İş yeri bir ayrı stres, ev bir ayrı, sokaklar bir ayrı… “Her doğan günün bir dert olduğunu, insan bu yaşa gelince anlarmış…” demiş şair.

Toplum olarak o kadar gerildik ki, pimi çekilmeyi bekleyen bomba gibiyiz. Çocukluk neşemizden, heyecanımızdan eser kalmadı. Gülmeyi unuttuk.

Yüzümüzde birer maske sözüm ona mutluyuz. Hatta o kadar mutluyuz ki kahkahalarımız yeri göğü inletiyor. Her yana kahkaha savuruyoruz. Attığımız bu kahkahalar mutluluk kahkahaları değil ama… Sinir, stres kahkahaları…

İş de patronumuza, müdürümüze, şefimize kızamıyoruz, iş yerinin en zayıf halkası olan temizlikçiden, çaycıdan çıkarıyoruz hıncımızı.

Evde sürekli dırdır eden, elimize iki de bir de alınacak listesi tutuşturan, elinde olanlarla mutlu olmayıp, olmayanlara sızlanıp duran hanımımıza iki çift laf söyleyemiyoruz, öfkemizi çocuklardan çıkarıyoruz.

Çocuklara kızıyoruz! Daha doğrusu kızamıyoruz!.. Şimdiki çocuklara kızmak mümkün mü? Küçüğüne, küçük diye kızamıyoruz, ortancaya ergen, büyüğüne de kazık kadar adam oldu diye ağzımızı açıp tek laf söyleyemiyoruz. Öyle olunca da kapıya, duvara parçalayacak gibi bakıyoruz. Ayağımızın altında dolanan kediyi itekliyoruz. Kafesteki kuşa, yiyecek gibi bakıyoruz. Akvaryumdaki balıklara küsüyoruz.

Sokaklar desen tam bir çile yumağı. Kavga eden, dövüşen, birbirini bıçaklayan psikopatlarla dolu. Yere tüküren, çöpünü yere savuran, küfrederek, omuz atarak yürüyen sözüm ona insanlarla dolu.

Arabayla bir yere gidecek olsan trafik işkencesi. Otobüse, metroya binsen, insan yığını… Nefes alamıyor olduk.

Avuç avuç ağrı kesici haplar yutmaya başladık. Baktık bunlar da artık bizi kesmiyor sinir haplarına başladık.

Nereye gidiyor bu toplum? Neden bu kadar gerildik? Nedir bizleri bu kadar çileden çıkaran?

Aslında çok açık!

Eşeği, eşekleri dövemememiz! Eşeği dövemediğimiz için de semeri dövüp duruyoruz. Semer bulamadığımız yerde de kafamızı dövüyoruz.

Ah bu eşekler!

Eşek eşekliğini yapıyor da biz insanlığımızı yapamıyoruz.

Cesaretimizi toplayıp da eşeklerin karşısında bir durabilsek! “Ben sana tabii değilim, sen bana tabiisin” deyip, yularını bir çekebilsek…” Eşeksen eşekliğini bil!” diyebilsek.

Aslında eşekler çok faydalı hayvanlardır. Az yiyip çok kaçarlar. Yük çekerler. Heybelerine konan az bir saman ve üç, beş avuç arpayı yerler. Sonra da sırtlarına vurulan ağır çuvalları taşırlar.

Haa, arada bir anırırlar anırmasına da onu da herkes hoş görür. Eşektir sonuçta. Eşek, eşekliğini yapacak denir.

Canını yakmadığımız müddetçe çifte atmaz. Üzerine konan koca koca sineklere kızmaz, başını ya da kuyruğunu hafifçe sallayarak onları kovalar. Eşeklerin gözleri çok güzeldir. Bir bakan bir daha bakar. Sürmeli sürmeli gözler, koca koca göz bebekleri, kehribar gibi… Işıl ışıl ışılayan gözler… O gözler yok mu ah o gözler… Manalı manalı bakışlar… Eşeği eşeklikten çıkaran ahu bakışlar. Ah o bakışlar, kendini sevdirmeye, bizleri kandırmaya yeter.

Bizleri kandırmak o kadar kolay ki… Bir bakışa birkaç güzel lafa kanıp gidiyoruz.

Aslında çözüm belli: Kanmayacaksın!

“Kimse beni kandıramaz” diye ortalık da gezinip duruyoruz…

Ama bir yandan da semeri dövmeye devam ediyoruz.

Ben bu işten hiçbir şey anlamadım! Siz anladınız mı?

Biz bu kafayla gidersek daha çok semer döveriz gibime geliyor.

Ya toprak ol

Ya da su

Sakın ateş olma…