Şehrimi senin sessizliğin ele geçirmiş ey sevgili…
Şehrin sessizliği yüreğime çökmüş, ele geçirmiş. En çok bu sessizliğini seviyorum. Bir bahar günü kahverenginin hüznüne sürüklenmiş gözlerinin mahzun bakışları sinmiş doğanın canlanışına. Sen uzaklardasın ve gözlerinin rengini bana gönderip sessizliğime umut oluyorsun. En çokta senin düşünü kuruyorum. Günahsız, ıstırap sız bir düş. Sahi ne oldu o yalın, çıplak düşlerimize… Uzun zamandır düşlerden uzak düştük. Azap veren, yıkan dünyanın gerçeklerinin bizi ele geçirdiği yıllar öncesinin düşlerine. O kadar çok kabuğumuza çekilip, dünyanın anlamsız, yorucu, yıpratıcı meselelerine daldık ki!
Sessizlik sinmiş bu şehre ey sevgili…
Korku sinmiş, ele geçirmiş bu şehri, tüm ülkeyi olduğu gibi… Sevgisizliğin korkusu kanımıza karışmışken özgürleşmemiz mümkün mü? Perdeleri çekili evlerin odalarına sinmiş bir korku… Perdeleri aralayıp gökyüzünün maviliğini, baharın coşkulu gelişini, çiseleyen yağmurun damlalarını seyretmekten korkar hale geldik. Oysa her baharın gelişi seninle o ilk bakışmalarımızı, gamzeli yanağını, gerdanındaki Ben’ini hatırlatmanın sevinciyle beni heyecanlandırır. Sensiz de olsa şehrin sessizliğini sevmekle birlikte aşırı içine kapanıklığı beni ürkütüyor, endişelendiriyor.
Şehrin sessizliğini birileri ele geçirmiş gibime geliyor. Hayal, düş, sevdamızın, gözlerinin içinde kaybolmak, ahmakça ıslanmak, sarhoş edici melodiler ve sözler sanki sihirli bir el tarafından ele geçirilmiş. Bir yasaklar zinciri ile karşı karşıya kalmış hissine sürükleniyorum.
Şehrin; sessizliğine, korkuya teslim olan boynu bükük, sinmiş ligine rağmen sen tomurcukları filizlenen çiçek misalisin benim için. O sessizlikten, korkudan, siniklikten sıyrılmış bakışlarınla bana gönderiyorsun. Her şeye inat ayakta kalmama destek oluyorsun. Belki de umut denen şey bu olsa gerek. Küçücük bir ışık karanlığın ortasında fener oluyor. Ben o ışığı kendime rehber ediniyor, çoğaltmak için çırpınıyorum.
Güzün şimşekleri yeryüzünü aydınlatırken, yıldırımlar korkuyla karışık bir kederi gönderiyor. Şehrin sessizliğini bu korkunun hüznü ele geçirmiş. Sokaklarda gezinen insanlar göz ucu ile bakışmaktan korkar hale gelmişken, sevginin kırıntıları sığınaklara çekilmişken, yalnızlığın esaretine mahkûm olmuş gibiyiz. Sürekli bir yalnızlık hali yaşıyoruz ey sevgili…
O yalnızlığın içerisinde beni heyecanlara, coşkulara sürükleyen senin sessiz bakışların olmuştur.
Sana gelmek bahar çiçeğinin tomurcuklarının filizlenmesidir. Uzaklardaki seni özlemek; bahar güneşinin parıltısını özlemektir. Her kışın ayazı sonrası gelen baharın ışıltısı gibidir. Bir yaz sıcağının ortasında yağan yağmurun yüreğime, toprağına verilen serinliğisin ey sevgili…
Şehrin sessizliğinden, korkularından uzaklaşıp sana ulaşmak uzun bir yolculuk sonrasının yorgunluğundan, bezginliğinden kurtulmanın garip sevinci ve tuhaflığı olurdu. Tuhaflığının nedeni sanki uzun yıllar ayrı kalmanın garip hissini yansıtmak olurdu. Tuhaflığı seni de şehrin sessizliğine ve korkularına ortak etme düşüncesidir. Hâlbuki ben senin hiçbir şekilde kire, pasa, çürümeye, yozlaşmaya bulaşmanı istemiyor, uzak tutmaya çalışıyorum. Bundandır senin çok uzaklarda kalmana, yokluğunun azaplarına katlanmaya razı oluyorum.
