"Ben, bizden olan bütün insanların dostu;

Adı, haritalarda bile bulunmayan

Bir köyündenim Anadolu’nun…”

                                   [Enver Gökçe]

         Arif, köy okulunda sınıfın en zeki ve çalışkan öğrencisidir. Sene, 1960’lı yılların başı... Öğretmeni Sami Bey, sevgi dolu bir insandı. Öğrencilerini, mesleğini çok seviyordu. Arif’in babası köyde çiftçilik yapıyordu. Durumları orta halliydi. Arif’le birlikte evde sekiz baş horanta vardı. Arif ilk mektebi bitirince öğretmen Sami Bey Arif’in babasının yanına gitti. Köyde ortaokul ve lise olmadığı için Arif’i şehirde okutmasını tembih etti. Yoksa köyde harcanır gider, dedi Arif’in babasına. O dönemler idealist öğretmenler zeki ve çalışkan öğrencilerine sahip çıkıp ailelerini yönlendirerek şehirde okula gitmelerini sağlardı.. Babası öğretmenin söylediklerini büyük bir dikkatle dinledi, ılımlı bir adamdı zaten, öğretmenin ikna etmesi zor olmadı. Baba, oğlunu şehre, okullar açılınca gönderdi. Arif şehirde akrabalarının yanında kalıyordu. Zaten o zamanlarda köyden gelen bir öğrenci nerede kalabilirdi ki! Ya akrabalarının yanında, ya da şehre çalışmaya gelmiş köylülerinin tutmuş oldukları bekâr evinde. Arif şehir mektebinde orta ve liseyi okurken, kendisindeki cevheri keşfedip ışığı yakan emektar öğretmeni Sami Bey ile irtibatı hiç koparmadı. Öğretmen devamlı takip ediyordu geleceği parlak öğrencisini..

Arif ortaokul ve liseyi de en iyi derecelerle bitirdi. Ve girdiği üniversite sınavında Mülkiye Mektebini yani Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesini kazandı. Bu fakülteyi bitirenler devletin en üst kademelerinde bürokrat oluyorlardı. Kimisi kaymakam, kimisi diplomat, kimisi de başka bir meslek.

Arif, öğrenimini devam ettirdiği 1970’li yıllarda dünyayı kasıp kavuran sol hareketlerin etkisiyle, ülkemizde de çoğunlukla üniversitede yayılmasıyla kendisini sol fikirlerin lideri konumunda buldu. Öğrenci liderliğine kadar yükseldi. O artık ateşli bir devrimciydi..

Arif, üniversiteyi bütün bu siyasi atmosferin zorluğu içinde bitirdi. Ağabeyleri Almanya’ya çalışmaya gitmişlerdi. Köyde yalnızca anne ve babası kalmıştı. Babası sevinç içindeydi. Kolay mı, oğlu orda burda kalarak, türlü zorluklar içinde ne şartlarda bitirmişti okulu. Artık keyfini yaşamalıydı, köyde, kahvede artık Arif’in yakında kaymakam çıkacağını haber veriyordu, “Oğlum kaymakam olacak” diyordu da başka bir şey demiyordu. Düşünün bir kere! Şair’in dediği gibi Anadolu’da haritada ismi bilinmeyen bir köyün mektebinden çıkan bir çocuk kaymakam olacak. Bu ancak bir rüya olabilirdi!

Zaman hızlıca geçiyordu. Arif okulu bitirince şehre döndü. Ağabeylerinin Almanya’dan gönderdikleri paralarla geçiniyordu. Yıllar yılları kovaladı. Arif, şehirde siyasi fikrine yakın bulduğu insanların gittiği kahvehanede sabahtan akşama kadar oyun oynuyordu. Vakit öldürmekten başka bir şey yapmıyordu. Çok dürüst ve cevval bir genç olmasına rağmen hayat boyunca hiçbir sorumluluğun altına girmedi. Kolaycılığı seçti. Ağabeylerinin yardımıyla geçindi hep.

Elbette bunda yalnızca Arif’in kabahati yoktu. Devlet hiçbir zaman Arif’le barışık olmadı, Arif de devletle… Devletin nazarında O, sakıncalı birisiydi.. Bu nedenle diplomasının karşılığı olan bir kamu görevinde yer alamadı.

Babası artık iyice yaşlanmıştı. Arif de kırklı yaşları geçiyordu artık. Ancak babası hâlâ “oğlum kaymakam olacak” diyordu. Ve son nefesine kadar oğlunun kaymakam olacağını hayal etti.

*

Saklı Kalan Şiirler Köşemizin ilk misafiri Bedri Gider, 1948 yılına ait bir şiir:

ADAM OLMUŞ DEDİRTMELİ

Bir baltaya sap olmalı kişi;

Dosta düşmana karşı

Adam olmuş dedirtmeli..

Ama işi ıvır zıvırmış

Ne umdurur, ne doyurur.

Hattâ bedavasıymış

Olsun.

Değil mi ki iş başında,

Yeri yurdu belli,

Varol kuru teselli.

**

İkinci şiirimizde Yunanlı ozan Kavafis’in bir şiirini sizlerle buluşturuyorum:

 

“KENT”

 

“Bir başka ülkeye, bir başka

denize giderim” dedin.

Bundan daha iyi

bir başka şehir bulunur elbet

Her çabam, kaderin olumsuz

yargısıyla karşı karşıya

-Bir ceset gibi- gömülü kalbim

Aklım daha ne kadar

kalacak bu çorak ülkede?

Yüzümü nereye çevirsem,

nereye baksam

kara yıkıntıları görüyorum ömrümün.

Boşuna bunca yıl tükettiğim bu ülkede

Yeni bir ülke bulamazsın,

başka bir deniz bulamazsın.

Bu şehir arkandan gelecektir.

Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın

Aynı mahallede koşacaksın.

Dönüp dolaşıp

bu şehre geleceksin sonunda

Başka bir şey umma

Ömrünü nasıl tükettiysen burda

bu köşecikte

öyle tükettin demektir

bütün yeryüzünde de.

**

Üçüncü şiirimiz 1982 yılında yazılmış. Şair Zerrin Taşpınar Şahin:

YAŞAMAKTIR ŞİİR

Nalbant çakar eski zamanlara mıhını

kıl örer semerci

Şaşkın dolanır kervancı

hancı uğurlar son yolcusunu

kasımdır, bir sürgündür güneş

yeni bir mevsime hazırdır gökyüzü.

Hallaç çekilir öykülere

azalır kavaflarda deri kokusu

bağlar bozulur.

Söyler türküsünü birisi

dişler parçalanır içimizde

Yorgancılar çarşısında yayılır ısı

biri kazar kömürümüzü.

kasım da olsa, sürgün de olsa güneş

çocuklar dürter umudumuzu.

Bir ışık bulur yürürüz

akıtır yürürüz özümüzdeki pınarı.

Yaşamaktır şiir.

Bir şiire dalar gibidir gökyüzü.