Herkes okuyup devletin kapısında çeşitli kademelerde işçi, memur olursa geriye kalan diğer işleri kimler yapacak? Kimileri özel sektörde çalışırken, kimileri ya dükkan açacak veya babasının mesleğine göz dikecek, zamanla onun devamcısı olacak. Dükkanlar dua ile açılırken sahibine de Ahi töresi hatırlatırken “eline, beline, diline sahip olacaksın ki ayakta kalıp ekmeğini temin edeceksin” diye nasihat edilir.

Herkes okuyup devletin kapısında çeşitli kademelerde işçi, memur olursa geriye kalan diğer işleri kimler yapacak? Kimileri özel sektörde çalışırken, kimileri ya dükkan açacak veya babasının mesleğine göz dikecek, zamanla onun devamcısı olacak. Dükkanlar dua ile açılırken sahibine de Ahi töresi hatırlatırken “eline, beline, diline sahip olacaksın ki ayakta kalıp ekmeğini temin edeceksin” diye nasihat edilir. Dalakçılı Aşık İhvani de “içki, zina, kumar, yalan, karşılıksız çek, banka kredisi esnafın ocağına incir ağacı diker” derken kendine göre esnafa bir yol göstermektedir.
Kırşehir’de Karacaörenli Şair Hasan Çalışkan da (babam), “Doyum olmaz ticaretin tadına. Müşteri aldatmayı asla koyma kafana. İşlerin bozulursa bir daha girmez yoluna. Hileden nasip beklemeyin yavrularım” diye oğullarına vasiyet etmiştir. Esnafın gecesi gündüzü çek, para, alışveriş üzerine kurulmuştur. Planındaki en ufak bir aksaklık beklediği işi etkilerse borçlu olduğu tarafa kredisini zedeleyeceği bilincindedir. Dakikası dakikasını tutmaz. Stres onun arkadaşıdır. Ne tatili olur, ne de doğru dürüst yaşamı (bunlar küçük esnaflar için). Aceleyle ne bulursa onu yer. Arada kıymalı ekmek onun balı baklavasıdır. Ayakta aceleyle yediği şeyler bir saat sonrasında midesinin ezilme ve ekşimelerine neden olur ki içtiği haplar derdine hiç fayda vermez.
Ömrü hep müşteri kazanmak için eğilip bükülmekle geçer, ona samimi görünmek için yapmacıktan sahte minikleri artistlere taş çıkarır cinstendir.
Karınca kararınca geçinmeye çalışırken müşterinin on dediğinden birini yapmaz ise ağaçtaki sayılı elmanın tek tek yere düştüğü gibi bir yandan onları kaybederken bir yandan da yenisini kazanmaya çalışır. Bağıydı, dükkan kirasıydı, bağlı bulunduğu odanın aidatıydı, telefonuydu, elektrik parasıydı derken bir de bunun yanında vergi dairesine olan vergi borcunu ödemekte zorlanır zar zor öder. Peşin verginin, KDV'sinin, yok efendim eğitime katkı payı gibi bir sürü verginin arkasına yetişemez. Ticaret çok tatlıdır, hele mesleğini sevene bir başka haz verir. Kapıdan giren müşterisinden o da “tatlı dil, güler yüz, hayırlı işler” gibi dilekler bekler. Bazı müşterileri suratını ekşitip dükkanın bu başından girip öbür başından çıkarken kendisine “buyurun” diyen esnafı vurguncu mu yoksa tefeci mi olarak görüyor orasını ancak Allah bilir gerisi yoruma… Bazı müşteri de gövdesi dışarıda kalacak şekilde kapıdan kafasını dükkandan içeri uzatıp “şu var mı” diye sormadan “şu kaç lira” diye sorduğunda başka yerden aldığı malın üttüm mü, ütüldüm mü diye muhasebesini yapacağını esnaf ne bilsin! Bire bin kazanan esnaf işini çabuk kaybedecek esnaftır. İsmet İnönü'nün “aşar” zamanında bile esnafa tanıdığı kar oranı % 20'iyken “şu kaç” diye soran müşteriye söylenen fiyat o anda müşteri de şok etkisi yapmakta, sanki tokat yemiş gibi kızmaktadır. Onlar zannediyor ki bu malı dükkancı sabaha kadar imal edip akşama dek satıyor...
