Aşkın bir bahar havası gibi geldi. Diri, sade, berrak, dinlemesini ve dinlenmesini bilen uysal, ağırbaşlı bir sükûnetle… Fırtınayla yüklü aşklar kasırgayla yok olurlar. Hafif bir esintiyle gelmeli ki beyine, ruha, yüreğe otursun. Esintilerin etkisiyle ferahlık versin. Alabora olma tehlikesi olmasın.
Seni sonsuz arzuluyorum. Bu arzu cinsel, şehveti olmanın ötesinde farklı bir arzu. Bazen nefesini ensemde hissedecek kadar yakın, bazen bir kulaç kadar yakınımdasın. Biliyorum, çok uzaklardasın, ulaşılmaz mesafelerde. Ancak yine de sonsuz bir arzu duyuyorum. Bu önlenemez, engellenemez duygu selinde belki de aynı ruh halindeyiz, onu da ben bilmiyorum. Ancak hissettiğimden emin olabilirsin. O çekik gözlerin, o gamzeli yanağın benimle hep gezinirken arzunun fırtınası hiç dinmiyor. Sakın arzularımın esaretinden dünyadan kopuverdiğim düşüncesine kapılma. Zinde, diri, dinç bedenimin berraklığı zihinsel bulanıklığıma engel oluyor. Oradasın ve beni gözetlediğini biliyorum.
Seni düşündüğüm anlarda—ki sensiz anım yok---kendi kabuğumdaki yaşamı tercih ediyorum. Öyle bir yaşamı da seviyorum. Yalnız olmadığımı da… Hayalin, mimiklerin, bakışların canlı ve birlikteyiz ey sevgili…
Bazen akan bir nehir, bazen kasırgaya yakalanmış bir denizin hırçınlığıyla söz geçiremiyorum kalbime. Böyle anlarda yokluğunun yalnızlığıyla karaya oturan gemi misali çok çaresizim. Ancak hiçbir zaman umudumu yitirmeden özlemle bekliyorum. Uzaklara her bakışımda ansızın karşıma çıkacaksın umuduyla bakıyorum.
Ey sevgili…
Seni düşünürken bencilliğinin tutsaklığına kendimi mahkûm ettiğim kanısına sürükleniyorum. Ve sevgili sana tutsak olmamdan beni ne zaman azat edeceksin. Bir güz sabahının sararan zamanında mı, kışın ayazında kar taneleri düştüğünde mi, baharın yeni doğum sancılarında mı, yazın kavurucu sıcağında mı? Ne zaman? Sakın senin tutsaklığından sıkıldığım düşüncesinden bu serzenişlerde bulunduğumu düşünme. Kalplerimizin tutsaklığının bizi tüketmesinden korktuğumdan dolayı soruyorum.
Ey sevgili…
Ben kalbimle, gönlümle sana tutsak iken seni o tutsaklığa ortak etmek istemiyorum. Senin özgürlüğünü elinden almak istemiyorum. Özgürlüğün insanın var olma halinin ayrıcalığı olduğuna inanıyorum. Bencilce tutsaklığımdan dolayı özgürlüğümü de sana feda etmenin huzuruyla mutluyum. İnsanın özgürlüğünden feragat edecek yüce bir değeri olmalı ki, benim için sensin. Sana olan tutsaklığım benim özgürlüğümdür.
Bu gezegene atılışımız sonrasında tutsaklıkla tanışırız. Ne çok tutsaklıklarımız var. Ve o tutsaklıkları ne çabuk benimsiyor, uyum sağlıyoruz. Onlardan kurtulma çırpınışlarımız yaşamımızın ağır yüküyken sırtlanmak zorunda kalıyoruz. Kedere, arzuya, hüzne, hazza, şehvete, kine, nefrete, öfkeye, hoyratlığa, bencilliğe ve en çokta aşka tutsağız.
Ey sevgili…
Ben en çok senin tebessümüne, gözlerindeki ışıltıya, yanağındaki gamzeye ve sonradan fark ettiğim gerdanındaki siyah bene tutsağım. Bilerek, isteyerek gönüllü tutsağınım. Ve o tutsaklığın gizlendiği kapıların ardındaki odadaki yalnızlığına tutsağım. Bu tutsaklıktan kurtulma isteği ve arzusu duymuyorum. Belki de huzurlu ve mutluyum. Senin de hangi duyguların tutsağı olduğunu bilmek beni rahatlatacaktır.
Geçici, bir süreliğine uzaklara, çok uzaklara gitmeliyim. Tutsaklığımı da beraberimde taşıyarak. Senin olmadığın, ulaşamadığın yerlere… Ancak o gittiğim yerlerde de bakışın, gülüşün, gamzen, ben ’in benimle olacak.
Gitmeli sevgili, sabahın serinliğinde varmalı sevdanın sıcacık koynuna…