İnsanlık sürekli bir gelişim ve dönüşümle ilerler. Arada kesintiler, fetret dönemleri de yaşanır. Bazen de zorlamalarla ilerleyişi durdurup, geriye dönüş dayatmaları da olabilir. Bu insanlığın doğasında olup, muktedirlerin ihtiras ve diğer ruh halleriyle de ilgilidir. Hiçbir kötülük tek kişinin eseri olmayıp, toplumların ruhlarının okşanmasıyla ortaklaşa gerçekleşir. Ayrıca hiçbir çürüme, yozlaşma tek günün eseri değildir. İnsanlık tezi ile anti-tezini bünyesinde taşır. Bir nevi zıtların çatışması ile yolunu bulur.
Her insan yaşadığı dönemin tanığı olduğundan önceki yaşamların kötülüklerini, zorluklarını çokta dikkate almaz. Tarihi süreçte şiddet ve çatışma insanlığın en büyük sorunu olmuştur. Her çatışma ve şiddet beraberinde yozlaşma, çürüme ve tahribatlara yol açar. Bunun sonucunda da birlikte yaşam konusunda ciddi bir güvensizlik yaratır.
Günümüzde çıkmazlara sürüklenen sorunlar yumağıyla karşı karşıya olduğumuz gerçeği yadsınamaz. Öyle bir kokuşmuşluk içerisindeyiz ki ümitsiz, karamsar bir geleceğin korkusu ve endişesindeyiz. Bunun en temel ayağını da “hukuki” çürüme oluşturuyor.
Güçlülerin adalet diye bir dertleri yok ve olmayacaktır. Çünkü adalet onların istemleri ve amaçları doğrultusunda gerçekleşiyor. Adaleti güçsüzler istiyor. Gülüp geçiyorum… Yaşamları arasındaki uçuruma, derin uzlaşmaz çelişkiye bakmaksızın eşitlikçi adalet beklemek saçmalığın daniskasıdır.
“Adalet yalnız haklıyı haksızı, rejim mahkemesi ise yalnız kendi selametini düşünür.” Yüz yıllık cumhuriyetin adalet anlayışı ve uygulamalarının özeti diyebiliriz. Yüz yıllık cumhuriyetin “adaletiyle” yüzleş ilmelidir. Bugünü kavramak için geçmişi bilmek zorundayız. Çünkü bugün yaşanan adaletin tükenişi ve güvensizliği geçmişin ürünü ve mirasıdır. “Bağımsız yargı” masalı çok eğlenceli olup, gülüp geçiyorum. “Hukuk gereğini yapar” tespiti artık mizahın konusu bile olmayacak kadar anlamsız, değersiz ve söyleyenlerin sığlığını, güçlerini korumanın gülünçlüğünü ifade dışında kıymetsizdir. “Ahlakın ve adaletin namusuna sahip çıkmak büyük meziyetler ister.” Ancak o meziyetleri gösterecek yargıçlardan yoksun olduğumuz gerçeğiyle yüz yüzeyiz.
Bu coğrafyada aşağılanmak sıradan olup olağanlaştırılmıştır. “Ötekiler”, “hainler” yaratmak muktedirlerin temel bir politikası olmuştur. Gücü ele geçirmek, ayrıcalıklı olmak devletin sahibi olmakla eş anlamlı olarak anlaşılmış ve uygulanmıştır. Ancak “büyük davaların insanları başarıyla doymazlar, zirveler tükenince zorbalık başlar.” Ve “ tek emre dayanan her devlet zayıftır.” Adaleti hakkaniyetle uygulama ve gerçekleştirme düşüncesi de yoktur. Şu gerçeğin altını çizmekte yarar var, “Haksızlığa maruz kalmak kadar insanı aşağılayan hiçbir şey yoktur.” İnsanların Türkçe bilmedikleri için idam edildiği bir coğrafyada adalet beklemeyin. Gece yarısı hâkimlerin yataklarından kaldırılarak idam kararlarının savunmasız verildiği talihsiz ve adaletsiz bir ülke. Bundandır adalet hep sorunlu olmuştur. Gözlerimizin içine bakılarak gerçeğin yerine yalanların insanlara kabul ettirilip normalleştirildiği bir ülke. Adalet arayışının gerçeğe ulaşmak için değil, kişisel hırslara, ihtiraslara kurban edildiği zavallı ülke.
Yalanlar üzerine inşa edilen adalet çürümüşlüğün ve yozlaşmış lığın yansımasıdır. İnsan en kolay kendisini kandırabilir. Çok zeki olduğu düşünülen birisi de kendisiyle kaldığında, hayatı bir film şeridi gibi aktığında kendisini kandırma anlarının ayrımına varır mı bilinmez. Bundandır “kendi talihinizi aldatmaya kalkmayın.” Gelecekte de adaletin herkese lazım olacağı gerçeğini unutmayın. Adaletsizliğin tarihin yargısı karşısında her zaman ve durumda mahkûm olacağını da unutmayalım.
Güç sahibi olmak adaletten uzaklaşıldıkça insanı zehirler. Her zehirlenme geleceği karartırken, topluma acı olarak döner. Muktedirler; haksızlıkları, hukuksuzlukları, adaletsizlikleri birbirlerine miras olarak bırakırken, cezasızlık ve dokunulmazlıkla korunmanın güveniyle hep üstenci bir bakışla yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Hepimiz sessiz bir tiyatronun figüranları olarak, bize dokunduğunda kükreyen yalancı pehlivanlarıyız.
Başkalarının acılarına ortak olduğumuz kadar insan olabileceğimiz gerçeği bize o kadar uzak ki!
Baldıran zehir içecek kadar ideallerine bağlı, hakikatten ayrılmayan Sokrates’in erdemine o kadar muhtacız ki!
Adalet; hakkaniyetin yolculuğunda hakikatten ayrılmama halinde anlamlıdır. İntikam almaya yönelik, hırslara kurban edilen yargılamalar rejime hizmet edeceğinden adil olamaz.
Mazlumların haklarını korumayan adalet sadece kuralların sıralandığı fantezilerin tatmininden başka bir anlam taşımaz ve önemi de yoktur.