Kırşehir’de 69 yıl önce bu köyde doğdum. Yol yok, elektrik yok, su yok.

Kırşehir’de 69 yıl önce bu köyde doğdum. Yol yok, elektrik yok, su yok. Kırsal bir alan...
İnsanların dudakları yalama olmuş, bacaklarında iki taraflı giyilen bir şalvar, birer yakasız gömlek. Gelir seviyesi çok düşük. Ancak yaz aylarında ırgatlık yaparak geçinirler. Hele o kış günleri kar, kış, deli poyrazın acımasızca esmesi. Yakar yüreğini insanların.
12 yaşına kadar orada kaldım. Çobanlık yaptım. Irgatlığa gittim. Halimden hiç utanmadım. İlk okulu bitirince sefalet diz boyu idi. Yağarnımda yırtık bir ceket, bacağımda iki taraflı giyilen bir şalvar. Bir de yakasız gömlek düştüm gurbet yollarına.
Arkamda sadece garip anam ağlıyordu. Çünkü babamı 2 yaşında kaybettim. Nereye gidiyordum, ne yapacaktım bunu kestirmek zor.
İlçeye gelerek orta okula kayıt yaptırdım. Arkadaşlarım üzerimdeki elbiseyi görünce fıkırdaşarak kesik kesik gülüşüyorlardı. Meğer ilçede yaşamak daha zormuş. Bazı kişiler tarafından aşağılandık. İşe girdiysek hesapta içe oynadılar.
Erkek veya kız arkadaşlarım tarafından her nedense aşağısındım. Bir de alay edilerek kandırıldım.
Yıllar çok acımasız geçti. Her şeye rağmen ayakta durmaya çalıştım. Ortaokuldan sonra bir üst okula gittim. Oraları da bitirdim. Şahsi çabalarımla gittim oralara. Oralarda da büyük balık küçük balığı yutuyordu. Çabalarım hiç bir işe yaramadı. Askere gittim. Döndükten sonra İş hayatına başladım.Şerefle, namusumla, kimsenin bir kuruşuna tenezzül etmeden çalıştım. Ancak orada da kandıranlar vardı. Yine kandırıldım. Emekli oldum. Çare bulurum diye. Çocuklarımı kurtardım dedim. Ancak Orada da KANDIRILDIM.
Bu son kandırılış yüreğim de yare bıraktı. Şimdi sen iyisin, sen hoşsun diyenler.. Pohpohlayıp okkalayanlar da kandırdılar.
Evet kandırıldım dostlarım. Kınayanın başına.
Ama bir şeyi UNUTAMADIM.
Nedir biliyor musunuz ? O köydeki saf, temiz, yaşantımı ve köyümün bana verdiği aile terbiyesini. Neden hep KANDIRILIYORUM bunu anlayamadım.
Evet, eskiden bir hatır vardı. Sevgi ve saygı vardı. Ahde vefa vardı. Şimdi bunlar var mı acaba?
Hatır deyince size bir hikâye anlatarak yazıma devam etmek istiyorum.
Yöresinde seviliyordu. İyilik yapmak için can atardı. Çevresinde bulunan akrabaları ve diğer yakınlarına yardımcı olurdu. Sıhri hısımı olmayan kişilere dahi yardımda bulunurdu. Bulunduğu çevrede kirli çıkı olarak anılırdı. Bal olan yerde sinek olduğu gibi bu adamın başını ağrıtan ve sıkıntılara sokan çocukları vardı. Evinde fazla miktarda büyük baş hayvanı vardı. Çocuklar bunların temizliği ile ilgilenmez. Bütün temizlik ve tımar işlerini kendisi yapardı. Hayvanlarını dışarı çıkardığı zaman başkasının bağ, bahçe ve tarlalarına zarar getirmemek için azami gayret sarf ederdi.
Ahırı dar olduğu için bu hayvanları zorla içeriye sığıştırır, her bir hatılın başına bir hayvan bağlardı. Hayvanlar yer darlığı sebebiyle çoğu zaman yer bulup yatamazlardı. Kendisi babayani bir insan olmasına rağmen, geçimsiz, huysuz ve şirret bir eşi vardı. Komşuları ve yakınları bu kadından yaka silkerlerdi. İnsanları arsızlığı yüzünden iyice usandırmıştı. Her şeyi şeşi beş görürdü. Çirkefliği sebebiyle orada ki insanların yüz karası olmuştu. Hatır gönül bilmez karşısına kim çıkarsa önüne geleni haşlar, onlara çok acı bir şekilde zehir zemberek konuşurdu.