Senin iyilikle kalman, onu etrafına bulaştırman, o saf, o ulvi, o berrak kalbinle, o çıkarsız bedel ödeyen bedeninle kalmanı istiyorum. Bu şehir, bu ülke, bu gezegen çok kirli ve çok acımasız. O kirle ve acımasızlıkla mücadele ederek tükenmeni istemiyorum. Senin o narin, nahif bedenin bu kadar kötülüğe karşı koyacak hoyratlıkta değil… Bu nedenle uzaklarda kalmana, uzak olmana katlanırım, katlanıyorum.
İyilik; öyle yola döşenen, yolda bulunan, kayıp bir şeyin bulunması misali değildir. Yaşanarak ve yaşayarak bir insandan veya insanlardan öğrenilir. Çaresiz bir çocuğa yalnızlığını unutturmak, üşüyen birine ceketinizi verip, giydirmek yıllar sonra o çocuğun birçok insana yardımca olmasına vesile olur. İşte senin o an yaptığın şey iyilik olsun diye değil, ihtiyaçtan, vicdanından akıp geldiğini biliyorum. Ve yıllar sonra o çocuk senin o halini hatırladıkça insanlığın güzelliğine sığınır.
Senin o güzelliğinin bulaşıcılığa dönüştüğü günlerin özlemindeyim ey sevgili…
Sende tomurcuklanmak, filizlenmek benim iflah olmaz yaramdır. Bağrında, göğsünde, kollarında, başını yasladığım sol yanağındaki gamzende, gerdanındaki siyah Ben’de kendimi bulmak. Hülyalara dalmak, rüyalarının sessizliğinde gözlerinin ışıltısına bakmak, dudaklarından akan yumuşak sözcükleri hayranlıkla duymak… Bedensel, zihinsel bütün yorgunluklarımı bir nehrin sessiz akışına bırakmak.
Ve dönmelisin ey sevgili…
Özlemin tükenmeden, her çoğalışında akıp gelmelisin. Güzün yaprak dökümlerinin solgunluğu başlamadan. Kışın buz tutan ayazı nefesimizi kesmeden. Baharın; ışıltısı, tomurcukları filizlenmeden, bereketiyle yeni doğum sancılarının ağrısı başlamadan. Yazın kavurucu sıcakları bedenimizin terleriyle bizi ıslatmadan, yorgun düşmeden bedenlerimiz, yaşlanmadan yüreklerimiz, solmadan ruhlarımız. En güzel zamanı sen bilirsin sevgili. Hangi mevsim olursa olsun en kırgını da, en kırıcısı da, en kızgını da olsa sen hepsini gülüşünle canlandırır, şenlendirirsin.
Özüne dön. Hasretini gerilerde bırakarak. Bir tan vakti gözlerindeki ışıltınla kapımı çal, kalbimi eline al, gönlünü aç gel.
Uzaklar yordu, uzaklar boğdu seni. Hasretin yük oldu. Hasretin yük oldu bedenimde. Gönlüm boşlukta, sensizlikte. Şehrin sessizliğini haykırışlarınla, çığlıklarınla, sevinçlerinle, coşkularınla yok etmek için gel. Şehrin kalabalık yalnızlığında sana koşmalıyım, kollarını açarak sarmak için.
Esaretimden, kendi içerisine alıp hapis eden bulanık düşüncelerden kurtulup, sıyrılıp senin aydınlık yüzünü özgürlüğe hasret, âşık zihnine, bedeninde buluşmalıyım ey sevgili…
Karanlıklara inat aydınlığa koşmaktır sana ulaşmak ey sevgili…
Bu şehir ayakta kalmak için çırpınırken sen hep aşkla kal.