17 Nisan 1940'ta Köy Enstitüleri Kanunu çıktıktan sonra açılmaya başlayan Köy Enstitüleriyle İsmail Hakkı Tonguç çok yakından ilgilendi. 1946'da görevden alınışına değin, enstitüler için canla başla çalıştı. Köy Enstitüleri’nin bu bakımdan gerçek anlamda mimarı öğrencilerin deyimiyle Tonguç Baba’dır.
Bu değerli eğitimci 1950 yılında yeni iktidarla birlikte görevinden alındı. 
Yeni iktidar, karma eğitime son verdi.
Oysa çağdaş eğitim, karma eğitim ile mümkündür.
Karma eğitimin kaldırıldığı bir sistemde, çağdaş eğitim de mümkün değildir. Çünkü çağımızın ihtiyaçları kadın ve erkeğin birlikte çalışmasını gerektiriyor.
Bunların birbirlerinden ayrılması çağdaşlaşmanın ve modern toplumun önündeki engeldir. Köy Enstitülerinin mimarı Tonguç Baba şöyle diyordu; Elimden gelse, bütün dünya okullarının programlarına insanın insanı sömürmemesi adlı bir ders koyardım.” “Kadere ve doğaya boyun eğmeyecek insan yetiştirmek” istediği ve “Sömürenlerle sömürülenlerin olmayacağı” bir Cumhuriyet düşlediği apaçık ortadadır.
“İnsanoğlunun kazanacağı en büyük zafer korkuyu yenmesiyle kazanacağı zaferdir.”demiştir.
“Köy insanı öylesine canlandırılmalı ve bilinçlendirilmeli ki, onu hiçbir kuvvet, yalnız kendi hesabına ve insafsızca sömüremesin. Köyün sakinlerine köle ve uşak muamelesi yapmasın. Onlar da her vatandaş gibi her zaman haklarına kavuşabilsinler” diyordu...
Ve en önemlisi Tonguç eğitimde dayağa karşı çıkıyor. Disiplinin cezalarla değil, öğrencilerin yönetime katılarak sorumluluk almaları ile kurulacağını söylüyor. 13 Aralık 1943 günü köy enstitüsü müdürlerine gönderdiği bir mektupta, bu mektubun öğretmen ve öğrencilerin birlikte olduğu ortamlarda yüksek sesle okunmasını istiyor ve olası dayak ve hakaretlere karşı “Öğrencilerin karşılık verme hakkının” doğacağını belirtiyor.
Köy Enstitüleri’nin kurucularından eğitimci Hürrem Arman’a göre, köyden gelen bu çocukların çoğunun köylerinde tuvalet bile yoktu. Bu gereksinimlerini çevresindeki çeşitli yerlerde görürlerdi. Bu çocuklara tuvalet ve banyo eğitimi vermek ayrı bir zamanı gerektiriyordu.
Çocuklar, bu eğitimin sonunda ev yapmayı, nitelikli meyve ve sebze yetiştirmeyi, hatta kanalizasyon yapmayı da öğreniyorlardı.                                                                                                                                                                               
 Hayatlarında yeni elbiseleri, ayakkabıları olmamıştı ilk defa yeni ayakkabı, yeni elbise giyiyorlardı.
Bir öğrencinin anıları adeta bunun belgesi niteliğindedir;                                                                                                                        

