Eylül, Ekim, Kasım ayı derken; beyaz örtüsüz, simsiyah bir kış kuşatması ile birlikteyiz. Üşümüş Kervansaray, ardına beyazlar içinde saklanmış Boztepe ve etekleriyle, titreyerek bakar oradan, Gölhisar'dan Akbayır'a doğru.

Eylül, Ekim, Kasım ayı derken; beyaz örtüsüz, simsiyah bir kış kuşatması ile birlikteyiz. Üşümüş Kervansaray, ardına beyazlar içinde saklanmış Boztepe ve etekleriyle, titreyerek bakar oradan, Gölhisar'dan Akbayır'a doğru. Kimsesiz; sis içinde; tüm tepeleri tomur tomur donmuş göğüs uçları memleketimin.
Kumruların saklandığı o kırmızı çatılarda, hüzünlü bir kış sessizliği. Çıtırtısı yok, o küçük pençelerinin direndiği adımlarında. Zonklayarak atıyor kalpleri, soğuk rüzgarlara direnerek. Düşünüyorum ve anlıyorum bir yürek yenilgi olduğunu sıcağın. Yemlenmenin, büyümenin ve güneşe karşı serenat etmelerinin yoksunluğu çivileniyor belleğime.
Ankara Caddesi’nden Terme Caddesi’ne yürüyorum geçtiğimiz Pazar günü. Kendi sıcaklığına sığınmış insan kalabalığını aşarak. Yanı başımdan geçen her insan rüzgarından, duyularıma dokunan; soğuk bir keder, zemheri sulietler. Kavuşmalardan gizlenmiş cepleri içinde elleriyle; dargın, kırgın, yorulmuş telaşlarını bileyerek.
Ağaç dallarının kederli kabuklarına saklanmış, üşümüş dal uzuvları. Baharın bitki tazeliğinin, böcek birikintilerinin yerini, buz gibi gibi bir ömür almış adeta. Kış mevsimine direnen bir coğrafyanın buhar buhar tüten soluğu çarpıyor gözlerime, coğrafyanın insan seli derin yalnızlıkta kalıyor.
Bir bir durulmuş kentin; Ağalar Konağı, Hılla Gölü, Kent Parkı, tüm sokakları..
Yaşamın üşüyen kalbinden kaçan insan ordusuyla, nereye etsek faydasız. İnsan insana yaşamın tüm labirentlerinde; duygularımız, düşüncelerimiz, yaşam tadımız kendi psikolojik bendinde buza tutmuşken üstelik. Böyle bir kuşatma da;
Yatağa aç giren çocuklar, bacası tütmeyen konutlar, yüreği oğul oğul çarpan gözü yaşlı analar, parasız babalar, evsiz insanlar, kimsesiz yaşlılar, çaresiz kadınlar... kuşatmasında içe, daha içe gömülen hayatın koridorlarında; şımarıkların, hırsızların, arsızların, tuzu kuruların ordusuna karşı yoğun bir mücadele veriyor insanlık. Bu çok üzüldüklerim; yenildikçe yeniliyor, bir yandan vicdanı çürümüşler, öte yandan keskin zemheri ısrarlı dayatıyor soğuk savaşı.
Kırşehir diyorum; unutmasın üşüyen canlı-cansız ne varsa.. Unutmasın insanlığını, insanlığın duvarlarını. Unutmasın ve sorumlu saysın. Sorumlu saysın ve daha çok sarılsın insan kalmanın mücadelesine. Biliyorum ki en görkemli mutluluk, çetin koşullardan sıyrılıp gelen yüce insanlık mücadelesi, muazzam bir hafıza yoklayışıdır.
Bu kenti üşüten bir insan, bu kenti ayazlarda koyan bir saltanat, bu kenti bir başına, soğuk duvarla bırakmış, unutmuş bir vicdan; bana insan kalmaktan bahsedebilir mi? Her yanımızla üşüyoruz, her yanımızla ayazlar ve çetin kış içindeyiz. Bir yanımız üşüyen coğrafya ve kimsesizlik içinde, bir yanımızdaki kendimiz, kimsesizliğimiz içinde.
Üşüyoruz, ağaç dallarından savrularak bir gazel gibi..
Daha çok unutarak insanlığımızı.