Esnafın en şikayetçi olduğu noktalardan birisi de biri mal alırken, diğer bir müşterinin sanki vazifesiymiş gibi onu caydırması ki, hele bir de kalabalık gelirlerse “çok akıl boş akıl” yüzünden ala vere yapamaması, kızgınlığını içine atıp kimseye bir şey diyememesi ona adeta kanser hastalığı etkisi yapar. Esnaf geçim derdindedir. Biriyle konuşurken onu dinliyor gibi yaparsa da aklı fikri kapıdan girecek müşteridedir. Misafiri onun yüz ifadelerinden “ben seni zoraki dinliyorum arkadaş, bir an evvel buradan git ne oluru” bir anlayabilse, dükkanlara, “ziyaretin kısa olanı makbuldür, en iyi dost en az meşgul edendir” gibi levhaların yazılmasına hiç gerek kalmazdı.
Eli boş tayfası misafir, hem oturur, hem de gelen giden müşterinin alışverişine, giyimine, kuşamına karışır ki kendince bir iş yaptığını zannederken aslında esnafın işini bozmakta, ona zarar vermektedir. İşyerleri sır yerleridir. Esnaf müşteri ilişkileri “bacı kardeş, itimat” ön planda tutulurken orda oturan eli boşa bunu anlatamazsın. Karacaörenli Halil İbrahim Kaya askerden geldikten sonra Ankara'da bir işyerinde yıllarca “kuru temizlemeci” dükkanında çalışır. Birikimiyle 1982 yılında Eski Ankara Caddesi Ünal Çarşısı karşısındaki Uğrak Pasajı’nda mesleği ile ilgili bir dükkan açar. Hoşgörülü, kimseyi aşağılamayan, herkesle iyi geçinen, çıtı dahi çıkmayan bir esnaftır. Herkes onu sever, sayar, dükkanı eşle, dostla, köylüsüyle, Kırşehirspor taraftarıyla dolar taşar. Kimseye de “az öte çekil de gelen müşterimle ilgileneyim” diye öfkelenmez, diyeceği varsa da hep içine atar... Anasının teyzesi Gasıllının Mehmet Ali'nin hanımı Hatice bacı köyü Karacaören'de hastalanır, “Kaya beni doktora tedavi ettirsin” diye sabah erkenden dükkana gelir.
Hoş beşten sonra Kaya (Halil İbrahim'i kimse söylemez) oğlu küçük Raşid’i, “Eve git anneni al gel de Hatice teyzemi doktora götürelim” diye gönderir. Yarım saat sonra dükkana gelen hanımı Elmas'la beraber teyzesinin koluna girip doğru Doktor Adem Egelinin Cacabey Camii yanındaki muayenehanesine götürürler. O günlerde köylülerin tabiriyle herkes “ara hastalığına” yakalandıkları için kendilerine muayene sırası, ancak ikindi vakti geçtiğinde gelir. Adem Egeli gözlüğünü az yukarı kaldırıp “Hastalığın nedir bacı anlat bakalım” diye sorduğunda zembeleği boşanan kurmalı saat gibi “Ağzımda bir acı, dizlerimde bir sızı, karnımda bir sancı, midamda (mide) bir kazıntı…” gibi aklına gelen bir sürü ağrıyı sızıyı Hatice bacı Adem Bey'e sıralamaya başlar. Muayeneden sonra eczaneden ilacı aldıklarında kasabanın otobüsü öğleden sonra saat beşte kalkmış olduğundan Kaya, teyzesini hanımıyla o gece misafir etmek için evine gönderip kendisi de dükkanına gelir gelmesine de kazancından olduğu için adeta burnundan solumaktadır. Kadın o gece sabaha kadar “vay şuram ağrıyor, vay buram ağrıyor” diye aileyi uykusuz bırakır. Kaya, sabah erken evden çıkıp Turşunun Lokantası’nda bir tas işkembe çorbası içtikten sonra dükkanına gelir.