"2.Temmuz.1941
Gelince önce bizim saçlarımızı kestiler, çünkü köyde bit çoktur. Suyu nereden bulacaksın da yıkanacaksın? O yüzden biz gelmeden ilk iş hamam yapmışlar Enstitüye. Esvaplarımızı aldılar, yaktılar galiba, onlara ihtiyacımız olmayacakmış. Yunduk yıkandık, devlet babanın bize verdiği elbiseleri giydik. İlk defa sadece bana ait bir ceketim oldu. Bir de yepyeni gıcır
kasket verdiler. Köyde çarığım bile olmamışken kundura verdiler burada. Öğretmen sordu ayak numaran kaç deyi... Bilmiyom ki, hayatımda hiç ayakkabım olmadı benim. Neyse, bakıp uydurdular. Bir tuhaf geldi önce, alıştım sonra. Yürürkene tok tok ediyor. Ben hayatımda ilk defa karyola denilen bir yatakta yattım, ilk defa masada yemek yedim, ilk defa çatal kullandım. Ben buraya gelene kadar yemeğin insanın ağzını şenlendiren bir şey olduğunu bilmezdim. Köyde yemek, sadece karnını doyurmak, hayatta kalmak için yenir. Köyde hepimiz tek sahandaki bulgura kaşık daldırırken burada herkesin ayrı tabağı var.
Sulu yemeği de ilk defa burada gördüm. Bulgur için yağ bile zor bulunur bizim orada. Hayatta iki defa muhtarın kızları evlenirken tereyağlı bulgur pilavı yemişliğim var. Etin tadını sorsanız bilmezdim.
İkinci Harbi Umumi köyde hepimizi korkuttu. İsmet Paşa tüm köylü erkekleri askere çağırınca babam da gitti. Tarlalar kadınlara kalınca anam benim buraya gelmemi heç istemedi. Ağabeyim dedi ki, biz yardım ederiz ana, içimizden biri
okusun, Hamdi akıllıdır dedi.
İyi ki de gelmişim. Köyde olsam nedecektim tozun torpağan içinde...                          

Bana sorarsanız keyfim beylerde yok."
EMANET Sayfa 71 Bige Güven Kızılay "
Köy Enstitülerine öğrenci bulabilmek hiç de kolay değildi! Bir Enstitü Müdürü gülümseyerek aşağıdaki anısını anlattı:
"Sabahleyin uyandığım zaman hâlâ bu Enstitü'nün direktörü olup olmadığımdan emin değildim. 
Bir süre, bana gelenden çok giden oluyor gibi geliyordu. 
Akşam yemeğinden kalma bir iki ekmek kabuğunu cebine koyup bir şey demeden sadece istikamet duygusuna dayanarak dağ, orman demeyip yola çıkmaları işten değildi. 
Bu o hale geldi ki, peşlerine düşmeye başladım. 
Tenkid edenler kaliteden bahsediyorlar. Böyle zamanda benim iş yapacak adama ihtiyacım vardı. 
Kendilerini çalıştırma tarzımı görünce buna uyamayacak olanlar bırakıp gidiyorlardı. 
Kalitesi olanlar geri kalanlardı. 
Bazı öğrenciler yeni elbiselerini alınca savuştular. 
Ben bir daha gelmeyecekler sanırken bir iki hafta sonra süklüm püklüm geri geldiler; yeni urbalarını göstermeye gitmişlerdi.
Dönüşte başkalarını da getiriyorlardı.     
Bunun için gidiş geliş yüzlerce kilometrelik yol yürüdüler.. ''
ABD'li Yazar Fay Kirby'in Türkiye'de Köy Enstitüleri kitabından alınmıştır
                                                                                                                                
Tonguç Baba’nın çabaları sonucu, 1.500 kadarı kadın olmak üzere 17.341 köy enstitülü öğretmen, 8.675 eğitmen ve 1.591 sağlıkçı yetiştirilmiş, işe yaramayan büyük araziler verimle hale getirilmiş, 1.200 dönüm bağ ve 250 dönüm sebzelik yapılmış. 250.000 ağaç dikilmiş, 900.000 hayvan yetiştirilmiş, yaklaşık 700 bina ve 100 km yol yapılmış... 
Bunların çoğu öğretmen, öğrenci ve köylünün katkılarıyla ve devlet bütçesinden çok az kaynak alarak gerçekleştirilmiştir.
1946’da “İlköğretim Kavramı” ve 1952’de de “Öğretmen Ansiklopedisi ve Pedagoji Sözlüğü” kitabı yayımlanıyor. 27 Şubat 1954’te emekli olmuş. 23 Haziran 1960 günü hayata gözlerini yumuyor...
                                                                                                                         
Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin eğitime ayıracak ödeneği yoktu. Osmanlı’dan miras kalan borçları ödüyordu.
Ne eğiticileri, ne de eğitim tesisleri vardı.
Çocuklar, yaparak ve yaşayarak öğreniyor, tüm ihtiyaçlarını kendileri üretiyordu.
Atıl duran toprakları verimli işletmelere dönüştürüyorlardı.
Bataklıkları kurutuyor, sivrisineklerle mücadele etmeyi öğretiyorlardı.
Eğitim sistemleri; “İş içinde, iş yaparak öğrenmekti”
Köy Enstitüleri’nde okutulan derslerin yüzde 50’si kültür, yüzde 25’i tarım, yüzde 25’i teknik derslerdi.
Öğrenciler sabahları kültür dersi görüyor, öğleden sonra arazide çalışıyorlardı. Omuzlarında çapa, kürek ve kazmalarla türküler söyleyerek bağ, bahçe ve fidanlıklara çalışmaya gidiyorlardı. 
Yetiştirdikleri ürünleri depolara taşıyor, bunları yine kendileri tüketiyorlardı.
Bazen de politikacıların atadığı üçkâğıtçı yöneticiler sağa-sola gönderiyordu.
Köylerinde hiç görmedikleri olanaklar, onların hayal dünyalarında yeni ufuklar açıyor, yavaş yavaş dünyayı tanımaya çalışıyorlardı.
Geldikleri köylerde insanların tamamına yakını okuma yazma bilmiyordu.
Yol yoktu.
Ulaşım araçları yoktu. 
Haberleşme sadece hayvanlarla yapılıyordu.
Osmanlı İmparatorluğu, sadece vergi toplamış ve çocuklarını askere almıştı.
Onun dışında köye hiçbir alt yapı hizmeti götürmemişti.
Köyle şehrin bağlantısını kurmak ve alt yapı hizmeti götürmek, genç cumhuriyete kalmıştı.
Her öğrenci yaşadığı köyü sosyal ve ekonomik bakımından inceliyordu.
Okul dışında da öncesi kardeş gibiydiler.
                                                                               
-Köy Enstitüleri nasıl kapatıldı?                                                                                        

Köy Enstitülerinin kıvılcımını ilk defa yakan Atatürk’tür. Köy Enstitüleri, dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün isteği doğrultusunda Hasan Ali Yücel ve Tonguç Baba tarafından kurulmuştu,  projenin mimarları ve uygulayıcıları onlardı. “Köy Enstitüleri eğitim modeli” Atatürk'ün öngördüğü bir modeldi ve kurulma çalışmaları da Atatürk’ün sağlıklı olduğu dönemde başlamıştı. ’İŞ İÇİN, İŞ İÇİNDE EĞİTİMİ’’ hedeflemişti.                                                                               Öğretmenler köylülere hem örgün eğitim veriyor hem de bilimsel tarım tekniklerini öğretiyorlardı. Kitaba deftere dayalı öğretim yerine iş için, iş içinde eğitim ilkesi tatbik ediliyordu. Her köy enstitüsünün kendisine ait tarlaları, bağları, arı kovanları, besi hayvanları, atölyeleri vardı. Cumhuriyet ile köylüyü meselesinin çözümü doğrultusunda uygulamalar, ilk kez Köy Enstitüleri ile gündeme alınmıştı.
Köy Enstitüleri'nde kitaplar okunuyor, karma eğitimle çağdaş bir nesil yetişiyordu. Köylerde büyümüş öğrencilere klasik müzik enstrümanları ve geleneksel sazları çalması da öğretiliyordu. Âşık Veysel, enstitüleri gezip öğrencilere saz çalmasını gösteriyordu. Bunun yanı sıra öğrenciler piyano, keman, mandolin gibi enstrümanlar da öğreniyordu. 
Ayrıca Köy Enstitüleri işleyiş bakımından da eşsiz bir ideoloji benimsemişti. Enstitülerde öğrenciler tek tip üniforma giyiyordu ve enstitü müdürü bile buna uyup aynı üniformayı giyiyordu.  
Bu konuda Bilal Şimşir’in notlarına bakalım;                                                                        

