Anneannem sabah namazından sonra yatmamış, seccadesinin başında tesbih çekmiş, ağlayarak dualar etmişti. Gün ağarırken de dolaptaki bayrakları çıkararak balkonlara asmıştı.
Şimdi de televizyonun karşısındaki koltuğa oturmuş, dizlerine yün battaniyeyi almış, canlı olarak yayınlanan Cumhuriyet Bayramı Kutlamalarını seyrediyordu.
“Ah be evlatlarım! Ah be yavrularım!.. Sizi veren Allah’a kurban olurum! Sizi doğuran, büyüten anaların ellerinden öperim.” diye kendi kendine konuşuyordu.
Gözüm ekrana kaydı. Yeşil üniformalı askerlerimiz resmi geçit yapıyordu. Başları dik, göğüsleri ileride, ayaklar aynı anda kalkıp iniyordu. Yüzlerde onurun, gururun ifadesi vardı. Anneannemin yanına oturup ben de programa bakmaya başladım. Marşlarımızı dinlerken, askerlerimize bakarken benim de göğsüm kabardı.
Anneannem gözünü televizyondan ayırmadan anlatmaya başladı.
“Ah Emel’im ah!” diye söze başladı. Önce derin bir nefes aldı. “Ananı doğurduğum günü hiç unutamıyorum. Sancıdan, ağrıdan yerleri tırmalıyordum. Köyde doktor yok, ebe yok. Ananın boynuna kordon dolanmış. Ikınıyorum ıkınıyorum doğum olmuyor. Köyde ne kadar yaşlı kadın varsa hepsi başıma toplandı. “Dayan, az daha dayan!” diyorlardı, ama ben de dayanacak hal kalmadı. Halim canım kalmadı. Ha öldüm ha öleceğim. Tam öldüm, bittim, dediğim anda Elif’im doğdu. Ananın kız olduğunu gören kadınların yüzü asıldı. Bir kızın daha oldu Ümüş, dediler. Bu da kız oldu. Neyse, üzülme bir daha doğurursun, diye beni teselli ettiler. Ben Ümüş değildim, sanki ölmüştüm. Yanımda vah vah, tüh tüh, diye dizlerini dövmeye başladılar.
“Kaynanam, kaynatam yüzüme bile bakmadı. Deden, suratı asık yanıma geldi. Dili ile dişinin arasında, “Geçmiş olsun” dedi. 
“Beş kız babası olan deden, haftalarca çarşıya, kahveye gitmedi. Of of, ne günlerdi!
Eskiden erkek evlat kıymetliydi. Erkek çocuk ağaydı, beydi. Malın, mülkün sahibi, soy sürdüren, boy gösterendi. Kız evlat ise beslemeydi! Besle, büyüt sonra da ver el kapısına. El kapısı ırgat niyetine kullansın. Karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmesin! Evlenmese evde kalsa başka bir dert… Evde bir boğaz, besle besle nereye kadar. Kızlar kocaya gitti mi evden bir boğaz eksildi diye sevinilirdi.”
Eski günleri hatırlamak nenemi duygulandırmış, gözlerinden yaşlar süzülmeye başlamıştı. Sulu gözlerle duvarda asılı duran Atatürk resmine baktı.
Ama şu yiğit yok mu şu yiğit! Kadınları selamete çıkardı. Bizlere, insan olduğumuzu, kadın olduğumuzu, değerli olduğumuzu gösterdi. ‘Bu millet esas terbiyesini aileden almaktadır. Türk milleti öyle analara sahiptir ki her bir devrin büyük adamlarını bu analar yetiştirmiştir. Türk kadını daha büyük nesiller yetiştirmeye kabiliyetlidir.’ dedi.”
Aşığına bakar gibi hasretle, özlemle bakıyordu nenem. Mustafa Kemal’in çakır gözlerine kilitlemişti gözlerini:
“Ayşe teyzen bir gün dedi ki, ana ana ben okuyup doktor olacağım. Hasta kadınları, çocukları iyileştireceğim. Köyümüzde bebeler ölmeyecek. İnanmadım. Zeynep teyzen hele, coştu da coştu. Sen doktor olursan ben de muhtar olurum. Bu işe Memet emmi çok kızacak ama gidip onun masasına otururum.” Gülüştük. Teyzen biraz düşündü sonra devam etti. “Kim bilir belki de mebus olurum, başbakan olurum” dedi. Onun bu konuşmasına o kadar güldük ki, karnımızın etleri ağrıdı. “Bu kızlar da düş mü görüyor, yoksa hayal âleminde mi yaşıyor” dedim. “Sizden olsa olsa bir ağanın avradı olur” diye içimden geçirdim. Hepsi de boylu poslu, güzel kızlar ne de olsa.
“Ama bak torunum, görüyorsun: Paşam’ın sayesinde kadınlar okudu. Anan, Kız Teknik mektebine gitti, öğretmen oldu. Teyzelerin muradına erdi.”
“Anneanne, Atatürk: ‘Tek bir egemenlik var, o da milli egemenliktir. Milletin egemenliğini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.’ demiş değil mi, diye sordum.
“Tabii ya kızım, tabii ya Emel’im.” dedi yaşlı kadın. Göz çukurları içine gömülmüş, fersiz gözlerini, camdan dışarı dikti. Sanki o yıllara geri dönmüş gibiydi. “Halkımız ve ordumuz düşman kuvvetlerine karşı omuz omuza mücadele etmeseydi Kurtuluş Savaşını kazanamazdık. Milletimizin sabırla mücadelesi zafer getirdi. Cephede nice yiğitler can verdi. Bebeler babasız, çiçeği burnunda dilberler, yarsız, yiğitsiz kaldı. Bu vatan kolay kazanılmadı be torunum.”
Elif Hanım oturma odasına girdi.
“Ooo, bakıyorum da erkencisiniz. Ne kaynatıyorsunuz bakayım?” diye gülümseyerek yanlarına yaklaştı. Anacığının ellerini öptü, boynuna sarıldı. “Cumhuriyet Bayramın kutlu olsun anacığım, bayramın kutlu olsun.”
İhtiyar kadın, gözleri sulanarak Elif’ini öptü.
“Sağol evladım, sizlerin de bayramı kutlu olsun. Sizlerin de Cumhuriyet Bayramı Kutlu Olsun.” dedi.
    Ya toprak ol
    Ya da su
    Sakın ateş olma.