Fikret amca, oğlu Şahin ile birlikte harmanı kaldırıp, kış hazırlığına başladılar. Her çuval 2,5 kile, yaklaşık 75 kg olan 10 çuval buğdayı at arabasına yüklediler. Un öğütmek üzere yola çıktılar. Şahin, babayiğit, gözükaraydı ancak biraz saf halleri vardı, çalışmayı severdi, babasının her zaman yanındaydı. Nahiyedeki değirmen yaklaşık üç saat uzaklıktaydı, hava sıcak, atları yormamak için yavaş yavaş gidiyorlar, yolları üzerindeki ilk köye öğleye doğru vardılar, mola verdiler, atları yemlediler, suladılar, bir şeyler atıştırdılar. İkindiye doğru değirmene ulaştılar. Sıra vardı. Değirmenci ertesi sabah kendilerine sıranın gelebileceğini söyledi, çuvalları değirmene yakın bir yere indirdiler, atları bağladılar, yemlediler, suladılar, vakit geçirip sabahı beklemeye başladılar. Şahin değirmende kaldı, Fikret amca nahiyeyi dolaşmaya çıktı, dört tane çarşı ekmeği, biraz da yaz helvası ile geldi. Ekmeğin ikisini helva, üzüm, peynir ile yediler. Hasırları at arabası üzerine serip yattılar. Hava çok güzeldi, yıldızlar kayıyordu, gökyüzüne bakarken Fikret amcanın bağrı geçmişti, sabah erkenden uyandı, atların yemini verdi, suladı, kalan ekmeği, helvayı, üzüm ve peyniri de kendilerinepaylaştırdı. Sabahın erken saatlerinde değirmenci geldi, sıranın kendilerine geldiğini söyledi.

Çuvalları boşalttılar, buğdayı öğütüyorlar, unları çuvallara sıkı sıkı basarak dolduruyorlar, öğleye doğru bitirdiler, yaklaşık bir çuval buğdayı değirmenciye “hak” olarak verdiler, at arabasına 9 çuval un yüklediler. Fikret amca yolda yemek için evdekilere yaz helvası, on tane de çarşı ekmeği aldı, yola koyuldular. Öğle geçmişti, at arabasının üzerinde bir şeyler atıştırarak yavaş yavaş ilerliyorlardı. Yollarının üzerindeki köy girişindeki çeşmede mola verip atları sulamak için yanaştılar. Köyün genç kızları su dolduruyor, bir kısmı da çamaşır yıkıyordu, Fikret amca ve Şahin’e sıra verdiler, ellerini yüzlerini yıkadılar, atları suladılar, kızların Şahin’e bakarak “Maşallah yakışıklı bababayiğt çocukmuş!” diye fısıldadıklarını Şahin de Fikret amca da duydu, bunu duyan Şahin: “Baba tabancamı versene!” diye kükredi. Bu sözleri işiten kızlar, “Babayiğit çocukmuş ama aklı yukaymış!” dediler, Fikret amca utancından eridi, ısrarla tabancasını istiyordu. Ancak babası kızarak onuzapt etti. Olan olmuştu. Atları tekrar toplayarak yola koyuldular, bir müddet konuşmadan yola devam ettikten sonra, Şahin, “Baba niye tabancamı vermedin” diye sordu, Fikret amca“Kızları mı vuracaktın?” diye kızınca ne diyeceğini şaşırdı. Hiç konuşmadı. Akşama doğru eve geldiler, unları indirdiler, hanımı “Yolculuk nasıl geçti?” diye sordu, moralinin bozuk olduğunu anladı, ısrarla ne olduğunu sorduğunda, “Çocuğun babayiğit olması kızları görüntü olarak etkiliyor ama aklı ortaya çıkınca köpüğe dönüyorsun” dediğinde, hanımının gözünde yaşlar süzüldü, yaşananları anlatmaya gerek kalmamıştı.

Hanımına “Kış gelsin, un, bulgur, pekmez var, mantı, erişte de kesildi, üzüm de kurutuldu, yoğurt, süt de eksik olmaz, odun bol, fırınlı sobayı da yeni aldık, camların naylonları da hazır” dedim. Bu arada Şahin gülerek yanlarına yaklaştı: “Baba atları yemledim, suladım” dedi moralleri yerine geldi, “İyi yapmışsın” dedi Fikret amca, Şahin anasına dönerek: “Yeni unla akşama peynirli bazlama yap.” dedi. Olanları bir anda unuttular. Yeniden kenetlenip, bazlamayı beklemeye başladılar. Şahin’siz boğazlarından hiçbir şey geçmiyor.

[Okuduğunuz yukarıdaki hikâye; hayatım boyunca bana rehberlik eden, kendisinden çok şey öğrendiğim, büyüğüm, abim Mahmut Yıldız’ın edebi ve mizahi hislerinin küçük bir kısmıdır.]