Kaya evden çıktıktan sonra Hatice bacı Elmas'a “İlla beni dükkana götür, ben oradan köye giderim” diye sıkıştırır. Elmas'ın “Arabanın on iki de kalkacağını, sabah erkenden sen dükkanda ne yapacaksın” demesi yaşlı kadına hiç fayda vermez, Elmas da ona uymak zorunda kalır. Kolundan tuttuğu gibi onu dükkana götürür.
Az soluklandıktan sonra “Aman Kaya oğlum inne, ilaç fayda vermiyor, beni bir daha doktora götür, aman şuram, aman buram” diyen Hatice bacının dırdırları Kaya'nın sinir kat sayılarını artırır. Bir de bunun yanında gelen müşterilere “Senin hanımın yok mu senin kirlini o yıkayamaz mı” diye karışıp Kaya'nın işini baltalaması bardağı taşıran son damla olur. O yıllarda Karacaören ve çevre köylerin dolmuşları şimdiki Ahi Çarşısı’nın altındaki Belediye’nin tahsis ettiği boş arsadan kalkardı. Burası da Kaya'nın dükkanına ancak yüz-yüz elli metre gelirdi. Kaya teyzesini cezalandırmayı aklına koymasıyla dükkanı oğlu Raşid’e bırakıp “Haydi teyze kalk bakalım, saat on buçuk, on ikide de araba kalkar biz, ancak oraya varırız. Garaj çok uzak ama ben seni kese yollardan götüreyim ki sen az yorul” deyip yola düşerler. Kaya önde, teyzesi arkada şimdiki İş Bankası'nın önünden Çarşı Camii’ne geldiklerinde hasta ve yaşlı kadın iyice yorulmuştur. Orada biraz dinlendikten sonra Uzun Çarşı istikametiyle düşe kalka Kapalı Spor Salonu'nun önüne gelirler. Orada biraz dinlendiklerinde “Kaya'm yavrum daha yürüyecek miyiz, daha var mı varsa çok mu” diye soluk soluğa sorular sorduğunda “Aman teyze ben seni hiç yorar mıyım? Ne kadar kese yollardan götürüyorum baksana” diye teyzesini ikna etmeye çalışırken için için gülüyordu. Irmağın kenarıyla Kız Sanat Okulu’nun yanına geldiklerinde Kaya şöyle bir saatine bakıp “Aman teyze sen şu okulun duvarına kös gel de benim bir işim çıktı” diyerek orada teyzesini bırakıp on dakika kadar Kırşehirsporlu oyuncuların statta antrenmanını seyrettikten sonra geri döndü. Teyzesi de bu boşlukta biraz dinlenmişti.
Tekrar yola koyulup otobüsün kalkmasına on dakika kala garaja geldiler. Otobüsün ön koltuğuna bindiğin de kadında ayakta duracak hal kalmamış, neredeyse koltuğa düşüp bayılacak duruma gelmişti. Az sonra şoför Orhan gelip direksiyona geçti.
Orhan onun durumunu görünce meraklanıp, “Aman Hatice bacı betin benzin gitmiş yoksa hasta mısın?” dedi.
- Aman Orhan'ım, Kaya'nın dükkanı buraya ne kadar uzakmış, yürü babam yürü yol yürümekle bitmiyor. Beni şuralardan alıp (yalan yanlış yer adları sayıyor) kese yollardan ancak otobüse saatinde yetiştirebildi.
Az soluk aldıktan sonra, “Allah ondan razı olsun, bir de keseden getirmeseydi halim ne olurdu?” dediğinde Orhan meseleyi anlamış dışarıda dikilen Kaya'ya “Ulan adam yaşlı teyzesine de mi hendek sağdırır” diye içinden söylenip gülerken arabanın marşına basmıştı bile.

NOT: Öyküleri şahısları küçük düşürmek mirasçılarını rencide etmek için yazmadım.