönmeyecek seyahatinden.

Öyle olunca bizlere; bizleri yetiştirip, büyüttüğün, topluma kazandırdığın, hırsızlık yapmamayı, yetim ve kul hakkı yememeyi, devlet malını çalmamayı öğrettiğin için, helal ekmek yemeyi, el alemin namusuna kötü gözle bakmamayı, şerefiyle, namusuyla yaşamayı, fakiri yedirmeyi, öksüzü giydirmeyi, yetimi sevindirmeyi ve güzel ahlakı öğrettiğin için senden Allah razı olsun demek düşer anne

Anne ruhun şad, mekânın cennet olsun.

Cennete yakın, cehenneme uzak olasın.

Peygamber Efendimize komşu olasın.

Allah rahmetini bol versin diyerek dua etmek düşer… Nurlar içinde uyu anne…