Hayvanların bakımı karşısında çaresiz kalan adam, çocuklarından birisini hayvanların bakımına görevlendirdi. Oğlu komşuları tarafından sevilmeyen, hareketlerine dayanılmayan karın ağrısı birisiydi. Sokak ortasında herkesin gözünün önünde edep ve hayadan yoksun hareketler yapar, insanların tepkisini alırdı. Yaptığı hareketlere orada bulunan insanlar aşırı derecede şaşırıp, parmak ısırırlardı.
Herkesin dışladığı sinirini ondan aldığı ve gençlerin sürekli çattığı şamar oğlanı olmuştu. İnsanların bir kusuru olsa hiç ağzında yaş bakla ıslanmaz, kusurlarını büyük bir şamata ile yayar, orada ki insanları tefe koyar, oynatırdı.
Mevsim baharı geçtiğinden hayvanları dışarı çıkarıp otlatıyor, sonra da çift sürmeye gidiyordu. Nedendir bilinmez hayvanları her zaman gece otlatırdı. Bulunduğu çevreyi koruma altında bulunduran, ücreti yöre halkı tarafından verilen bir kır bekçisi vardı. Kır bekçisinin ayakları sekili bir atı olup, etraf da ki olup bitenleri bu atla dolaşarak özetlerdi. Tarlalara verilecek zarar ve ziyandan bekçi sorumlu idi. Günlük olarak her tarafı dolaşır, vukuat olmadığını anladığı bir zamanda evine gelerek istirahata çekilirdi. Günün her saatinde bulunduğu çevreden sorumlu idi.
Bekçi yaptığı görevin karşılığında insanlardan alacağı paraları hesaplıyordu. Ara sıra şaşkın bakkal gibi hesabı şaşırırdı. Okuryazarlığı olmaması sebebiyle hesapları şaşırması normal bir şeydi. Hayvanlarını otlatmaya giden insan geceleri evinde durmuyor, sabah erkenden çiftçinin başında oluyordu. Diğer komşularının iş yerine geç gelmelerine çok seviniyor, sanki zil takıp oynuyordu. Çünkü mevcut işleri onlardan önce bitirecekti. Ara sırada yan tarafta çift süren komşusuna kabadayılık taslayıp kol kabartıyordu. Daha henüz sıkıntılı bir işle karşılaşmamış, karşısına kendini sıkıntıya sokacak birisi çıkmamıştı.
Sabahın erken saatlerinde sürebileceği kadar yeri sürüp, sıcak henüz kızmadan öküzleri önüne katıyor, kuskunu güzel eşeğine binerek evlerinin yolunu tutuyordu. Günlük yapacağı işleri tamamlamanın zevki ile ağzından türküsü de eksik olmazdı. Evinde istirahat eden bekçi bir ayak patırtısı ile uyandı. Köyünde bulunan iki azametli adam “çık dışarı ulan” diyerek bağırıyorlardı. Bekçinin dışarı çıkması ile birlikte iki azman adam hiçbir şey sormadan üzerine çullandılar. Bekçinin dünyası başına zindan oldu. Bu insanların köyde borusu öter, haklı olsan dahi hakkını iddia edemezdin.
Öfkeleri geçinceye kadar bekçiyi hırpaladılar. Sopa atma keyifleri geçtiği halde hâlâ adama göz belertiyorlardı. Davranışlarını zor kontrol ediyorlar, daha hırslarını alamamışlardı. Bekçi neden sopa yemişti? Bekçi alacağı paradan umudunu kesti. Bu paraların üzerine bir bardak su içmek istiyordu. Atılan sopa neydi? Kafası karıştı. Bir türlü sopanın mahiyetini anlayamadı.
Dayak atan adamların gitmesi ile birlikte toparlandı, sırtının tozunu çırptı ve köy kahyası dedikleri muhtarın yanına şikayete gitti. Hak arıyordu. Her şeyi biliyordu ama, bal olan yerde çirkinliğin olacağını hesap etmemişti. Bekçilikte alacağı para hoşuna gidiyordu. Ancak zarar ve ziyanın kendisine ait olacağını bir an unutmuştu.
Köy kahyasının karşısına dikildi. Zamanla kavuk sallayarak aldığı bekçiliği şimdi aynı hareketi yaparak bu insanların cezalandırılmalarını istiyordu. Zararın nereden geldiğini bilmiyordu. Kahyaya şikayetlerini anlattı. Ancak duyacağı şikayetten habersizdi. Şiddetli bir azarla karşılaştı! Kahya 'evinde yemeğe kaşık atarken görevini niçin tam yapmadın? Adamların tarlalarında ki ekinler gece vaktinde hayvanlarla zarara uğratılmış sen nerede idin?' diye çıkıştı. Bekçi şikayetinin hoş karşılanacağını beklerken dayaktan beter sözle karşılaşmıştı. Kahya bıyık burarak kapıdan kovdu bekçiyi. Kovulan bekçi şimdi Hanya'yı Konya'yı anlamıştı. Ama kendi kendini züğürt tesellisi ile avutuyordu.
