Neydi bir söz vardı, “Aslında insanlar seni hayal kırıklığına uğratmıyor, sadece sen yanlış insanlar üzerine hayal kuruyorsun” diye. Ne kadar da doğru değil mi? Arkadaş olsun, dost olsun, eş olsun.

Neydi bir söz vardı, “Aslında insanlar seni hayal kırıklığına uğratmıyor, sadece sen yanlış insanlar üzerine hayal kuruyorsun” diye.
Ne kadar da doğru değil mi?
Arkadaş olsun, dost olsun, eş olsun. Bazen öyle kırılıyoruz ki? “Nasıl!” diyoruz “Ya bana bunu nasıl yapar”, “Ben bunu hak edecek ne yaptım” , “Bu da mı gelecekti başıma”… Kahırlar böyle uzar gider.
Her insan hata yapar, her insan yanlış yapar eyvallah. Ama bazen dayanılmaz noktalara geliyor bazı şeyler.” Kopsun bitsin” diyorsun. “Ben ona bu kadar değer verirken onun yaptığına bak” diyorsun. Ama aslında o iş öyle değil. O mu dedi sana “Bana çok güven” “Bana kayıtsız şartsız inan” diye. Zaten insanın etten kemikten yaratıldığını, hata yapabilmeye çok müsait bir varlık olduğunu Hz. Âdem’den bu yana bilmiyor muyuz?
Hayat işte, yine de üzülüyoruz, yıkılıyoruz.
Bazen öyle derin oluyor ki acılar, öyle dayanılmaz. Ama en tarifsiz yerinde bile biliyoruz aslında hiçbir acının baki olmadığını. Her insan da biraz melankoliklik var sanki. Üzülmek istiyoruz. Er ya da geç geçeceğini bile bile, iliklerimize kadar hissetmek istiyoruz acımızı.
Şehrime Eylül’de geldi ki sormayın. Boşa dememişler “Eylül hüzün ayıdır” diye.
Sararıp dökülen yapraklardan mıdır, çiseleyen yağmurdan mı, serin rüzgârından mı bilinmez. Bana ölümü hatırlatır Eylül…
Dalından kopup düşen her yaprakta irkilirim. “Bir gün şu yaprak gibi hayattan kopup düşeceğiz” derim.
Bahar görüp, yaz görüp hazana ulaşmak da ölüm gibi değil mi?
Çocukluğumuz, gençliğimiz, ihtiyarlık ve sonra kaçınılmaz ölüm.
“Ağızların tadını kaçıran ölümü çokça hatırlayın” buyurmuş sevgili nebimiz Hz. Muhammet (SAV). Aslında bütün mesele bu değil mi?
Başımıza ne gelirse gelsin, ne kadar üzüleceğimiz, kırılacağımız, kahrolacağımız olay da gelse her şeyin yalan olduğunu hatırlasak. Belki bir iki dakika sonra öleceğimizi düşünsek. Hayatın en acımasız anlarından bile burnumuz kanamadan çıkmaz mıyız?
İnsanoğlu işte, biraz unutkan, biraz nankör.
Değer mi akan yaşlara, ağaran saçlara…
Dedim ya Kırşehir’de sonbaharla birlikte bir hüzün sardı etrafımı sormayın gitsin. Sanki bütün bir yıl biriktirmişiz de bir bir gün yüzüne çıkarmışız gibi.
“Dökülecek” diyorum “Sonbaharda dökülen şu yapraklar gibi, acılarımız da hayal kırıklıklarımız da dökülüp gidecek” diyorum, kendime, arkadaşlarıma, dostlarıma…
Ama ne çare. Biçare gibi gezinmeye, gezinmelerine engel olamıyorum.
Ne acı bilirsiniz en sevdiklerinizin canı yanarken elinizden be şey gelmemesi. “Geçecek bak göreceksin”den başka tek kelamın düşmemesi dilden…
Dua dua susmak kalır sonra. Kimseden bir fayda gelmeyeceğini, Allah’tan gayrı kimsenin yardım edemeyeceğini bilip, dua dua susmak. “Buda geçer Ya hû” deyip beklemek…
Rabbim tüm dertlilere deva, hastalara şifa, borçlulara eda nasip etsin. Bizi kendinden başka kimseye muhtaç etmesin, boyun eğdirmesin. Gönüllerimize ferahlık versin inşallah…