YIL 1947
ABD'Lİ GENERAL OLİVER HASANOĞLAN KÖY ENSTİTÜSÜ'NDE
Sovyetler Birliği Lideri Stalin'in İstanbul Boğazı'nda üs ile Kars, Ardahan'ı talep etmesi üzerine Milli Şef İsmet İnönü ABD'den askeri destek ister. 
Bu desteği vermeye hazır olduğunu belirten ABD Başkanı Truman 1946 yılında:
-ABD'nin sınırları Kars ve Ardahan'dan başlar, bildirisini tüm dünyaya duyurur. 
Truman Doktrini ile ABD yardıma başlar ama karşılığında Türkiye'den şunları ister:
1- Serbest seçimlere dayanan demokrasi düzeninin yerleştirilmesi 
2- Milli Şeflik, "5 yıllık kalkınma planının" iptali
3- "Köy Enstitüleri" gibi Sovyet sistemine benzer uygulamaların kaldırılması...
ABD 'nın talepleri doğrultusunda:
- Köy Enstitüleri kurucu Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel 7 yıl ve 5 ay sürdürdüğü Millî Eğitim Bakanlığı görevinden  5 Ağustos 1946'da istifa ettirilir.
- Aynı yıl Köy Enstitüleri kurucu İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç görevinden alınarak bir okula öğretmen olarak sürgün edilir.
- 1947 yılında Hasan oğlan Yüksek Köy Enstitüsü kapatılır.
- Köy Enstitüleri Yönetmeliğinin içi boşaltılır.
- 1947 yılından itibaren Ankara sokaklarında artık ABD askerleri vardır.                                                                                                                                  

-1954 yılında da dönemin Menderes Hükümeti ''Köy Enstitüleri'' adını resmen ortadan kaldırır.
Kaynak: 
Dr-Bilal Şimşir’in konferansları.
Oral Sander, Siyasi Tarih (1918-1994), İmge Kitabevi, sayfalar 257    
II. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru, Stalin Avrupa’nın yarısını işgal etmişti Türkiye tehdit altındaydı Türkiye’den Kars ve Ardahan isteniyordu, Boğazlar tehdit altındaydı İnönü bu tehdide karşı ABD’den yardım talep etti. Bu desteği vermeye hazır olan ABD Türkiye’nin çok partili sisteme geçmesini şart koşuyordu, Türkiye zorunlu olarak çok partili sisteme geçti. Truman Doktrini ile finansal yardıma başlamıştı ama karşılığında Türkiye’de serbest seçimlere dayanan çok partili demokrasi düzenine geçildi. ABD’nin Türkiye’nin Nato’ya girebilmesi için başka koşulları vardı "5 yıllık kalkınma planları" ve "Köy Enstitüleri"nin kaldırılmasını talep etti. ABD yardımı için Köy Enstitülerinin kapatılması şartı mecliste sunuldu. İsmet İnönü, DP’nin Enstitüler ’in ilk kapatılma teklifini reddetti, ancak ikincisini onayladı. 27 Ocak 1954’te Köy Enstitüleri kapatıldı.                                                                                                

İsmet İnönü, Atatürk’ün projesi Köy Enstitüleri’nin bir sonraki ayağı olan köylerde 'toprak reformu' yapma kararı alıp ‘Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nu’ çıkarmak isteyince, köy ağaları ve büyük toprak sahipleri bu projeye karşı çıktı ve dünyayı ayağa kaldırdılar. Bu itirazların en büyüğü o dönem Halk Partisi (CHP) milletvekili olan ve aynı zamanda bir toprak ağası olan Adnan Menderes’ten geldi. İsmet İnönü projeden vazgeçmeyince Adnan Menderes ve ekibi Halk Partisi’nden ayrılıp Demokrat Parti’yi kurdular.                                                                                                      

Köy Enstitülerinin kurucularından Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel istifaya zorlandı, İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç ise görevden alındı. Yücel’in yerine Millî Eğitim Bakanlığı’na Reşat Şemsettin Sirer atandı. Sirer’in görevi, Köy Enstitülerini “Köy Enstitüleri” olmaktan çıkarmaktı. Bu görevini başarıyla yerine getirdi. Hasan Ali Yücel’in “Bu bizimdir, kimseden almadık; bizden alsınlar” diyerek milli ve özgün bir proje olduğuna işaret ettiği Köy Enstitüleri, pek çok yabancı bilim adamının da dikkatini çekmiş, akademik çalışmalara konu olmuştur.                                                                                          

UNESCO da bu modeli gelişmekte olan ülkelere tavsiye etmiştir.                                

İşte bizzat İnönü’nün yıllar sonra gelen Köy Enstitülerini kendilerinin kapattığı itirafı:“Benim gücüm, partiden, parti meclis grubundan geliyordu. Bu konuda, bütün bu organlarda gücümü kaybetmiştim… Artık Köy Enstitülerini eski gücüyle, eski ruhuyla devam ettirmek olanakları benim elimden çıktı.”
(BİTTİ)