Oğlunu tarlaya gönderen adam işlerin düzenli gittiğini zannediyor ve keyiften dört köşe oluyordu. Bekçinin yediği dayaktan, oğlunun verdiği zarar ve ziyandan haberi yoktu. Bekçinin fakir olduğunu bildiği için ara sıra ona yardımcı olur, yiyecek ve yakacak yardımında bulunurdu. Bekçide bu yaptıklarının karşılığında hatırını sayar, gördüğü yerde hürmet ederdi.
Bekçi yaralarına merhem aradı. Her ne kadar yara iyi olsa da yediği sopanın yarası içinden bir türlü geçmiyordu. Bu ekinlere zarar veren adamı bulmak için yemin etti. Evinde keyif çatan bekçi, tarlalarda ve kuytu yerlerde yatar olmuştu. Ekinleri zarara uğratanı bulacak, adamı kendi akıbetine döndürecekti. Ekinlere zarar veren adam bu konuda iyice tecrübe kazanmıştı. Bir türlü yakayı ele vermiyordu.
Bekçi bir metrezin içine yatmadan önce atını yakınında bulunan dereye gizledi. Metrezin içerisine iyice kamufle oldu. Ahırdan öküzleri ve süslü eşeğini çıkaran adam, elinde üvendire ile birlikte eşeğin sırtına atladı. Öküzleri önüne katarak yola koyuldu. Bekçi bu adamın çıktığını gece karanlığında olsa fark etmişti. Hayvanları gece yarısı otlatmaya giden adam, biraz kabarmış olan ekinlerin içerisine sürdü. Yerde bulduğu cıncıkları eline takan adam, hoşuna giden türküleri söyleyerek abartılı bir şekilde ekinlerin içerisinde oynuyordu. Hayvanların karnını doyuracak, sabaha karşı çiftini koşacak ve herkesten önce tarlasını sürecek. Bekçiden haberi yoktu. Keyif içini, dışını almış, neşeden dört köşe oluyordu. Çünkü işleri gayet düzenli bir şekilde gidiyor, babasından da söz işitmiyordu.
Bekçi elinde iğde ağacından kesilmiş, budakları alınmış ve ateşte kızartılarak kehribar şeklini almış bir sopa ile ekinlerin içerisinden çıktı. Bekçiyi gören adam suçunu kabul etti. Teslim oldu. Aman diledi, ama bekçi eğilen başın kesilmeyeceğini bilmiyordu. İçerisinde bir uhde vardı. Yediği dayaklar gözünün önüne geldi. Aynı akıbete adamda uğramalı idi.
Hakkı olmayan bir yere sorulmadan girmişti bu adam. Destursuz bağa giren ancak sopa ile kovulurdu. Bekçiden korkan adam geyik muhabbetine dalmak istiyordu. Ancak bekçide bir kuyruk acısı vardı. İkisi birbirini karşılıklı seyrederken bekçi elindeki sopayla gücünün dolusu adamın sırtına üst üste defalarca indirdi. Üzerine iyice çullandı ve zevkine göre dayak attı. Hayvanlar gürültünün arasında ürkmüşler sağa sola kaçışıyorlardı. Sabah vakti yakın olduğu için kuzu otlatmaya giden insanlar gürültünün bulunduğu tarafa yöneldiler. Adamı bekçinin elinden almak ne mümkün? Her tarafı yara içerisinde kalan adamın kalkacak hali kalmadı. Keyfi yeten bekçi gelen insanları da kovalayarak oradan uzaklaştırdı.
Derede bulunan atın yanına giderek heybenin gözünde bulunan urganı aldı. Adamın eşeğini yakalayıp yanına getirdikten sonra eşeğin üzerine bir çuval gibi kucaklayarak attı. Urganla adamı eşeğe iyice sardı. Öküzleri ve eşeği kendi bindiği atının önüne katarak köye doğru yöneldi.
Sabah tarlalara giden insanlar büyük bir hayret içerisinde atın önünde ki hayvanları ve adamı izliyorlar, kahkahalar atarak gülüşüyorlardı.
Oğlunu tarlaya çift sürmeye gönderen adam, hayvanlarını tanımakta gecikmedi. Eşeğin üzerinde sarılı olan oğlunu görünce, bekçiye “Benim de mi hatırım yoktu? Bu çocuğu bu hale getirdin” diyerek sitemde bulundu. Köy ortasında herkes manzarayı seyrediyor, ekinleri zarara uğrayan insanlar dahi manzara karşısında şikâyetlerinden dolayı pişmanlık duyuyorlardı.
Yapılan zarardan dolayı adamın bekçiye yaptığı hatır ortadan kalkmıştı.
Herkes soruyordu, ne hatırı?..